Asıl bize 'aristokrat' diyenler aristokrat

İsmet İnönü'nün torunu Gülsün Bilgehan, çok sade, mütevazi bir yaşamları olduğunu belirterek "Asıl bize aristokrat diyenler aristokrat" dedi.

Yayınlanma: 31.07.2014 - 23:03
Abone Ol google-news

Türkiye Cumhuriyeti’nin 2. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün torunu Gülsün Bilgehan’la “Milli Şef’in torunu” olmak üzerine sohbet ettik. Gülsün Bilgehan’la da Pembe Köşk müze-evde sohbet ettik. O da çok sade, mütevazı bir yaşamları olduğunu söylüyor.

“İsmet Paşa’nın torunu” olmanın getirdiklerini şöyle özetliyor: “Ben başbakan torunu olduğumu, ana muhalefet lideri olarak İnönü’yü hatırlıyorum. 1973’te öldüğünde 17 yaşındaydım. Ben en büyük çocuğuyum, biz bütün bu mahalledeki çocuklar gibi elimize çantamızı alıp Çankaya İlkokulu’na giderdik. Belki bir farklılığımız vardı ama aldığımız eğitimden dolayı o farklılığı göstermemek için herkesten daha sade, herkesten çok daha iddiasız, mütevazı olmaya alışmıştık ama herkesten daha çok çalışmamız, ödevlerimizi yapmamız, sözlüye kaldırıldığımızda herkesten daha iyi cevap vermemiz, karnemizin çok iyi olması gerekirdi. Sınıftan eve döndüğümüzde İsmet Paşa bize, ‘Ne yaptınız, bugün derse kalktın mı’ diye sorardı. Ben de, kardeşlerim de olağan evlilikler yaptık. Çocuklarımız bizden çok daha az bu ortamın içinde. Kendi çocuklarım için söyleyebilirim; anaokulundan üniversiteye kadar pek çok arkadaşları hangi aileden geldiklerini bilmezdi. Hâlâ da öyledir, çalıştıkları yerlerde kim oldukları bilinmez. Ben ilk milletvekili seçildiğimden beri hep yurtdışında görev aldım. Oralarda birçok önyargılı, eleştirel gözden ya da övgüden uzak olarak bir Türk milletvekili olarak görev yapabildim. Beni ‘Bayan Bilgehan’ olarak tanıdılar.”

Gülsün Bilgehan “cumhuriyet eliti, aristokrat” eleştirilerine “Bize bu eleştirileri yöneltenlerin bizden çok daha aristokrat olduğuna inanıyorum, yaşam tarzlarıyla, imkânlarıyla. Biz bu eve 1925’te İnönü’nün gelişinden itibaren hep sade, orta halli bir memur ailesi olarak yaşadık. Çocuklarımızda da devam ediyor bu alışkanlık” karşılığını veriyor. Erdoğan ve ailesiyle ilgili olarak “Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı adayı olmak hakkı ama arkasında çok ciddi, vahim bir bagajla çıkıyor. Bu bagajı temizlemeden, bu iddialardan aklanmadan Çankaya’ya çıkmasını çok endişe verici buluyorum. Siyasetçi çocuğu olduğum için aileleri korumaya çalışırım, ailelerin haksız yere itham edilmesini, zaten zor olan hayatlarının daha da zorlaştırılmasını istemem. Ama bunu önlemenin tek yolu aklanmaktır” diyor.

“Erdal dayımın güzel bir sözü vardır: Gerçeğin er ya da geç bir gün ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu vardır” diye de ekliyor. Bilgehan, 20 yıl önce yazdığı Mevhibe kitabını gösteriyor. Bu kitapta Mevhibe Hanım’ın bir kadın olarak mücadelesi ve hayatından kesitler var. “Mevhibe Hanım hep ilk evlendiği Miralay İsmet Bey’in eşi olarak kalıyor, hiçbir zaman first lady olmuyor. Geleneğine, göreneğine, inancına çok bağlı, aynı zamanda da Cumhuriyet değerlerini benimseyen bir genç kadın olarak eşinin yanında yer alıyor. Ne önünde, ne arkasında” diyor.

 

3 metrelik kumaş hikâyesi

Başbakan Erdoğan’ın İsmet İnönü’yü hedef alan suçlamalarına girmek istemeyen Bilgehan, geçmişte de çeşitli suçlamalar olduğunu söylüyor. “3 metrelik kumaş” hikâyesini anlatıyor. 1950’den sonra da DP’li bir milletvekili Meclis kürsüsünden, bir devlet kurumundan Mevhibe İnönü için alınan 3 metre kumaşın parasının ödenmediğini söyler. İsmet Paşa hemen evde o 3 metrelik kumaşın faturasını bulur ve Meclis’te gösterir.

Bilgehan, “Erdal dayım yurtdışında öğrenciyken annesine iyiniyetle bir palto almak istiyor, babasına mektup yazıyor. İnönü’den fırça mektubu geliyor, aklından çıkar, senin öğrenim paranı zar zor denkleştiriyoruz, diye. Bu kadar sade, mütevazı hayatlar” diyor.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon