Aslı E. Perker'den 'Vakit Hazan'

Beşinci romanı “Vakit Hazan”la Osmanlı’nın son yıllarına uzanan Aslı E. Perker, bu defa Batılılaşma serüveninin beraberinde getirdiği toplumsal yarılmalara odaklanıyor. Perker, kahramanı Handan’ın serüveni üzerinden dönemin çatışmalarından Osmanlı’da kadın hareketinin doğuşuna dek pek çok meseleyi ele alıyor romanda.

Aslı E. Perker'den 'Vakit Hazan'
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 18.11.2016 - 17:03

Şefkat, en çok ihtiyaç duyduğumuz şey’

 

- Vakit Hazan’ın fonuna Osmanlı'nın son yıllarını almışsın. Toplumsal çatışmaların yoğun olduğu bir dönemde, biraz da batılılaşma serüveni üzerinden farklı kesimleri anlatıyorsun. Bu dönemi anlatmayı seçmenin nedeni neydi?

- Daha önceki kitaplarımla ilgili de birkaç kez, farklı yerlerde söylemiştim; ben genelde karakterlerden yola çıkıyorum. Merak ettiğim yaşamlar, insanlar var. Bundan yaklaşık altı sene evvel Osmanlı’nın son zamanlarında, yurt işgal altındayken hayatın içinde herhangi bir genç kadın olmak ne demek, nasıl bir his onu düşünmeye başladım. Öyle bir dönem ki bahsedilen, tüm milletlerin İstanbul’da bir arada toplandığı, bir yandan endişe ayyuka çıkmışken bir yandan da eğlencenin gırla gittiği günler. Kadındaki dönüşüm daha evvel başlamış ama bilhassa o günlerde giyim kuşamdan yaşayış tarzına, kadın erkek ilişkilerine her şey müthiş bir değişim yaşıyor. Misal, dönemin belgelerinden anlaşılıyor ki kadınların da adamların da evlilik yaşı bir hayli yükselmiş. Sebebi parasızlık, belirsizlik. Ev kiraları müthiş yüksek, bakliyat çok pahalı. İşte kendimi o dönemde genç bir kadın gibi hayal etmeye başladım ve ortaya Handan çıktı.

 

SANA SELAM OLSUN GÖZÜMÜN BEBEĞİ İSTANBUL”

- Romanda döneme dair çok ilgi çekici detaylar var. O dönemin romanını yazmaya nasıl hazırlandın?

- Roman için kütüphanede yatıp kalktım desem yeridir. Bu romanı yazmaya başladığımda New York’taydım. New York Kütüphanesi çok zengin kaynaklara sahip. Hem İngilizce hem de kütüphanenin Musevi bölümünde Fransızca olarak çok fazla belge var. Zaten bütün dünyanın gözü Türkiye’nin üzerinde, her gün gazetelere gönderilen haberler var. Onlar bile başlı başına bir kitap eder. Mustafa Kemal’den yıldız subay diye bahsediliyor örneğin. Kendisiyle yapılmış söyleşi bile var. Muhabiri alıp cephaneliği gezdiriyor. Müthiş bir şey. Çoğumuzun sandığından farklı, interaktif bir ortam.

Kitap daha bitmemişken New York’tan İstanbul’a taşındım, bu sefer de Atatürk Kütüphanesi kapı komşum oldu. Orası da çok kıymetli bir arşiv. Kitabın kahramanının kişiliği daha çok oturmaya başlamış, artık ne istediğini biliyor, o bakımdan da İstanbul’da olmak çok önemliydi. Hiç yürümediğim kadar çok yol yürüdüm, sokaklarda dolaştım, binaların karşısında dakikalarca durup inceledim, eski muhitleri karış karış gezdim. Bu arada dönemin romanları da benim için önemli bir kaynakça oldu. Fakat sadece bizim görüp bildiğimiz Türkiye’de yayımlanmış romanlar değil. Türkiye’den göç eden diğer milletlerin geriye bıraktığı eserler var. Hepsi çok kıymetli; dönemin belgeselleri de... Bir mektup var örneğin bir askerin eşine gönderdiği; kitapta kullandım. “Sana selam olsun gözümün bebeği İstanbul. Senin için ölmeye razı canlardan sana selam olsun!” diyor. Bu iki satır için en az yirmi saat belgesel seyretmişimdir, ağlamaktan helak olmuşumdur.

 

KORKARAK HAZIRLANDIM”

- Her kitap, okuru için olduğu kadar yazarı için de dönüştürücü bir yolculuk. Bu seyahat esnasında geçmişe bakışında ya da kalbinde bir şey değişti mi?

- Benim üzerinde yaşadığım coğrafya ile, tam olarak toprak ile diyeyim, her zaman yakın bir gönül bağım oldu. Hatta 13 – 14 yaşlarındayken çılgıncasına bir aşka tutulduğumu hatırlıyorum. Bu yaşadığın şehri falan sevmek değil. Bildiğin ayağının bastığı yeri sevmek. İşte bu sevginin kaynağını anlamış oldum kitabı yazarken.

- Neymiş kaynağı?

- Bu topraklar için verilen savaşın içimdeki ekosu.

- Dil, olayların geçtiği zaman ve atmosferle gayet başarılı biçimde örtüşmüş. Bir parça eski dil kullanıyorsun. Bu senin diğer kitaplarında kullandığın dil değil. Onu nasıl kurdun, nasıl hazırlandın?

- Korkarak hazırlandım. Yaşamadığın bir dönemin dilini kullanmak sıkıntılı ama bir yandan da çok keyifli. Önceden okuduğum Klasik Türk Edebiyatı eserlerine tekrar tekrar döndüm, onlardan kopya çektim. “Lisan”, ama her lisan benim için çok kıymetli. Üzerinde çalışmayı, düşünmeyi, kelimelerin köklerini araştırmayı, anlamaya çalışmayı seviyorum. Merak meselesi. O sebepten benim için çok eğlenceli bir egzersiz oldu. Ama elbette kusurlarım vardır. Bu yüzden sürçü lisan ettiysek affola.

 

KİM HANGİ TARAFTA?”

- Kendi adıma romanı keyifle okuduğumu söylemeliyim. İlk romanından beri seni takip eden biri olarak, dille özellikle uğraşan, bunu dert edinen yazarlardan olduğunu düşünürüm hep. Sanırım her romanda kendini başka türlü sınıyorsun. Yanılıyor muyum?

- Hiç yanılmıyorsun. Ve aslında bu bir hata belki de. Bir yolu tutturup devam etmem gerekiyor olabilir, ancak elimde değil.

- Benzer yoldan yürüyen biri olarak, bunun bir hata olduğunu düşünmüyorum. En iyi bildiği şeyi yaparak eğlenemez insan. Hem konfor tehlikeli bir tuzak. Yazmak biraz da kendini sınamak, sınırları yoklamak değil mi?

- Bana göre de kesinlikle öyle ama anlıyorum ki endüstri, yazarından bir profil bekliyor. Gerçi yapacak bir şey yok. Oldu olan.

- Neyse ki varsa da ilgimizi çekmiyor endüstri ve beklentileri. Romana dönelim... Handan'ın babası ve amcası o dönemdeki farklı kesimleri temsil ediyor. Bana biraz tanıdık geldiler. Bu beylerin bizim dönemimizde de bir temsiliyetleri olduğunu düşünüyor musun?

- Enteresan soru çünkü Vakit Hazan’ı Osmanlı’nın son demlerine değil de bugünlere konumlandırmış olsaydım da zannederim bu Handan karakteri aynı cenderenin içinde yaşayacak, kendine aynı soruları soracak, böylesine gelgitler içerisinde kıvranıp duracaktı. Bu kitap toplamda bir genç hanımefendinin hissi tahlilleri ve kendine sorduğu sorular şu günlerdekine çok benziyor. Pek çok şey duyuyoruz. Yaşı kemale ermişler az çok nerede duracaklarını bilirler ama genç zihinler sorar hangisi doğru hangisi yanlış diye. Kim hangi tarafta? Espionaj espionaj. Kime güveneceğiz? En yakınım, canım ciğerim ama benim hiç inanmadığım bir davanın yolcusu. Nasıl olacak? Nasıl bir arada yaşayacağız? Dahası kimin başına ne geleceği belli değil. Belirsiz bir dönem. Kimvurduya gidilen bir dönem. Dünkü dostlar şimdi düşman. İki dönem arasında müthiş benzerlikler var. Zira memleket o günlerde kimliğini bulmak için nasıl kıvranıyorduysa şimdi de öyle kıvranıyor.

- Neden böyle oluyor Aslı? Tarihimiz neden korkunç bir tekerrürden ibaretmiş gibi görünüyor bazen? Bizimki Ortadoğu haritasından konumlanmış coğrafi bir bahtsızlık mı yoksa vazgeçemediğimiz hatalarımız mı var sence?

- Tarihi gerçekten bilmiyor olmaktan kaynaklanıyor sanırım. Belli ki tarih derslerimizin içeriklerinin ve öğretiliş şekillerinin gözden geçirilmesi gerekiyor. Atatürk Kocatepe’ye çıktı vs. değil, bütün olayların alt yapısı neydi, gerçekten neler oluyordu, siyaset nasıl bir şey, o anlatılmalı.

 

DEĞİŞİMİ ANLAMAK GEREK”

- Roman bu topraklarda feminizmin doğuşuna da göz kırpıyor. Göz kırpmak eksik oldu, doğrudan el sallıyor, öpücük yolluyor. Osmanlı'da kadın hareketinin filizlendiği yıllar çünkü. Biz de Handan üzerinden bu serüvene tanıklık ediyoruz. Roman için araştırma yaparken o dönemle ilgili neler dikkatini çekti?

- Medeniyetlerin kadınların dönüşümüyle ilerlediğine inanan bir yazarım ben ve erkekler birbirini yiyedursun kadınlar olarak durmamalı yol almaya devam etmeliyiz diye düşünüyorum.

- Bütün kalbimle katılıyorum sana. Nasıl yapacağız bunu?

- Bunun için bizden evvel harcanan emeği küçümsememeli, çok daha önemlisi yok saymamalıyız. Bu hem tarihe haksızlık hem de kendi türümüze vefasızlık olur.

Türkiye’de kadınlar oy verme hakkını 1934’te elde etmiş olabilir ancak bu ülkeyi kadınlar o tarihten on bir yıl önce savaşarak almışlardır.

Söylediğim gibi İstanbul’un tam ortasında muazzam bir manzaraya sahip Atatürk Kütüphanesi var. Bu topraklarda yaşayan her kadının gidip zamanın kadın dergilerine bakması lazım. Kadın yazarlar makalelerinin altına önceleri bilmemkimin kızı diye imza atarken sonraları kendi isimlerini kullanmaya başlıyorlar. Bu değişimi anlamaya çalışmak gerek. Çok sancılı bir dönem. Derinlemesine indikçe kıymetini çok daha iyi anladığınız bir dönem.

 

TÜRKİYE’NİN JEAN D’ARC’I”

- George Eliot, Halide Edip gibi yazarlar çıkıyor karşımıza romanda. Onları neden misafir ettin?

- Halide Edip, Handan’ın hayranlık duyduğu bir kadın. Dönemin fikir liderlerinden. Hakkında söylenmiş pek çok şey var. Yine NY Times gazetesinde o dönemde yayımlanmış iki makale çok enteresan. Biri ondan Türkiye’nin Jean D’Arc’ı olarak bahsediyor. Diğeri ise bu makaleye tepki olarak yazılmış. Bir Ermeni hanımefendiye ait. Ben size anlatayım o Jean D’arc’ı diyor ve yerden yere vuruyor. Tabii herkes en nihayetinde kendi değerlendirmesini yapar Halide Edip ile ilgili. Benim bildiğim ise zamanın ötesinde, korkusuz, erkek egemenliği altına girmeyi reddetmiş, kendisinden yüzyıl sonra doğan kadından daha ileri görüşlü biri olması. Dolayısıyla ondan bahsetmeden olmazdı. George Eliot ve bahsi geçen diğer yazarlara gelince, kahramanımız Handan Darülfünun’da edebiyat okuyor ve okudukları hayatının merkezinde. Hatta kişilik gelişiminde bile etkili oluyorlar diyebilirim. Bu yüzden okura bir takım ipuçları vermek istedim.

Ayrıca o yalnız bir kız. Annesini çocukken kaybetmiş, bir atasözünün dediği gibi “Anasız kız han soyundan olsa öksüzdür.” O hep kendinden daha akıllı bir kadın arayışında. Kitapta bir alt mesaj olarak bunu sürekli olarak görmek mümkün. Hem satırların arasında hem gerçek hayatta bu arayışı sürüyor.

- Evet, romanda memleket de Handan da şefkat sahibi bir anne arıyor gibi sanki kendine. Ya da şefkat gösterecek bir çocuk? Ne dersin?

- Şefkat kelimesini kullanman çok enteresan çünkü aklımda olan kelime hep o. Günün her ânında. En çok ihtiyaç duyduğumuz şey. Bu memleketin de çocuklarının da.

 

Vakit Hazan / Aslı E. Perker / Everest Yayınları / 426 s. 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler