Ata'nın sporuna layık mıyız?
KONUK YAZAR | Suavi Yardımoğlu, Cumhuriyet'in Ege'si için yazdı...
Bir ulusun kaderinin yeni baştan yazıldığı, dünyada eşi benzeri görülmemiş bir Kurtuluş Savaşı'nın başladığı gün 19 Mayıs 1919... Atamızın "Benim doğum günüm" dediği gün.
Bu anlamlı gün, aynı zamanda çok anlamlı bir hareketle gençliğe armağan edilmiş ve adı "Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı" olmuştur.
Yaşamı savaş meydanlarında geçen, padişahlığın ve yobazlığın baskısı altında ezilmiş "hasta adam"dan yepyeni bir yönetim şekli, çağdaş, demokratik, insan haklarına saygılı, eşitlikçi "Cumhuriyet"i getirmenin zorlu savaşımını veren Ulu Önderimiz, sporu da bir devlet politikası ve zorunlu eğitim felsefesi yapan ilk devlet adamıdır.
Bugün gelinen noktada bir yanda "damarlarındaki asil kandan" gücünü alan sporcu gençliğimizin Avrupa ve Dünya çapında elde ettiği başarıların yanında, spor yönetimindeki akıl almayacak işler müthiş bir çelişki yumağı oluşturuyor.
Pandemi altında gerçekleştirilen spor faaliyetlerinde futbol yine birinci sırayı alıyor. İlginç işler var futbolda...
Politik, yönetimsel ve finansal erklerin, yeşil alandaki futbol savaşımından, teknik ve taktik stratejiden çok belirleyici olduğu bir dönemi yaşıyoruz.
Sokağa çıkma yasağının olduğu dönemde 60 küsür bin cezayı bastıran en kritik maçında tribünlere 5 bin kişiyi alıp seyirci desteği ile oynayabiliyor. Sözüm ona "sağlıkçılar" ya da "emniyet mensupları" na jest yapılıyor.
Öte yanda stada seyirci alımında konulan kurallar "bir şekilde" delinirken maç öncesinde Beşiktaşlılar sahaya "akın ediyor" Göztepeliler kendi stadına giremiyor. Üstüne üstlük sarı kırmızılı kulüp "usülsüz seyirci almak" tan bir de ceza kuruluna sevkediliyor.
Altay ve Altınordu'nun play off mücadelesinde alınan galibiyetler İzmir adına sevindirici. Ne var ki TFF 1.Lig'de ilk kez uygulanan VAR'a, Altay'ın yediği ikinci penaltıda maçın hakemi gitmeye gerek görmüyor. Oysa düpedüz adam kendini yere atıyor.
Altınordu'ya 90+3'te rakibin kafasından sekip, elini çekemeyeceği yakınlık ve süredeki topa penaltı çalınıyor. Hakemlikte "kanaat" denen olay, futbolun ruhu, çoktan rafa kalkmış. Hakemler adeta VAR'ın robotu olmuş. Neyse ki kaleci Erhan kurtarıyor.
İnsan ister istemez, "ikinci maçlarda başlarına ne gelir?" diye düşünmeden edemiyor.
Pınar Karşıyaka, Avrupa'da finale çıkıyor. Rusya dönüşü Federasyon yeşil kırmızılıları, neredeyse "uçaktan iner inmez" maça çıkartıyor. Takım 9 günde 7 maç oynamak zorunda bırakılıyor.
Statlarda seyirciler yayılırken, şampiyonluk kutlamalarında binlerce taraftar sokaklarda ne maske, ne mesafe karnaval yapıyor. Maç oynamaları "sakıncalı" bulunan amatörlere ise, aylarca bekledikten sonra "isteyen oynasın, istemeyen katılmasın" deniliyor. Güneşin alnı kabağında maç yapacakları, bir çok soru işaretleriyle dolu, saçma sapan bir sistemle baş başa bırakılıyor.
Buraya sığamayacak başka gariplikleri de düşününce insanın aklına ister istemez şu soru geliyor?
Atatürk'ün bundan bir asır önce yaptığı işlerle, spor politikasına, sportif düşlerine, bugün layık olabiliyor muyuz acaba?
En Çok Okunan Haberler
- Rus basını yazdı: Esad ailesini Rusya'da neler bekliyor?
- Esad'a ikinci darbe
- Türkiye'nin 'konumu' hakkında açıklama
- İmamoğlu'ndan Erdoğan'a sert çıkış!
- Çanakkale'de korkutan deprem!
- Naci Görür'den korkutan uyarı
- Kalın Colani'nin yolcusu!
- Kurum, şişeyi elinin tersiyle fırlattı
- 6 asker şehit olmuştu
- Erdoğan'a kendi sözleriyle yanıt verdi