Prens Adaları’nın en güzeli: Büyükada

Büyükada, adı büyük; ama topu topu 5,4 km2. Sayısız filme set olmuş, köşkleri, faytonları, çam ormanları, plajları, geceleri, eğlenceleriyle birçok yazara, şaire ilham vermiş.

Yayınlanma: 03.07.2021 - 15:55
Prens Adaları’nın en güzeli: Büyükada
Abone Ol google-news

Ben bütün pandemi döneminde seyahat ettim. Gezi programı çektim, gezi yazıları yaptım. Şimdi herkes gezmeye başladı, ben yoruldum! Biraz İstanbul içi dolaşıyorum. Merak etmeyin, çok yakında uzaklara, hem de bir hayli uzaklara açılacağım. Bugün size son Büyükada seyahatimi anlatayım, haftaya bambaşka yerlerdeyim...

Büyükada, adı büyük; ama topu topu 5,4 km2. Sayısız filme set olmuş, köşkleri, faytonları, çam ormanları, plajları, geceleri, eğlenceleriyle birçok yazara, şaire ilham vermiş. Faytonlar yok artık, elektrikli araçlar çalışıyor Ada içinde. İstanbulkart ile biniliyor. Bir devrin sonu. At pisliğinin kokusu ve atların giderken çıkarttıkları ses olmadan Ada mı olurmuş dedim. Gide gele alıştım. Hatta Faytoncu terörü olmadan daha iyi oldu. Araçları kullananlar hep gençler, ki kızlar da var aralarında, çok mutlu oldum.

Eski adı Prinkipo

Büyükada, 700 yıl süren Bizans döneminde hapishane ve manastırlarıyla nam saldı. Zamanında birçok önemli şahsiyet, din adamı, devlet büyüğü taht kavgaları sonunda Büyükada’ya sürgüne gönderildi. “Bizans oyunları” diye boşuna dememişler, öyle böyle oyunlar oynanmadı.

Bizans döneminde Ada’nın ismi Karia. Bizans’tan çok önceleri Muğla’nın kuzey kesimlerinde kök salmış olan Karya İmparatorluğu ile karıştırmamak lazım, sadece isim benzerliği. Sonraları Prinkipo adını almış, uzun süre de böyle anıldı.

İstanbul’da kurulan ilk belediylerden biri, Adalar Belediyesi, 1861 yılında Sultan Abdülaziz döneminde kuruldu. Belediye’nin merkezi de tabii ki Büyükada’ydı. 1864 yılındaki depremle çok büyük hasar aldı. Bir de üstüne 1900’lü yılların başındaki büyük yangın; Ada çok kan kaybetti.

“Ada’ya yazlığa gitmek”, aslında çok da eski geçmişi olan bir moda değil. 1940’lı yıllarda başladı Ada seyahatleri. Önceleri sadece gayrimüslüm İstanbullular gittiler. Zamanla müslüman asilzadeler de bu modaya uymaya başladı. İyi ki Adalar 1984 yılında SİT bölgesi ilan edildi. Buna rağmen o şahane köşklerin arasına birkaç tane numunelik, felaket diyebileceğimiz apartman yapılmış oldu. Neyse, çirkin yoksa güzelin ne kadar güzel olduğunu anlamazmış insan, diyelim.

Her mevsim deli güzel

Ben özellikle kış aylarında ve erken bahar günlerinde severim Ada’yı. O ilkbahar günlerinde insan kendini kaybeder. Mimozalar, manolyalar, hele hele erguvanlarla bir süslenir, bir güzelleşir ki, büyüylü bir hava oluşur adeta. Herkes huşu içinde dolaşır yokuşlu sokaklarda. Çiçek kokuları ve doğanın yeniden canlanmasına böylesine yakın olmak, adamı sarhoş eder adeta.

At nallarının fondaki sesini özlüyorum. Yine de dediğim gibi, iyi ki kalktı faytonlar. Arap istilası vardı son yıllarda, bilirsiniz; ama şimdi daha az sanki. Haftasonu mutlaka çok daha kalabalıktır tabii. Ada’yı bilen, çok gidip gelenler, Adalılar, o güruhtan, o en turistik mekanlardan sıyrılarak yaşamayı çok iyi bilirler. Öyle güzel köşeler vardır ki, hala İstanbul’da olduğunuza inanamazsınız.

Lefter’in Ada’sı

Çocukluğumdan beri çok severim Ada’yı. Buna rağmen hiç ev tutmadım, bütün bir yaz mevsimini orada yaşamadım. “Ada arkadaşlığı” denen o özel duyguyu, yaşayanlarda gördüm, çok da hoşlandım.

Çok özel insanları tanıdım Büyükada’da. Ölmeden bir yıl kadar evvel Lefter’le karşılaştım mesela. Yürüyüş yapıyordu, torunuyla birlikte. Biz de gezi programı çekiyorduk. Kırmadı, çok güzel bir röportaj yaptık. Hala onun Büyükada için söylediği övgü dolu, tutku dolu cümleler aklımda: “Ben başka bir yerde yaşamam, yaşayamam” demişti.

Vapurda defaalarca Ediz Hun’l karşılaştım, sohbet ettim. Ada’ya yerleşmiş yabancılar tanıdım. Yıllardır İstanbul’a inmemiş Adalılar’a hayret ettim, ama biraz da hak verdim galiba. 

Hep içime gelen his “burayı sarıp sarmalayalım; her tür tehlikeden koruyalım” olur. Amerika’da Georgia eyaletinde böyle küçük, onlara göre tarihi küçücük şehirler var. Neredeyse her sokak başı para ödeyerek geziliyor. Ki hiçbiri Büyükada’yla aynı ligde oynamayaz. Bizde güzellikler çok ortada. Kirletmek, hırpalamak çok kolay. Beni en çok üzen tarafı da bu. Akşam üstü sokakların gofret, sigara kulularıyla ddolu oluşu, boş pet şişelerin her yere savruluşu...

Ne yapılır?

-  Bir kere güzel bir yürüyüş. Bence büyük tur, harika olur. Ada’nın ruhu, mimari yapının rengi ancak o zaman anlaşılır. Sonraki noktalar için toplu taşıma kullanmak caizdir!

- Dil Burnu ve Yörük Ali Plajı, iskeleden çıkışla çok güzel yürüyüş noktaları, aklınızda bulunsun.

- Bisikletsiz bir Ada yolculuğu düşünülemez. Mutlaka kiralayın. İskele yakınında çok yer var. Yalnız dikkat, çok kaza oluyor. Bir de alışkın olmayanlar en fazla onbeş dakika dayanabiliyor. Ben “heheyt, günde iki saat spor yapıyorum, bana bisiklet neymiş” nidalarıyla başladığım turumu, onbeş dakikada sonlandırdım. Tabii çok utandığım için kimseye söylemedim!

-  Yıkık dökük Rum Yetimhanesi’ne hala et atılmıyor. Harika bir orman içinde, şahane bir yapı. Mimarı, dönemin en meşhur mimarlarından Alexandre Vallaury. Dünyanın ilk çok katı olan ahşap yapısı. Otel olarak inşa edildi, sonra kapandı. Eleni Zarifi isimli bir hanım satın aldı. 1. Dünya Savaşı sırasında Kuleli Askeri Lisesi buraya taşındı. Uzun yıllar yetimhane olarak kullanıldı.

- Çok sayıda güzel konak var. Ama Con Paşa ve İzzet Paşa konaklarının ayrı bir havası var.

-  Zamanın en şaşaalı otellerinden biri olan Hotel Splendid, hala çok güzel. En azından bir kahve içmek çok iyi geliyor.

- Sahildeki yerleri de çok seviyorum; ama Lunapark Kahvesi’ne gitmeden olmaz.

-  Aya Yorgi, Büyükada’nın simgesi. Oradan görünen manzara mükemmel. Yol boyu taş üstüne taş koyanlar, ip dolayanlar falan var. Bin kere böyle bir ritüel olmadığı da söylendi, ama toplumsal hafızadan yanlış bilgi bir türlü silinemiyor demek ki.

- Geçtiğimiz yıllarda açılan Adalar Müzesi’ni ziyaret etmenizi öneririm. Adalar’a ait geleneksel objeler ve yakın geçmiş çok zengin aslında.

- Şimdi sıkı durun: Eski usül yazlık sinema! Lale Sineması. Bu yüzden konaklamak gerekse bile, kalın Ada’da, değer. Gittiğimde daha açılmamıştı ama, belki şimdi açılmıştır. Bir bakmakta yarar var.

Ne yenir?

Ada Klasikleri: By Şükrü, Façyo, Ali Baba, Milano, Milto ve Prinkipo. Prinkipo’nun sahibi Fıstık Ahmet’i, onunla sohbet etmeyi, kitaplarından tarifler denemeyi pek severim. Buradan kocaman bir selam olsun.

Eskibağ Teras Restaurant’ta harika bir yemek yedik. Öğleden sonra oturduk, gece yarısı kalktık. Ye, konuş, gül. Ortam çok iyi geldi.

Bir de Dolce Pastanesi’nden bahsetmemek olmaz. Tatlıları, tuzluları, enfes. Ah ya, Büyükada Pastanesi de rejim bozduran cinsten.

Sinek Cafe ve Ada Kahvaltı, kahvaltı etmek için süper mekanlar. Öncesinde yürüyerek giderseniz de yediklerinizi hak ediyorsunuz. Ben kendimi hep böyle kandırırım.

Plajlar ve Marmara

Müsilaj bir hayli temizlendi. Ada plajlarında bir kirlilik görmedim ben. Deniz de çok güzeldi. Çok sayıda plaj, beach var. Sahilden motorlar da kalkıyor, yürüyerek de gidebilirsiniz. Blue Beach, Nakipbey, Ada Beach... İçinizden neresi gelirse oraya gidin derim. Önceden giriş ücreti, menüdeki yiyecek ve içeceklerin fiyatlarını sormak ayıp değil. Sonra tatsız bir sürpriz olmasın.

Ne alınır?

Tam Ada’ya uygun bir şey: Peştemal, şapka, plaj çantası.

Lizet ve Jojo Levi, by Lizzy’s markalarıyla yıllar içinde peştemal ve plaj giyimi işinde çığır açtılar. Yazları Ada’da yaşıyorlar zaten. Anadolu Kulüp içinde 50 yıldır kullanılmayan bir köşeyi kiralamışlar. Elleriyle temizleyip boyamışlar. Tavanını hasır örgülerle kaplamışlar. Kendi ürünleri dışında üç kadın girişimciye daha imkan tanımışlar. Böyle biraz Mikonos, biraz St. Tropez havasında bir küçük köşe olmuş. Acayip güzel şeyler var. Hediye düşünenlerin de çok işine yarıyor. Dünya para değil, ama özgün ve renkli. Erkeklere uygun birşey yok ne yazık ki. Öyle çok başlarının etini yedim ki, bana özel bir şapka tasarladılar. Yakında yeni bir “line” açmalarını ümit ediyorum. 



Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler