Bu hikâyeler gerçeküstü değil...
Evvelki hafta telefonlarımızın ekranlarına gelen bir haberle neye uğradığımızı şaşırdık. Cumhuriyet dışında kalan Türk gazetelerinin dilimize tecavüz ederek “şokhaber” başlıklarıyla verdiği türden bir haberdi. Burada “flash” anonsuyla verildi. Başkentin banliyölerinden Haninge semtinde 41 yaşında birinin, annesi tarafından 29 yıldır eve kapatılmış olduğu bildiriliyordu. Olay, bir akrabanın annenin evde olmadığı bir saatte eve gitmesiyle ortaya çıkmış. İdrar ve dışkı kokusunun sindiği evde, köşeye büzülmüş bir deri bir kemik kalmış, birazı dökülmüş, birazı çürümüş dişleriyle, bacaklarındaki yaralarıyla adamı görünce, akraba vurulmuşa dönmüş. Sonrası rutin; polis olaya el koydu.
12 yaşında bir çocuk olarak eve kapatılıp 41 yaşında bir adam olarak sokağa çıkıp soluk almak nasıl bir şey acaba? Bu büyük travmayla şimdi doktorlar ilgileniyor. Tuhaf olan, bir akrabanın son olarak 12 yaşında gördüğü akraba çocuğunu merak edip görmek için 29 yıl beklemesi. Komşuların daireden gelen kötü kokuya rağmen resmi kurumları uyarmamaları. Kendi dünyalarında kapalı yaşayan bir toplum. Bir haberin içinden trajik fotoğraflardan oluşan bir kolaj çıktı gördüğünüz gibi.
Bu mu özgürlük?
Korona meselesi ileride İsveç tarih kitaplarında nasıl işlenecek acaba? Yaşadıklarımız inanılır gibi değil. İsveç imajı son 20 yılda sarsılmıştı, pandemiyle de çok yara aldı. Sistemi oturmuş, kurumlarıyla, toplumsal örgütlenmesiyle, tıkır tıkır işleyen bir devlet var sanıyorduk. Hükümet, iktidar sahibi değilmiş meğerse. Belediyelerin, il yönetimlerinin yetki alanlarına karışamıyor.
Bahardaki birinci dalgada il yönetimlerine bağlı hastanelerde koruyucu kıyafet olmadığı ortaya çıktı. Test yapılamadı. Belediyelere bağlı bakımevlerinde de korunamadıkları için 3 bin dolayında yaşlı kurban gitti. Stockholm Belediyesi, ikinci dalganın şiddetine karşı yaşlıları korumak amacıyla kasım ayı için bakımevlerine ziyaret yasağı koydu. İdare mahkemesi ise “özgürlük sınırlanamaz” gerekçesiyle yasağı kaldırdı. Yasa belli ki pandemi koşulları dikkate alınarak hazırlanmamış. Oysa pandemi dönemlerinde, yönetimlerin hedefi, insanların Covid taşıyıcısı olmalarını önlemek olmalı. Bunun için de özgürlüklere bazı sınırlamalar getirilebilir. Sınırlama olmayınca Covid taşıyıcısı, başkasının yaşam özgürlüğünü tehdit eder hale geliyor. Zaten, ilk dalganın nedeni de gene bu özgürlük fetişizmi.
Avusturya ve İtalya Alpler’inden dönen kayak tatilcileri, medyada ısrarla yazılmasına rağmen, devlet yetkilileri “kimsenin özgürlüğünü kısıtlayamayız” diyerek karantina uygulamadı. Bu mu özgürlük? Bu özgürlük aşkına kurban sayısı 7 bini geçti. Finlandiya ile Norveç ise hala 400’ün altında. Sanki Norveç ve Finlandiya özgürlükten bihaberler.
Vasat politikacılar
İsveç’in pandemiyle savaşı, bir ordunun silahsız, cephanesiz cephe savaşına girmesine benziyor. Biraz da kendisini hatırlatmak için olsa gerek, mikrofonların karşısına çıkan Başbakan son konuşmasında gene, pandemiyle mücadelede herkesi sorumlu davranmaya çağırdı. Thomas Cumhur Gür de Göteborg Posten gazetesinde pandemiyle mücadelede pasif kalan hükümeti eleştirdiği makalesinde, başbakan ve bakanlar dışında herkese sorumluluk yüklendiğine dikkat çekti. Pandemi nedeniyle zarar gören şirketlere para dağıtmaktan başka bir şey yapmayan hükümetin büyük ortağı Sosyal Demokrat Parti’nin, son kamuoyu yoklamasında gerilemesi boşuna değil. Hükümetin göz doldurmadığı bir gerçek ama yasalarla yapabilecekleri fazla bir şey yok.
Siyasalbilimci Prof. Bo Rothstein Dagens Nyheter gazetesindeki makalesinde, kriz anlarında yürütme kapasitesinden yoksun bir hükümet olamayacağına işaret ederek anayasanın değiştirilip, kriz anlarında yerel yönetimlerin yetki alanlarının hükümete devredilmesi gerektiğini yazdı.
Yasalar değiştirilebilir ama politikacıların kişisel kapasiteleri ve niyetleri de ayrı bir sorun. Bir zamanlar her şeyin güllük gülistanlık olduğu İsveç gibi bir ülkeyi yönetmek kolaydı ama yeni liberalizmin pençesindeki yeni İsveç’te koşullar değişti. Pandemi turnusol kâğıdı gibi bütün aksaklık ve eksiklikleri ortaya çıkarıverdi. Expressen gazetesinde başyazar Ann-Charlotte Marteus, hükümet üyelerini yabancı ülkelerin bakanlarıyla kıyaslayarak “Bizimkiler çok vasat, daha kalitelilerini seçmek gerek” diye yazdı.
Anlattıklarım bir üçüncü dünya ülkesinde yaşanmış gerçeküstü hikâyeler değil. İsveç’te yaşandı ve yaşanıyor.
osman.ikiz@gmail.com
En Çok Okunan Haberler
- Op. Dr. Dericioğlu başında poşetle ölü bulundu
- Suriyeliler memleketine gidiyor
- 500 bin TL'nin aylık getirisi belli oldu
- Yaş sınırlaması Meclis’te
- Marmaray'da seferler durduruldu!
- İlber Ortaylı canlı yayını terk etti!
- Suriye'de herkesin konuştuğu ölüm listesi
- Apple'dan 'şifre' talebine yanıt!
- Erdoğan'dan işgale 'isimsiz' tepki
- Suriye'nin yeni başbakanından ilk açıklama