Yaşar Kemal’i sahnelemek...

22 Haziran 2023 Perşembe

51. Uluslararası İstanbul Müzik Festivali’nin son “olay”ı Yaşar Kemal’in “Binboğalar Efsanesi” adlı muhteşem romanının sahneye taşınmasıydı. “Müzikli Tiyatro” diye tanımlanmıştı programda. Nasıl büyük bir beklenti içinde gittim Süreyya Operası’na anlatamam. Beklenti büyük olunca düş kırıklığı kaçınılmaz mı acep... Ama Kadıköy’e gitmeden önce Paris ve Milano’ya uzanmak istiyorum. 

ANIMSAMAK YAŞATMAKTIR 

Bir romanı sahnelemek hele Yaşar Kemal’inkiler gibi bir eli geçmişte bir eli gelecekte olan, gerçekle düş, destanla türkü arasında gidip gelen, yerelin en derinine inerken evrensel olabilen, şiir ve duyarlık yüklü romanların sahneye taşınması elbet çok güç... 

Bizim, yarı büyücü yarı sihirbaz eşsiz tiyatro yönetmenimiz, Mehmet Ulusoy “Ortadirek” (Le Pilier) romanını Paris’te ünlü La Colline Ulusal Tiyatro’da Fransızca sahnelediğinde kimi sorunlara karşın bu işin üstesinden gelebilmişti. (1991) Başlıca sorun görselliğin, içeriğin önüne geçmesiydi. Ancak Kudsi Ergüner’in neyi, Ayla Algan, Ayberk Çölok oyunculuğu ve Carolyn Carlson’un dansçılarıyla eserin şiiri ve büyülü anları izleyiciyi kavrıyordu. 

“Teneke” öykü/oyununu ise 2007’de Milano’nun La Scala Operası’nda izleme olanağım olmuştu. Karşımda dörtdörtlük bir epik opera vardı. Çağdaş besteci Fabio Vacchi’nin bestesi, dünyanın sayılı rejisörlerinden Ermanno Olmi’nin sahneye koyuşu; muhteşem dekor kostüm, büyük orkestra ve iki ayrı koro ile “devlerin buluşmasıydı”... Her birini saygıyla anımsıyorum. 

BİNBOĞALAR EFSANESİ

Yaşar Kemal “En gerçekçi romanım” dese de Binboğalar Efsanesi, gerçekle düş, gelenekselle-gelecek arasında, ama en çok, töre ile değerler hiyerarşisi arasında gider gelir. Sömürü-aşk-tutku-umut-özlem sarmalında, mülk sahibi toprak ağalarına karşı direnmenin öyküsüdür. Ve ön planda göçerlerin hep kendi kimlik ve kültürlerinin değerlerine sahip çıkma kaygısı vardır. 

Michael Ellison’un müziği şu yukarıdaki özetin özetini yansıtmakta; çalgılarıyla, tınılarıyla, melodileri ve ritmiyle geleneksel ile çağdaşı; yerel olanla evrenseli buluşturmada çok başarılıydı.

Ancak librettosu dahil olmak üzeri yaratıcı kadronun gerisi için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Ayrıca niye müzikli tiyatro demişler ki keşke salt müzik olarak dinleseydik. Kitabı bilmeyen izleyicinin konunun başını, gelişimini, sonunu anlaması neredeyse imkânsızdı. Belki librettoda daha seçici olmak, romandaki her öğeyi sahneye taşımamak, az ama öz olanı iletmeye çalışmak daha sağlıklı olabilirdi. 

Simon Jones’un sahneye koyuşuyla, Ting Huan’ın kostüm ve sahne tasarımı, Nigel Edwards’ın ışık tasarımı adeta birbiriyle çatışma halindeydi. Birkaç örnek: Sahne gerisindeki perde işlevsizdi. O perdede yazıların geçmesi ama sahnedeki yükseltiler nedeniyle yazıların okunamaması; obanın en değerli mal varlığı o çok özel kılıç öyküsünü amatör bir gölge oyunu gibi sunmak; kostümlerin sanatçıları ve dansçıları ezmesi, hem kostüm hem ışık tasarımının şiirsellikten, her tür duygudan yoksunluğu; görsel öğelerin Anadolu’dan çok Orta Asya’yı çağrıştırması... Bunlar 100 dakika boyunca beni tedirgin etse de yeni arayışlara yol açtığı için yine de iyi ki böyle çalışmalar yapılıyor demekten kendimi alamıyorum. 

Bardağın dolu kısmına bakınca: Can Okan’ın şefliğinde Hezarfen Ensemble’ın yorumladığı müzik, sahne üstünde iki anlatıcı rolünü üstlenen soprano Canan Özgür, mezzosoprano Feride Büyükdenktaş ve Deniz Güngören olsun; harika sesi ve şarkılarıyla Fatma Aydoğan, sahne üzerinde bağlama çalıp söyleyen Erdem Şimşek bu müzik olayının ağırlığını üstlenen başarılı sanatçılardı. 

İstanbul Müzik Festivali 18 mekânda, 24 konserle ve 25 bin izleyicinin katılımıyla sona erdi. Daha önce ertelenen Fazıl Say&Serenad Bağcan’ın “Dünya Anne” konseri ise 5 Temmuz Çarşamba akşamı AKM’de gerçekleşecek... Teşekkürler İKSV ve tüm katkıda bulunanlar! İyi ki varsınız.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları