Chief'e iman edenlerin kılavuzu

Big Chief'in yeni eğitim sisteminde bir öğrenci sınıf atlamak isterse kuralları ezbere bilmeli.

Yayınlanma: 11.12.2014 - 12:05
Abone Ol google-news

Sapan Füzeler

Refakatçime anımsattım: “Adanın savunma-saldırı sistemini görecektik.”

“Ah evet” dedi.

“Kusuruna bakmayın ama bu arada sistemi yabancı bir gazeteciye göstereceğim diye ilgililere bildirdim, onay aldım.”

Bu adada kimse kişisel istekleriyle hareket edemiyordu. Her şey, herkes Chief’in iznine bağlı.

Yürüdük. Bir tepe çıktık.

Aşağıdaki ovada kimileri büyük, kimileri daha küçük, çocukluğumuzda serçe avlamak için kullandığımız sapanlara benzer aygıtlar vardı.

“Bunlar ne? Bunlarla Chief kartal mı avlıyor” diye alay ettim.

Refakatçim kırgın bir sesle:

“Big Chief’in dehasından böyle alay etmeye hakkınız yok” dedi.

“Canım şaka olsun diye öyle konuştum. Seni dinliyorum” dedim.

“Bu sapanların lastikleri ile sizin çocukluğunuzda deriden yapılmış, içine taş koyduğunuza benzer, elbette daha büyük yerleşkeler depoda.

Gerekli görüldüğü zaman uzun lastiklerle birlikte depodan çıkarılıyor. Sapana monte ediliyorlar ve yerleşkeye büyük dinamit lokumları yerleştirildikten sonra askerler lastiği geriye doğru çekerek geriyor ve emir üzerine dinamitler saptanan adreslere gönderiliyor.”

İlk defa böyle bir saldırı aracı görüyordum.

“Peki düşman nerede? Ben göremiyorum civarda.”

“Uzak yakın adalar” dedi refakatçim:

“Bizi ve tabii Big Chief’in başarılarını kıskanan uzak yakın adalar. Uzakta olan düşman adalara icabında atış yapacak büyük sapanlar inşa edildi ve işte görüyorsun yerleştirilmişler araziye.

Küçük sapanlar yakın adalara yönelik” dedi.

“Herhalde bu sapanları Zweistein icat etti.”

“Yahu” dedi.

“Şu kadar gündür adada geziyorsun. Big Chief’in yaratıcı dehasına tanık olduğun pek çok şey gördün. Hâlâ sapan saldırı araçlarını Big Chief’in değil de bir yabancı dehanın icat etmiş olabileceğini düşünüyorsun.

Pes!” dedi.

“Yani sen şimdi bu çocuk oyuncağına benzer sapanları, yani saldırı araçlarını Big Chief mi icat etti diyorsun!”

“Elbette. Baştan sona kadar Big Chief siyasal, sosyal, ekonomik alandaki dehasını askersel alanlarda da kanıtlayan bu sapan saldırı araçlarını kurguladı. Modellerini çizdi. Yapılmalarını baştan sona kontrol etti ve işte gördüğün başka ülkelerde rastlayamayacağın bu görkemli manzara ortaya çıktı” dedi.

“Yani sapanlar Chief’in askeri dehasının eseri?”

“Elbette.”

“Peki askerler, Big Chief’in bu pahalıya mal olan dehasının ürünü sapan saldırı silahlarına karşı çıkmadılar mı?”

“Kim? Askerler mi? Ayol onlar uzunca bir süredir Chief’in tak diye söylediklerini şak diye yerine getiriyorlar.

Aksi halde tırraak diye başka görevlere atanıveriyorlar.”

Askerler adına ağzımın payını almıştım.

Sustum.

 

Genel Manzara

Askerler tak-şak-tırrak üçgenine takılmış; acaba yönetimin sivil kadrosu bizdeki tabire göre Chief’e nasıl biat etmişti?

Bu soruyu refakatçime de başkalarına da sordum. Gazeteye gönderdiğim bu konudaki yazının özeti aşağıda:

Big Chief iktidara gelir gelmez yönetimdeki bürokratların yerine kendi kurallarına uygun kişileri getirme kampanyası açtı.

Chief bürokrasisinde yer almak için onun inançları doğrultusunda olduğunu kanıtlamak yetmiyordu.

Ayrıca uzun süre vücut, göz, yüz hareketlerinde de Chief’e benzer olması gerekiyordu. Bu gerekleri kanıtlayamayanlar ağzıyla kuş tutsa bol maaşlı herhangi bir koltuğa kapağı atamıyordu.

Bürokraside bu temizlik kısa sürede tamamlandı. Sonra?...

Refakatçim “Yavaş yavaş bekçilerle irtibatı var diye tasfiyelere başladı. Kimileri de bekçiler gibi Chief’i devirmeye girişecekler diye kumpasa getirildiler” dedi.

“Peki sen?”

“Ben ağamın borazanıyım” dedi. “Seninle bile onun bizi izledikten sonra verdiği izinle birlikte olabiliyor, konuşabiliyorum” dedi.

Bu arada yazıda bizde hayli güldürü konusu olan bir fıkranın adada uygulamalara, tepkilere yol açtığını öğrendim.

Bilinen fıkra şu:

Sokakta ülkenin diktatörüne küfreden adamı yakalayıp yönetimin güvenlik elmanlarının karşısına çıkarmışlar.

“Ben Big Chief’e diktatör diye küfretmiyordum” diye kendini savunmuş. Güvenlikçi, “Hadi oradan! Ben kime küfredildiğini bilmem mi? Atın içeri” demiş.

Bu fıkra kulaktan kulağa fısıldanıyordu. Pekâlâ ama hiç yakalanıp bu fıkra nedeniyle içeri atılan yok muydu?

Adamı sorgulayan güvenlik elemanları, “Bu fıkra aldı başını gidiyor. Adayı sardı. Ne yapalım, size küfredenleri içeri tıkalım mı” diye Big Chief’e başvurmuşlar.

“Ulan cahiller. Ben saçını bu ada için süpürge eden biriyim. Nerem diktatöre benziyor. Böyle bir fıkraya konu oldu, bana diktatör diye küfretti diye insanları nasıl sorgular ve içeri atmayı düşünürsünüz” diye başvuruları geri çevirmiş.

O gün bugündür adada diktatöre küfredenlerden geçilmiyor. Ama yine de korku nedeniyle insanlar fıkrayı birbirine fısıldayarak anlatıyor... Fakat; refakatçim bu bilgileri verdikten sonra hayranlıkla, “Nasıl ama Big Chief? Böylesi insan özgürlüğüne saygılı yönetici hiçbir ülkede bulunmaz, dimi” dedi kıvançla?

 

Adada Eğitim

Kimi konuları araştırdıkça bu çağda böyle yönetim ve bu yönetime, özgürlüğüne meraklı olduğu söylenen koskoca ada halkının nasıl tahammül ettiğine hayret ediyordum.

Güneşli bir gündü. Adanın yüksekçe bir yerindeki kafede oturmuş kafa dinlendiriyorum.

Biraz ilerimden, önce ha, sonra hı, diye yüksek sesle bağıranlar duydum.

Merakla kalktım kafeden. Baktım, ilerideki sokakta başları takkeli bir grup genç yürürken önce sağa dönüp ha, bir süre yürüdükten sonra sola dönüp hı diye bağırıyorlardı.

Refakatçimi çağırdım, geldi. Tanık olduğum manzarayı anlattım. “Grup halinde takkeli gençlerin bu ha, hı diye bağırmaları ne anlama geliyor” diye merakla sordum.

“Big Chief’in yeni eğitim sistemi gereği” dedi. Hiçbir şey anlamamıştım bu kısa açıklamadan. “Elllerinde - siz görmediniz galiba- küçük bir kitap olmalı.. Kitabın kapağında ‘Chief’e İman Edenlerin Kılavuzu’ yazılıdır.

Bazı kurallardan söz edeyim. Bir öğrenci bir sınıf atlamak isterse bu kılavuzda yazılı kuralları mutlaka ezbere bilmesi gerekir. Mesela ilk kural şöyle:

Chief ne buyurursa tartışmasız kabul edeceğime ailemin bugünü ve geleceği adına ant içerim!

Bu kuralı aksattığı veya herhangi bir yerde arkadaşlarıyla konuşurken eleştirir gibi oldu mu, ne sınıf geçebilir ne ailesi rahat edebilir.

Bir de çok daha önemli bir kural var. Bir ileri dört geri kuralı.

Bir öğrenci bir sınıf atlamak isterse dört geriye dönük yaşam koşullarını ezbere bilmesi zorunlu.”

“Bu” dedim. “Adeta biat etmenin kuralları. Çağdaş bir dünyada bir kişiye biat etmenin veya benzerlerin artık esamisi okunmuyor”.

Refakatçim “Big Chief yönetime inancı, imanı, güveni ve bağlılığı sarsılmayacak nesiller yetiştirmek için bu sistemi kurdu” dedi.

“Nedir bu kuralın temelindeki öğe?”

“Eski ada yönetiminin -Big Chief’in yorumuna göreinsanları inançlarından soğutan çağdaş dediğiniz yaşam tarzı.”

Refakatçime:

“Peki yönetime inanan, imanı, güveni sağlam gençler toplu halde yürürken neden sağa ha, sola hı diye bağırıyorlar?”

“Bu da kutsal kılavuz kitabının temel kurallarının dışavuruluşu.”

“Yani?”

“Sağ, Chief Chief demek”

“Ya sol?”

“Sol ise kutsal kitabın önsözünde yazılı olduğu gibi başımızdan eksik olma demek!”

“Ya takkeler?”

“Gençlerin kafalarını üşütmelerini engellemek için başlarından eksik edemeyecekleri takke o. Zira kafalarını üşüterek gençlerin başka inanç kurallarına, çağdaşlık gibi Chief’e göre ipe sapa gelmez, gençleri baştan çıkaran kurallar içeren gerici eğilimlere kapılmalarını önlemek zorundayız” dedi.

Sordum:

“Ya kızların başında saplı oturak biçimi şapkalar?”

Kısa cevap verdi:

“Bu da Big Chief’in adaya getirdiği özgürlüğün simgesi... İsteyen oturak gibi şapkalar ile kafasını örter, isteyen örtmez. İşte özgürlük bu!”

 

İlk Toplu Nümayiş

“Bunlar ortaeğitimin kuralları? Ya üniversitelerin durumu?” diye yeni bir konu açmama olanak kalmadı.

Adanın B kapısından büyük bir topluluğun A kapısına doğru, oradan da Chief’in çalıştığı, ailece oturduğu Ayyıp adlı binaya yöneldiklerini gördüm.

Kalabalığı oluşturanlar daha çok tahminime göre üniversiteli gençlerdi. Ama aralarında hayli yaşlı erkekler ve kadınlar da vardı.

Ellerinde büyük kartonlara yazılmış, defol git başımızdan yazılı dövizler vardı.

Koro halinde “Nefes alamıyoruz. Ağzımızı burnumuzu kapattın. Caddenin ortasındaki sonradan bardak olacak çamları söktürüyorsun. Yeter be!” diye ve gitarlar eşliğinde bağırıyorlardı.

Sonra birden yangın söndürme araçları görünüverdi.

Bir yandan kalabalığa sıktıkları sularla insanlar yerde sürünüyor.

Öte yandan kırmızı giysiler giymiş, başlarındaki kasketin siperliğine; “Helal Acil Güvenlik Grubu” yazılı insanlar toplu halde kalabalığa doğru arkalarını dönüyor ve hep birden zart diye gaz çıkarıyorlardı.

Gazın ağır kokusundan kimi gençler, yaşlılar baygınlık geçiriyordu...

Sıkılan sularla, gazla insanların yere düşerek başlarını yaralamaları umurlarında bile değildi.

Bir yandan bir yerlerden “Yaşa, var ol Big Chief” diyen bir marş çalınıyordu.

Bellerinde silah siyahlar giymiş, kafalarındaki kaskette Acil Müdahale Gücü yazılı insanlar kalabalığın arasına daldı.

Kadın-erkek, genç-ihtiyar ayırt etmeksizin birçok insanı saçlarından sürükleyerek büyük pencereleri demir parmaklıklı bir büyük otobüse doldurup uzaklaştılar.

Yerler göle dönmüştü. Havada hâlâ ağır bir gaz kokusu vardı.

Refakatçim kalabalığı görü görmez kaybolmuştu. Ağır adımlarla otelime döndüm.

Caddelerde, sokaklarda kimse yoktu. Acil Müdahale görünür görünmez ne kalabalık kalmıştı ortalıkta ne de yeter be diye bağıran!


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler