Akademinin ‘Hayır’ diyebilmek için üç temel nedeni var

Prof. Dr. Nejla Kurul, üniversitelerin dönüştüğü koşulları ve anayasa değişikliğine akademinin neden ‘hayır’ demesi gerektiğini anlattı...

Akademinin ‘Hayır’ diyebilmek için üç temel nedeni var
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 09.04.2017 - 21:05
 
Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nden 686 sayılı KHK ile ihraç edilen Prof. Dr. Nejla Kurul, üniversitedeki dönüşümü ve 16 Nisan’daki anayasa değişikliği referandumunun kabul edilmesi durumunda yaşanabilecekleri Cumhuriyet’e anlattı. 
 
‘OHAL’de çember daraldı’
 
-İhraç edildiğiniz üniversitenin bugününü nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
Barış Bildirgesi imzacısı olduğum için 7 Şubat’ta Ankara Üniversitesi’nden ihraç edilmiştim ve bir süre sonra emeklilik işlemleriyle ilgili bazı belgeleri vermek üzere Rektörlüğe gittim. Yerleşkenin çevresini saran tel örgüler nedeniyle içerisinin görülemeyecek biçimde kalın ve yüksek olduğunu farkettim. Aklım birden ‘sınır ve ‘duvar’ kavramlarına sıçradı. Kuşkusuz sınır ya da duvar metaforu, duvarın ötesinde var olan kırılgan yaşamlarla ilişkilendirilir. Duvarlar yükseldikçe, içerideki çığlığın dışarıya taşması, dışarıdakinin de içeriye ulaşması engellenir. Keskinleştirdiği sınırlarla çoğulcu düşünme ve eyleme dinamiğini yok eden, “görmüyorum, duymuyorum ve konuşmuyorum” diyen bir kurum, bir yüksek okul, bir şirket olabilir, ne var ki bir üniversite olamaz. Üniversite, öğretim elemanları ve öğrencilerin dürüstlük yoluyla hakikatle ilişki kurduğu bir zemindir ve üniversitenin “hakikati söylemek” gibi bir sorumluluğu vardır. Oysa duvar ya da sınır, doğanın talan edilmesini, artan yoksulluk ve yükselen işsizlik oranlarını, vakıflardaki çocuk istismarı konuların ve iktidarın ciddi insan hakları ihlallerine yol açan resmi Kürt politikalarına “ses çıkarmama”dır. Uzunca bir süredir üniversite bu sınırların içinde yaşıyor. Ancak OHAL döneminde özellikle bu çember giderek daraldı ve daralıyor. 
 
-Anayasa değişikliği maddelerini nasıl yorumluyorsunuz?
 
Referanduma sunulan yeni Anayasa değişikliği, hem Türkiye genelinde hem de üniversiteler de yaşatılan haksız ve hukuksuz uygulamaları ‘kitaba uyduracak”, keyfiliği Anayasal kurum haline getirecek, hatta Anayasasız bir sürecin önünü açacakmış gibi gözüküyor. Gücü tek kişi ve bu kişinin çeperindeki kümede merkezileştirme, TBMM’nin yasa yapma gücünü sınırlama ve onun işlevini daraltma, güçler ayrılığı ilkesini ihlal ederek yargının bağımsızlığını ortadan kaldırma ve büyük ölçüde vergilerimizle oluşan bütçeyi Partili Cumhurbaşkanına teslim etme OHAL döneminde yaşadıklarımızı çağrıştırıyor. Bu ‘Anayasa Projesi’ zaten bir süre önce başlayarak OHAL döneminde hayata geçirilmeye başlamış gözüküyor. 
 
‘Üniversiteler kışlaya dönüşüyor’
 
-Anayasa değişikliğinin üniversiteler üzerinde etkileri neler olabilir?
 
Üniversitelere gelince uzunca bir zamandır işlevsizleşen üniversite senatoları, rektörlerin keyfi uygulamalarına karşı sesini yükseltemeyen yönetim kurulları, şeffaf olmayan hesabı verilmeyen bütçeler... Gördüğü gerçeği söyleyemeyen haksızlıklar karşısında ses çıkaramayan üniversite yavaş yavaş çürür. Yeni anayasa değişikliğine göre, üniversitenin bugünkü çölleşme hikayesi olağanlaşacak, gücü merkezileştiren ve Partili Cumhurbaşkanı ve çevresindekiler hoşlarına gitmeyen rektörleri görevinden alacak, iktidarın istediği biçimde konuşmayan öğretim elemanlarını KHK torbalarına atacaktır. 
 
- Üniversitelerin referandum tercihi nasıl olmalı?
 
Bana göre üniversitelerin referandumda anayasa değişikliğine ‘hayır’ demesinin esastan üç gerekçesi vardır. Birincisi, yeni Anayasa düzenlemesi ile rektörlerini partili Cumhurbaşkanının atadığı üniversiteler, iktidarın ve piyasaların sürekli müdahale ettiği ‘resmi’ bir alan haline gelir. Bu haliyle içi boşaltılmış olsa bile, üniversiteler demokratik ve özerk niteliği yitirir. Üniversite özerkliği tamamen tarihe karışır. Siyasal iktidar bugünkü gibi üniversitenin iç işleyişine sürekli müdahale eder, kendinden olmayan yöneticileri, öğretim elemanlarını ve öğrencileri ya kendine benzemeye zorlar ya da KHK’lerle duvarın dışına atar. 
 
İkincisi, denge ve denetim mekanizmalarının olmadığı ve yargının bağımsızlığını yitirdiği ve gücün partili cumhurbaşkanı ile çevresindeki az sayıda insanda toplandığı durumda; muhalif düşüncedekiler, farklı görüşlerdeki insanlar, muhalif basın, siyasal partiler, demokratik kitle örgütleri üzerindeki baskılar, özgün düşünce ve zengin pratik olanakları köreltir. Bunun en büyük etkisi olarak akademik özgürlükler üzerinde baskı ve özellikle oto-sansür karşımıza çıkar. Korkular, gerçek araştırma gündemlerini buharlaştırır. Araştırmacılar, hakikate teğet geçen araştırmalara yönelirler, güdümlü, parçacı ve kısa erimli çalışmalarla bilim teknikleşir, gelir yaratan araştırmalara yönelim artar, bu durum çalışma barışını bozar. 
 
‘Üniversitelere itibar edilmeyecek’
 
Yeni Anayasa değişikliği ile Meclis’in işlevini yitirmesi, yasa koyucunun zaten sınırlı biçimde etkileştiği tabanla olan bağını iyice koparır. Sorunlarının giderilmesine dair düzenlemelerin seçilmiş yasa koyucular tarafından bile nihayete erdirilemediği durumda, üniversitelerin çalışmalarına hiç itibar edilmeyeceği açıktır. Üniversiteler bu koşullarda gerçeğin izini süren kurumlar değil, ürkek ve itaatkar insanlar yetiştiren okullara dönüşür. Öğretim elemanlarının bilimi “meslek olarak uğraş” ve öğrencilerin ise üniversite eğitimini “hayatını kazanma” olarak gördüğü bir üniversite, hakikatin, anlamlı ve amaçlı bir hayatın arayışını sekteye uğratır. 
 
-Peki, ‘hayır’ denirse?
 
Aslında bu cümleler sadece üniversitelerin ve buradaki hayatların hikayesini anlatmıyor, anlattığı şey herkesin hikayesi. Gerçekte üniversitenin ‘Hayır’ı tüm yurttaşların “Hayır”ı ile örtüşüyor. “Hayır” diyen üniversiteler varken yaratılan mağduriyet öfkeyi sivriltse de, “hayır” diyebilmenin kendisi umudu da büyütüyor. 16 Nisan da ‘hayır’ kazanacak ve insandan, doğadan ve toplumdan yana demokratik üniversite mücadelesi büyüyecek.

Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler