Gençler arsındaki uçurum
Dünya geliştikçe nesiller de değişiyor. Farklı coğrafyalarda, farklı kültürlerde büyüyen gençler her geçen gün biraz daha bencilleşiyor.
Yeni neslin hobileri, hedefleri, ilgi alanları, meslek seçimleri, cinsel tercihleri, ebeveyn ilişkileri, sanata bakış açıları gibi konularda bizlerden çok farklı olduklarını görüyorum.
Hayatım, annemle babamın “Ah ah, bizim zamanımızda” benzetmeleriyle geçtiği için rahmetli babamın şimdiki gençliği görmesini çok isterdim. Babamın ağzından bir laf çıktı mı kanun gibi kabul edilirdi, sol kaşı havaya kalktığında, o olay her ne ise olmuş bilin. Ama ben yeğenimden bir bardak suyu yalvararak istiyorum. Söylene söylene gidip getirinceye kadar zaten ben o suyu içsel olarak içmiş oluyorum.
“İndividualism” yani bireyselcilik, diğer bir adıyla bencillik 21. yüzyıl gençliğinin ana fikri olmakla birlikte dünya kendi etraflarında dönüyor zannediyorlar. Her ağladıklarında ağızlarına bala batırılmış emzik verildiğinden “hayır” kelimesine alışık değiller. Peki, bu çocukları kim yetiştiriyor? Tabii ki anne babalar. Ama bence 21. yüzyılda tüm dünyada sistem üç aşağı beş yukarı böyle çalışıyor.
Tayland seyahatimde gözlemlediğim kadarıyla yeni nesil bizden çok da farklı değildi. Kararlarını almış, cinsel tercihini yapmış hatta ailesine karşı kararlı bir gençlik gördüm. Çalışıyor, okuyor ama asla aile bireyleri arasında çok büyük bir bağ yok. Yani kendi hayat şartlarını oluşturmuş, hedeflerini çizmiş ve o yolda yürüyorlar. Arap ülkelerine yaptığım gezilerde ise gençlerin küreselleşme çemberindeki giyim kuşamları, aldıkları uluslararası eğitimleriyle dini baskıların fazlaca farkında olmadan yollarına devam ettiklerini gördüm. Hepsinin tek bir amacı var: Aldıkları eğitimin hakkını vermek ve iyi bir maaşla insani şartlarda yaşamak. Onlar hobilerini, tatilini yapabilmek; seyahat edip dünya kültürleriyle tanışabilmek istiyorlar. Bunların arasında Çin gençliğini ayrı tutmak gerek. Kimi çok fakir kimi de zengin ve marka düşkünü... Ünlü bir markanın özel yılbaşı indiriminde kapıların açılma sahnesini gördüğümde “küçük dilimi yutuyordum” desem abartı olmaz.
Aslında günümüz gençliğinin büyük kısmında marka düşkünlüğü yok. Onlar yalnızca giyinmek, rahat etmek, en ucuz şartlarda, en moda şeyleri alıp tüketmek istiyorlar. Kalamış’ta tam karşımda oturan iki genç kız modası geçmiş kıyafetlerini çöpe atıyorlar. Apartmanın görevlisine, “Bu kıyafetleri ihtiyacı olan kişilere dağıtılmak üzere caddeye konulmuş giysi kumbaralarına atın, yazık oluyor” dediğimde, “Abla sana ne” tavrıyla karşılaştım. Bunlara muhtaç o kadar çok insan varken “Abla sen kendi işine bak, boşver onları” da ne demek? Doğu’daki çocuklar için giysi, ayakkabı, bot hatta ev eşyası toplayıp ulaştıran kız kardeşime gönderilen teşekkür mesajları, bir yandan o çocukların yaşadığı sevinci görmenin bile insana huzur verdiğini hissettirirken bir yandan da paylaşmanın ne kadar önemli olduğunu gösteriyor.
Aradaki uçurumu fark edebiliyorsunuz değil mi? Birileri çöpe atıyor, diğerleri sevinçten zıplıyor. Yani bireysellik veya bencillik, paylaşmanın tadını aldı mı fakirlik azalır en azından. Yeni nesle uyarım; paylaşın, paylaştırın.
En Çok Okunan Haberler
- Türkiye'nin 'konumu' hakkında açıklama
- Son anket: AKP eridi, fark kapanıyor
- Adliyede silahlı saldırı: Ölü ve yaralılar var!
- Kalın Colani'nin yolcusu!
- Ayşenur Arslan’ın Colani ile ilişkisi
- Hatay’da yaşayan Alevi yurttaşlar kaygılı
- Naci Görür'den korkutan uyarı
- Erdoğan'a kendi sözleriyle yanıt verdi
- Türkiye'den Şam Büyükelçiliği'ne atama!
- NATO Genel Sekreteri'nden tedirgin eden açıklama