Bu doktor sınır tanımıyor...

Anestezist Doçent Ercan Türeci, Sınır Tanımayan Doktorlar Örgütü üyesi. Örgütün Türkiye’den tek üyesi. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde çalışıyor, izinlerini dünyanın çatışma, yoksulluk ya da doğal afet bölgelerinde geçiriyor. Elbette anestezi yaparak… Narkozcu denilip geçilmesine pek aldırmıyor da bu kadar ağır sorumluluğu olan bir işi böyle kestirip atmak cehaletten başka ne? Gazze’ye gitmek için bekleyen Türeci, kendini, mesleğini, Türkiye’yi, MSF adına gittiği ülkeleri anlatıyor…

Bu doktor sınır tanımıyor...
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 01.02.2009 - 14:40

Kalabalık ya da cılız mitingler, sloganlar, tepeden tırnağa haklı isyanı dillendiren dövizler, imza kampanyaları, dayanışmalar, tartışmalar, paneller, seminerler… Her biri, iç yatıştıran ama söz konusu savaş olduğunda dönüp dolaşıp yetersizliği yüze vuran eylem şekilleri. Küçümseme değil bu, alaysama hiç değil ama hak gasplarında, savaşta, işkencede, kayıplarda, tecavüzlerde, ne yapılırsa yapılsın, sözle akıtılanlar içeriye doğru şişen dilin acısını dindiremiyor. Eksiklik, daha… daha… hissiyatı bir türlü kapanmıyor… Ne yapılabilir peki? Bu sorunun tek bir yanıtı yok elbette, işinize, gücünüze, hayatta durduğunuz yere göre farklı çıkışlar yaratılabiliyor… Doktorluk ise tıpkı gazetecilik gibi çıkışını mesleğinin içinde taşıyor… Kapıyı çekip gidebilir, mesleğinizi gittiğiniz yerde barışın, sükûnetin ve iyiliğin inşası için kullanabilirsiniz… İyi de söylendiği kadar kolay sanki! Fazla kafa karışıklığına ve söze gerek yok, şimdilerde Gazze’ye gitmek için görevlendirilmeyi bekleyen, Sınır Tanımayan Doktorlar üyesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Ana Bilim Dalı’ndan Doç. Dr. Ercan Türeci’nin yaşadıkları “daha”nın peşinden gidenleri anlatıyor…

- MSF, yani Sınır Tanımayan Doktorlar Örgütü’ne ne zaman ve neden katıldınız? Ama daha önce kim olduğunuzu anlatmalısınız…

- Cerrahpaşa Tıp Fakültesi mezunuyum. 1976 girişliyim, ama benim de 78 kuşağından olarak ara vermişliğim var. 1983’te mezun oldum, iki yıl Kırklareli’nin beş ayrı yerinde mecburi hizmetimi yaptım, sonra da İstanbul’a döndüm.

- İhtisas için hangi alanı seçtiniz?

- Kafamda üç dal vardı, koruyucu hekimlik ve halk sağlığı, adli tıp ve anesteziyoloji-reanimasyon. Koruyucu hekimliğin bizim ülkemizde yap(tır)ılamayacağını mecburi hizmetim sırasında öğrenmiştim, bu nedenle önce adli tıpa başvurdum. Ancak siyasi nedenlerle göreve başlama kararım yollarda kaldı! Anestezide de geçmiş dosyam kırmızı yazılı raporlarla karşıma çıksa da bölüm başkanı, Türkiye’de anestezi yoğun bakımın öncüsü ve kurucusu Sadi Sun sayesinde o barikatı aştım. Kendisine başvurduğumda “Sen burayı atlama taşı olarak mı kullanmak istiyorsun yoksa yapmak mı istiyorsun” diye sordu. Yanıtım “kalacağım” olunca, o da benimle çalışmak istedi…

- Üçü de zorlu ve görünmez, dahası pek para getirmeyecek dallar… Herhalde neden diye sormuşsunuzdur kendinize…

- Açıkçası 91’de bitirdiğim ihtisasın son yılına kadar kafamdaki, bu süreci tamamlamak, memleketim Çarşamba’ya dönüp öğlene kadar 100 yataklı devlet hastanesinde çalışmak, sonraki zamanlarda kitap okumak, dolaşmak yani başka şekillerde de hayatı yakalamaya çalışmaktı! Bu kurgu bozuldu tabii, üniversitede kaldım. Bu kez hocalarımın uyarılarına rağmen doçentliğimi geciktirdim.13 yıl uzman olarak çalıştıktan sonra, etiketin işimi kolaylaştıracağını, egolardan ve iktidar savaşlarından uzak tutacağını düşünerek doçent oldum…

- Sorudan uzaklaştık, MSF ile çalışmaya ne zaman, nasıl başladınız?

- 2005’te internet üzerinden bağlantı kurdum ve Atina’daki merkeze yönlendirildim. Benden pek çok belge istediler, hatta tıp fakültesinde hangi dersi kaç saat aldığımın bile peşine düştüler. Bunun üzerine “bu ne bürokrasi” diye sordum, yanıt bugün hepimizin altına imza atabileceğimiz bir cümleydi. “Gönüllülük esasına göre çalışıyor olmamız” deniyordu; “hizmet verdiğimiz insanların en iyisini hak etmedikleri anlamına gelmez.”

- Türkiye’den sizden başka kaç doktor var?

- Bilebildiğim kadarıyla yok, olsa sözü geçerdi.

- Emin misiniz?

- Geçen yıl gazetelerde yayımlanan yazılarımdan heveslenip Özbekistan’a giden göğüs hastalıkları uzmanı üç ay sonra bu iş bana göre değil, diyerek geri döndü.

- Şaşırdım, çünkü Sınır Tanımayan Doktorlar’ı yıllardır biliyorum, çalışmalarını izliyor ve raporlarını kullanıyoruz… Sizce doktorlar neden bu kadar uzak duruyor?

- Tevazu gerçek sanılmasın diye söylüyorum, bu tür kuruluşlarla çalıştığın zaman gittiğin yerler hep çatışmalı, tartışmalı yerler, riskli alanlar… Somali’ye Sudan’a gidildiğinde oda ya da ev tutulup klima kurulmuyor, çadırda kalınıyor… Hastalıktan can güvenliğinin olmamasına kadar pek çok risk içeriyor ve pahalı bir bedeli var.

- Yani gündelik hayat tümüyle değişiyor…

- Elbette, Nijerya’da gölgede kırk derecede pişmiştim, Pakistan’da soğuktan dondum. Benim bir yanım Rize Fındıklı, bir yanım Çarşamba Karamustafalı köyü. Çalışma alanındaki günlük yaşamdaki ilkel-bazal haller bana garip-yabancı gelmiyor ama çoğu insan zorlanabiliyor. İnsanlar alışkın olduklarının dışında yediklerinden, içtiklerinden de etkileniyorlar. Ben de 2005’te Pakistan’a 80 kilo gittim, 72 kilo döndüm. Nasıl üretildiğini görünce yiyemiyorsun, ama ayakta kalabilmek için de yemelisin!

- Gittiğiniz yerlerde ne kadar kaldınız?

- En uzun iki ay kaldım, ama şunu da belirtmem lazım, anestezist olarak gidince uzun kalınamıyor çünkü olağanüstü bir çalışma yoğunluğu var. Nijerya’nın Port Harcourt’unda ya da Avrupalı hekim çevresinde meşhur adıyla “Port Hardcore”da “Ben bittim“ diyen cerrah gördüm. Aciller hariç günde 17-18 ameliyat yapıyorduk. İki kabile çatışıyor, onlarca insan yaralanıp ölüyordu. Yerlere muşamba serip, çadır kurup tedavi ediyorduk. Delicesine bir tempoydu. Dahası onca cerrahın arasında anestezist olarak tektim ve 24 saat çalışmak durumundaydım. Bu koşullarda üç ay çalışırım deseniz de -ki diyemezsiniz- çalışamazsınız. Yaşanan tecrübeler sonrası MSF de anestezistleri uzun süreli göndermiyor.

- Pakistan’da ikinci çalışmanızdan geçen hafta döndünüz, orada bu kez sizi bekleyen tehlike neydi?

- Net ve belirgin şekilde can güvenliğinin olmamasıydı. Taliban’ın Lal Mescit saldırısını yapan grubuyla, asker arasında çatışmaların yaşandığı Bajur, Lower dir ve Swat bölgelerinin birleştiği, Hayber geçidi ile Afganistan sınırı yakınındaki Malakand’daydım. Kış nedeniyle çatışmalar biraz yatışmıştı, ama yerel çeteler aralık sonunda MSF ekibinden dört lokal stafı kaçırınca salt acil vakalarla ilgilenebilir konumda kaldık.

- Güvenlik sağlanmıyor mu?

- Aktif güvenlik yok. Tarafların onayını almaya bağlı pasif güvenlik söz konusu. MSF de radyo iletişimi ile süreci kontrol altında tutmaya çalışıyor.

- Kaçırılan sağlık elemanları ne oldu?

- Bir iki hafta haber çıkmadı, sonra kelle başına üç milyon rupi istendi. Halen geri gelmiş değiller. Malakand’da asker hikâye, iki güç var, Taliban ve adi suçlular, yani çeteler…

- Siz doğrudan bir tehdit yaşadınız mı?

- Bunları yazmayalım, iş arkadaşlarım ve dostlarım gitmelerimi engellemeye kalkarlar!

- Reddetme şansınız var mıydı?

- Elbette, olağan ve acil her çağrı için öncelik sizin kabulünüz. Örneğin geçen ekimde Bağdat’a 200 kilometre uzakta ve Bağdat’taki patlama ve mayın kurbanlarının geldiği, İran sınırındaki Mehran’a gitmek istemedim, çünkü İran Sağlık Bakanlığı’nın denetiminde çalışıyorlardı, bu da ilaç ve malzeme sevkıyatını engelliyor, dolayısıyla çalışmanın gidişatını klasik bürokrasi belirleyebiliyordu.

Adrenalin mi? O ne?

- Şimdi de Gazze için başvurdunuz…

- Evet, savaş sırasında merkezden gönüllülüğüm soruldu, onayladım. Çağırırlarsa gideceğim.

- Peki, MSF’ye katılım daha çok hangi ülkelerden oluyor?

- Gidenlerin yüzde 80-90’ı klasik batılı aydın dediğimiz, kuyrukta başkasının önüne geçmeye çalışmayan, hekim olarak da hayatımda bir, bilemedin iki kere böyle bir yere gideyim de insanlara yararım dokunsun diyen insanlar. Bir de yüzde 5’lik bir kesim var, onlar da bizim gibi “idealist saftirikler”; dünyanın düz olduğunu ve öküzün boynuzunda durduğunu; iyilik ve güzelliğin onu kurtaracağını sananlar!..

- Para kazanma, macera yaşama derdine kapılanlar düşmüyor mu aranıza?

- Batılıların, misyona sosyal sorumluluk olarak bakanların sayısı giderek azalıyor. Son dönemlerde eski Sovyet ülkelerinden gelenlerin, doğal olarak da bu işi alternatif olarak görüp yapanların sayısı artıyor ama cerrahisi iyiyse benim için bir sorun yok.

- Pekala şunu sormak durumundayım, sizin gidişlerinizde adrenalinin payı ne?

- Sıfır. Anestezist ve yoğun bakımcı olmak, hele ki Türkiye’de bu işi yapıyor olmak zaten 24 saat maksimum dozda adrenalin demek. İster ameliyathane ister yoğun bakım; işini yaparken Allah’la hasta arasında senden başka kimse yoktur, hastanın nabzının her oynayışında sen de oynarsın. Dahası hekim intiharları arasında en yüksek grup anestezistlerdir… Sizce hâlâ adrenaline ihtiyacım var mı?

- Gittiğiniz dönemlerde Cerrahpaşa’daki göreviniz ne oluyor?

- Gerekçe, süre ve gidilen yere-yapılacak işe bağlı olarak ücretli-ücretsiz izin alıyorum. Açıkçası bölüm başkanından, dekanlık ve rektörlüğe kadar uzanan bir hoşgörü zincirinin olduğunu da söylemem lazım…


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler