Çocukluk suç mahalli gibi
Selcan Aydın'ın ilk kitabı “Yirmi 5”. Aydın kitabında yaşadıklarını paylaşıyor. Kendi gibi düşünen insanları bulmak istiyor. Hem paylaştıkça da acıları azalıyor, geçmişiyle barışıyor, sakinleşiyor. “Çoçukluk suç mahali” demesi de bundan. Dönüp dolaşıp tüm cevapları orada buluyor.
Bloğundaki yazıları ile binlerce insana ulaşan 'falanca' lakablı Selcan Aydın'ın ilk kitabı “Yirmi 5”i yayımlandı. Kitap Aydın'ın çocukluğu, geçmişi ve de en çok babasıyla hesaplaşmasını anlatıyor. Karanlık ve melonkolik bir kurgusu var, ama arabeskten uzak. Aydın “bu kitabı yazdım, megafonu alıp Taksim'in ortasında yaşadıklarımı bağırmışım gibi hissediyorum ve de bu bana kendimi iyi hissettiriyor” diyor.
“Babam gitti. Ben hiç büyüyemedim. Babası giden her kız gibi yarım kaldım. Babasız kalan her çocuk gibi hep bir yanım çok daha fazla kırılgan, çok daha eksik, çok daha çocuk kaldı. Hep onu başkalarında aradım. Bulamadıkça sabırsız biri oldum. Büyüdükçe ona benzedim. İçimde hem 5 yaşında bir çocuk, hem 20 yaşında bir genç kız var ve hiç büyümüyorlar” İşte böyle diyor Selcan Aydın “Yirmi 5” isimli ilk kitabında. Yazmakta şifa arıyor, huzura yaklaşıyor. Görüşmediği babasına duyduğu sitem dinmese de yine de onu kırmaktan korkuyor. İşte hiyakenin gerisini de röportajda anlatıyor.
-Yazmaya nasıl başladınız?
Yazmaya başladığımı fark ettiğimde 12 yaşındaydım. Şiir, hikaye ve besteler vardı dönüyordu aklımda. Ortalama bir rock grubu bunlardan iyi bir çıkış bile yakalardı! Daha sonraları bir sürü saçma sapan işte çalıştım. Saçmaydı, çünkü benimle alakasızdılar, mutlu değildim. Bir dost tavsiyesi üzerine metin yazarlığı için ajansa gittim ve başladım. Zaten çok okunan bir blog yazarıydım, sonra Twitter'ın rüzgarını aldım arkama, televizyon geldi arada sırada. Sosyal medyadaki dönüşümün ortasında kalmıştım, hikayelerimi yazıyordum ve hayat da dahil hiçbirşeyden beklentim yoktu. Tek şansım neyi sevdiğimi ve ne iş yapmam gerektiğini böyle keşfetmem oldu. Tüm bunları kitaplaştırmak istedim ama ilk denemem sonuçsuz kaldı, beceremedim. Sonra ikinci bir adım attım ve “Yirmi 5” geldi
- İlk kitabınız “Yirmi 5”te karanlık, yarım kalmış ve melankolik bir baba-kız hikayesi var. Nedir işin aslı?
Evet, karanlık ve melankolik bir ilişki bu. Arabesk değil ama hüzünlü... Genel hatlarıyla babasız büyüyen bir kızın hayatı. Arayışları, yıkıntıları, öğrendikleri, kaybettikleri, kazanmayı denedikleri... Zaten onun gidişiyle yazmaya başladım. Hayatıma girenler, kendimi bulma çabalarım tüm bunlar onun gidişiyle başladı.
-Neden gitti?
Babamın annemi aldattığını evde resim ödevimi ararken bir gazete kağıdından öğrendim. Baka kalmıştım, hatırlıyorum. Gazeteden bunu öğrenmek daha da zordu. Çünkü benden saklıyorlardı ama karşıma çıkmıştı. Ünlü değildik ama zengindik sanırım ve de bunun haber değeri varmış. Tuhaf hikayeler var geçmişimde, mesela sarışın kadınlardan nefret ediyorum. Çünkü babam annemi sarışın bir kadınla aldattı!
-Suçlu yalnızca sarışın kadın mı?
Babama yine pek kıyamıyorum çünkü bir ailenin ne demek olduğunu ondan daha iyi biliyorum. Elbette benim için baba demek de kolay değil. Belki de içimde bir parça yaralama isteği var, gerçi babamın kalbini kırmayı hiç istemedim. Bu kitabı yazdım, megafonu alıp Taksim'in ortasında yaşadıklarımı bağırmışım gibi hissediyorum ve de bu bana kendimi iyi hissettiriyor.
-Kitap ne kadar kurgu, hepsi yaşanmışlıklar mı?
Yüzde doksanbeşi gerçek. Bazen söyleyemediklerinizi yazarsınız. Bu kitapta hiç hile yok. Yüzüne söyleyemediklerinizi kitleler haykırmak da tuhaf. Bunu yaparken de karşınıza alıyorsunuz insanları ama bunu yapmamın zamanı gelmişti. Zaten ben tartışmayı öğreneli birkaç yıl oluyor. Ben yüzyüze konuşamam, ağlarım genelde, sayfalaraca yazarak anlaşırım.
- Babanız okumuştur belki de, geri dönüşler de gelebilir.
Okusa çok üzülürdü muhtemelen. Çünkü gerçekten ben de ne hissetiğimi bilmiyorum. Babasız kızlar hiç büyümez, küçük kız çocukları olarak kalır. Öfkeli değilim, sitemim var. Sevdiğimi sandığım adamlara da hep baba anlamı yüklemeye çalıştım, bu da benim en büyük marazımdı. Babanı arıyorsun sürekli, böyle olunca karşı tarafa da sevimsiz ve ağır bir yük veriyorsun. Başlarda bunun hesabını soruyordum, daha çok “sahiplenilmek”, “kısıtlanmak” istiyordum. Sonra alıştım, anladım. Mutsuz bir evlilik geçirdim. Öğrendiklerimle yolumu çizdim. Sevgi ve aşk arasındak farkı da öğrendim, evlilik için hangisinin gerekli olduğunu da.
-Hangisi?
Sevgi gerekli. Aşk şuursuz bir şey, aşk gerizekalılık, tanımı bu. Gerekli mi dersen? Bazen özlüyor insan aşkı yaşamayı. Aşk ile sevgi uygun ortamda birbirlerine dönüşebiliyor.
- Twitter'da “Falanca” olarak tanındınız, sonra gerçek kimliğinizle yola devam ettiniz.
Tanınmıyorken daha özgürdüm, şimdi otosansür geldi. Biraz daha edepli, düzgün yazıyorum. Kimsenin gözüne de sokmadım görünmez ve görünür olma halimi. Türkiye'de kadın olmak zaten zor, sosyal medyada da bu değişmiyor. Hem ilk başta net olmayan bir fotoğrafla gelen gizem işime yaradı. Sonra işler değişti, televizyon geldi. “Güzel kadınsın kitabın kapağına da koyalım” seni diyenlerin olduğu bir ülke burası. Yaşadıklarımdan yola çıkarak teşhisler koyuyordum Twitter'da. Yazdıklarım yaşadıklarımdan ibaretti. Twitter fenomenleri aslen marazlı ve yalnız insanlardır. İçlerinde ne varsa kustular ve bugünlere geldiler. Bana sorarsanız keşke twitter kapansa da insanlar kuşlara, ağaçlara baksa!
- Peki, bu kitap acınıza şifa oldu mu, olacak mı?
Paylaşmak acıları azaltıyor. Hem benim gibi düşünen insanları bulmak istiyorum. Blogumda “Güzin abla” gibi görüyordu herkes beni, dertlerini yazıyorlardı. Ben de onlara hiç ıskalamadan yanıt yazıyordum.
- Kitabı yazarken orta dereceli depresyon şüphesiyle tedavi olmaya başlamışsınız. İçsel yolculuk sancılıdır. "Çocukluk suç mahalli gibi. Dönüp dolaşıp kendini ve cevaplarını orada buluyorsun” diyorsunuz kitapta. Buldunuz mu tüm yanıtları?
Evet, ilaç almaya başladım kitabı yazarken. Sonra ilaçlar ağır geldi. Geçmişle hesaplaşmak öyle kolay olmadı. Ama şimdi iyiyim, daha sakin ve biraz huzurluyum. Hayatımdaki tüm travmalar çocukluğumda kaldı, çocuklukta orada... İyi güzel her şey orada kaldı....
- “Niye yazıyor bu kadın?” diyenler ve eleştirenler olacaktır. Var mı bir cevabınız?
Ezgi'nin Günlüğü, Yeni Türkü dinleyip rakı içersin ya da Hande Yener dinleyip kumsalda dans edersin. Bu edebiyatta da böyle. Beni kimle karşılaştıracağın önemli, benimkinin yeri de ayrı. Benim kitabım iki gün seni başka yere götürür, bir kitap hayatını değiştirir. Hayatımız zaten olmuş üç kelime ; “beğen, paylaş, yorum yap”.
En Çok Okunan Haberler
- Rus basını yazdı: Esad ailesini Rusya'da neler bekliyor?
- Türkiye'nin 'konumu' hakkında açıklama
- Esad'a ikinci darbe
- İmamoğlu'ndan Erdoğan'a sert çıkış!
- Kalın Colani'nin yolcusu!
- Çanakkale'de korkutan deprem!
- Naci Görür'den korkutan uyarı
- Erdoğan'a kendi sözleriyle yanıt verdi
- Kurum, şişeyi elinin tersiyle fırlattı
- 21 kişinin daha hastanelik olduğu ortaya çıktı