Adalet Ağaoğlu'ndan “Dert Dinleme Uzmanı”
Adalet Ağaoğlu'nun on sekiz yıl aradan sonra yazdığı ve Türkiye Cumhuriyeti'nin analizi niteliğindeki "Dar Zamanlar" serisinin dördüncü kitabı “Dert Dinleme Uzmanı” okura sunuldu.
'Uğradığım, umut yıkımı'
Adalet Ağaoğlu'nun on sekiz yıl aradan sonra yazdığı ve Türkiye Cumhuriyeti'nin analizi niteliğindeki "Dar Zamanlar" serisinin dördüncü kitabı “Dert Dinleme Uzmanı” okura sunuldu. İsim, zaman ve mekândan azade romanında Ağaoğlu, her dert dökümünün simgesel anlam ve çağrışımları olduğunun altını çiziyor. Toplumsal ahlakın bozulması, yozlaşması ve sonunda bireyin kendisinin bile farkına varamadığı değişim ve dönüşümünü nüktedan bir dille anlatıyor. Ağaoğlu'yla “Dert Dinleme Uzmanı”nı, 12 Eylül izdüşümlerini ve referandumunda verdiği “yetmez ama evet” oyunun yansımalarını konuştuk.
- İnsanoğlunun sefaleti ve gafletiyle nasıl bir ilişki kuruyor ve halkına doğru hangi yeni hatları çekiyor “Dar Zamanlar” üçlemenize bu ek kerte?
- “Dar Zamanlar” üçlemem Cumhuriyetin ilk kuşaklarından başlayarak içinde burun buruna yaşanan üç askeri darbe döneminin insanlarımızda, dolayısıyla toplumumuzda yarattığı sancıların izdüşümlerine odaklanıyordu. Bu romanların üçünde de çeşitli kurgulamalar ve göndermeler rehberliğinde eşitlikçi ve demokrat olamamış bir devletin gel gitlerle dolu ekonomik, sosyal, hak-hukuk sorunlarına karşı sivil bir anayasanın gerçekleştirilmesi çağrısı söz konusuydu. Bu benim bir öngörüm olarak da değerlendirilmiştir. Gerçekten de bu romanlardaki dürtülerim sanıyorum bugün bile hâlâ geçerli, hem de fazlasıyla. “Dert Dinleme Uzmanı”nın o üçlemenin dördüncüsü olması, açıkçası yayınevimin haklı bir değinisinden doğdu. “Dar Zamanlar”, belirttiğim çizgi üstünde süregelmişti. Böylece gele gele de dertler ve şikâyetlerle dolu bir “ulus” haline düştük. Hastalıklı bir toplum... Bunda evrensel planda “küreselleşme”nin de rolü büyüktü ama bizimkisi demokratik ve eşitlikçi bir devlet olamaması nedeniyle evrensel plandaki çağdaş bütünleşmenin dışında kalıyor. Gümrük kapısının açılması “dönüşümüyle” kapitalist ahlâkın kendine has işleyişine yabancı kalındı.
Takliden yapılan her sözde dönüşüm gibi bizdeki “yerel” maddi ve manevi değerler yozlaşıma uğradı. Altyapısı olmayan köşeyi dönme ahlâkının meyvesi, insanlar arasındaki güven duygusunun silinmesi oldu. Artık gelecek yoktu; belirsizlik vardı: Yarının planetini sorgulamak sınırdışıydı. Fakat hayat devam ediyor... Yaşayarak öğrenmekten daha güçlü bir bilgi yok. Bu bilgi bizi, çaresizlik halinden kurtulmaya sürüklüyor. 12 Eylül sonrasındaki bu sürece, yine bir roman kurgulama yolundan dokunmaya kalkışmam sanki bir mecburiyetti benim için. Maddi ve manevi anlamda değişime uğrayan özel hayatım bakımından bu mecburiyete boyun eğmem kolay değildi. Fakat insan büyük değer kaybının “kalleşçe” bir tokadını yiyince öyle bir silkiniyor ki! Demokratik bir anayasaya güle oynaya, taklalar ata ata, aynı zamanda da ısrarla yine davetiye çıkaracaktım. Cambazın ipteki son ânı. Cumhuriyetin ikinci kuşağının, açıkçası verili olanları ciddiyetle sorgulayan aydınlarının hesabını sormak! Kolay değil. Rastlaşmalar ve çağrışımlar yolculuğunda dökülen dertlerin simgesel bir anlam taşımasına gayret etmelisin diyerek sözde şu yeni “dönüşümlerle” güreşme cesaretini buldum. Galiba öyle.
“EVET OYUM İÇİN PİŞMAN DEĞİLİM AMA KENDİME KIZGINIM”
- 12 Eylül referandumunda hayli eleştirildiğiniz "yetmez ama evet" oyunuz konusunda ve pişman olduğunuz yönündeki açıklamalarınız... Burada da anlatır mısınız?
- Yok, yok, bu açıklama biraz yanlış yansıdı. Pişmanlık diye bir şey yok. 12 Eylül darbe anayasasının baştan ona değiştirilmesinin hep peşinden koştum. Hâlâ da koşuyorum. Bugün bir güç çıksın ortaya ve “Bunu eşitlikçi ve demokrat bir anayasa yapacağım” diye söz versin yine peşine takılırım. Anayasa referandumuna elbette “Evet” diyeceğim. Hrant Dink cinayetini işleyenler bulunup cezalarını çeksin diye sonuna kadar ısrarcıyım: İnsan haklarında onu oraya, bunu buraya sürdürüp durup süründürmeye gerek yok. Benim yıkımım kendime karşı bir yıkım oldu. Bendeniz Polyannacılığı öyle kolayına giyinmiş biri değilim. Öyle tepeden iyimser kesilip umutlara falan kapılamam. Bu Anayasa meselesi benim için bütün dertlerin devası olabilecek bir husus. Bu konudaki hassaslığım belki de gereğinden fazla. TBMM'deki yeni iktidar askeri vesayeti geriletmiş, bazı hususlarda önemli adımlar atmıştı; demokratik bir anayasa yapma sözüne inanan tek başına ben değilim. Uğradığım, umut yıkımı. Çünkü ufukta başka bir alternatif de görünmüyor. Niye hemencecik umuda kapıldım ki! Kızgınlığım kendime, o kadar. Pişmanlık fazla gelir.
- Romanınız tüm bu tartışmalara nasıl bir yanıt?
- “Dert Dinleme Uzmanı bu tartışmalara nasıl bir yanıt?” diye soruyorsunuz. Kavramlar çok değişti ve bu değişimleri sorgulamamak, geleceğin sağlıklı yollarını bulmaya yarayabilir. Meslektaşınız Sibel Oral da bu roman üstüne Radikal Kitap için bir söyleşi yapmıştı. Onun şu cümlesinin altını çizmeden duramam: “Bu roman iyi niyetten kötüye, kötülüğe zorlanan aydınlar için bir ağıt sanki...” Evet öyle, bu bir ağıt.
“DAMGALAYICILARI MUHATAP ALMAYA BİLE DEĞMEZ!”
- Dert Dinleme Uzmanı/ Başkanı'nca kaleme alınan “defter”deki “kırmızı kaleme paydos” notu da önemli.
- Defterin sayfaları biterken “artık altını çizeceğim bir şeyim kalmadı; bıkkın ve yorgunum” diyor.
- İddia o ki defter tehlikeli, suçlu, yanlı ve yaftalayıcı...
- İdeolojilere tutkunluğun, hatta tapınanların niyetlerine göre onu bunu şöyle böyle damgalaması iyi niyete sığmaz. Hukuka başvurmaya, muhatap almaya bile değmez!
- Zümreler, satıhlar, cepheler katman katman romanda. Evrensel Kokteylci hanım, şair ve yazarsever marangoz… Mevzuatı, beyannamesi ve inceleme komisyonuyla İnsan Hakları İnceleme Kurulu... Kötücül ve bir o kadar nihil iktidarın yağdanlığı “yerli ecnebiler...” Çiftlik-huzurevi hattındaki gelgitte yaşam sürenler...
- Romanı öne sürülmesini iş edindiğim durum ve düşünceleri okurla paylaşmak için yazdım. Beş bölüm halindeki romanda her bölümün altında, çevresinde dönülecek kavramlar var. Şimdilik bu kavramlarla tartışmayı, insanların birileriyle karşılıklı buluşup dertlerini dökerken dinleyende uyandırdığı çağrışımların rolüne bırakalım. Yazar evrensel planda insan haklarının korunmasının derdine düşmüşse bunları açıklayan olgular, olaylar yaşantı birikimlerine değinmeli ki amacını doğrulayabilsin. Şimdiye kadar birçok değinimde “roman uydurmadır” deyip durdum. Öyle bir metafor uyduracaksın ki “yarası olan gocunabilsin.” Dökülen dertlerin simgesel bir değer taşıması için gayret gösterdim diyebilirim. Romanın tek kahramanı var ama dert dökmeciler gibi figürler pek çok.
- Formülü aynen alıntılarsam: “Rastlantı + Çağrışım + Sezgi = Yaşamak/ YIKINTI.” Nasıl çözülüyor Dert Dinleme Uzmanı'nda?
- Hani “yaşamakla edinilen bilgiler başka bilgilerden daha güçlü” demiştim ya, hayatlarımız boyunca yaşadığımız rastlantılar yolumuzu şu bu biçimde değiştirmeye mecbur kılabilir bizi. Kendinizi düşünün; uçaktasınız ve kader bu ya (!) yanınızda fazla konuşkan biri oturuyor, girişte başına gelen bir “çarpıklığı” anlatmaya başlar, siz de ister istemez kendinizin de başınızdan geçmiş böyle bir çarpıklığı hatırlamış, o ân yaşar gibisiniz. Yanındaki hâlâ aynı şeyleri anlatıp duruyor, büyük sıkıntı. İçin için bir daha böyle biriyle oturmama sezgisi ediniyorsunuz. Roman kahramanımızın altını çizdiği üzere, yazarlardan biri de “hayat ânlık bir çizgidir” deyip geçmiş ya.
“MİZAHÇILIK, NÜKTEDAN OLMAK BENİM KADERİM”
- Bu yapıtınızın dili, yazarının ve kahramanının kafa seslerine çok daha yoldaş. Çok daha nüktedan, “uzlu ve özlü” ve neden (iyi ki de) böyle?
- Mizahçılık, nükteden olmak da benim kaderim. Kendiliğinden öyle oluyor doğrusu ve size teşekkürlerimle “iyi ki de öyle oluyor.” Gerilimlerin altından belki de böyle kalkabiliyorum.
- Günlük hayatın jestleri ve mimiklerinin yazınınızda ne denli yoğun ve yetkin bir referans, bir sıfır noktası olduğunu gayet iyi biliriz ama sizden dinlemek başka.
- Bireyin kendisine mahsus iç sarsıntıları, sevinç ve kasvetli halleri görsellikle açıklanmaya çalışılıyor artık. Görsellik pazarı teknik olarak da çok zengin. Bir oyun yazarı olarak, burdan bana iki şey miras kaldı: Zaman değişimlerinden kısaca ve inandırıcı biçimde atlayıvermek ve romanlardaki uzun karşılıklı konuşmaları kısa kesmek. Meselâ “Ruh Üşümesi” romanımda kadın ve erkek rolleri arasında sadece yedi diyalog var. “Dert Dinleme Uzmanı” için bu beceride inatlaşma şansı yok. Adı üstünde dertler döküldükçe dökülüyor. Ama çağrışımlar hizmetime giriyor, şu zamandan bu zamana hop diye atlanabiliyor mesela. Bu romanda jestlere, mimiklere yolaçmam da bir mecburiyet. Çünkü adları yok. Kendilerini belirleyecek tek şey jestler, mimikler, takma adlar falan...
gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr
Dert Dinleme Uzmanı/ Adalet Ağaoğlu/ Everest Yayınları/ 256 s.
En Çok Okunan Haberler
- Suriyeliler memleketine gidiyor
- Marmaray'da seferler durduruldu!
- İlber Ortaylı canlı yayını terk etti!
- Yaş sınırlaması Meclis’te
- ATM'lerde 20 gün sonra yeni dönem başlıyor
- İBB, Bilal Erdoğan dönemindeki taşınmazları geri aldı
- Erdoğan'dan flaş 'Suriyeliler' açıklaması
- Lütfü Savaş CHP'den ihraç edildi
- Suriye’de şeriatın sesleri!
- 'Onun ne olduğunu iyi biliyoruz'