Demokrasi-Kakokrasi-Anarşi...

Yayınlanma: 21.06.2010 - 05:37
Abone Ol google-news

Bu yazının başlığını taşıyan üç kavram birbirlerine çok yakındır ama birbirlerinin de zıddıdır. Demokrasi; kuralları tam uygulanmazsa “kakokrasiye”, oradan da kolaylıkla “anarşiye” dönüşebilir.

Önce bu kavramlara kısaca açıklık getirelim. Demokrasi, halkın düzenli aralıklarla özgürce seçtiği temsilciler eliyle gerçekleştirdiği bir yönetim sistemidir. Ancak bu temsili demokrasi, 18. yüzyıldan beri sürekli gelişim gösterdi. İlk aşamada egemenliğin meclislerin tek başına kullanacakları görüşü kesindi. İşte, “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” söylemi bu dönemi simgeler. Ancak 20. yüzyıla gelindiğinde meclislerin seçimle oluşmasının ve tek başına egemenliği kullanmasının demokrasiyi gerçekleştirmeye yeterli olmadığı acı deneyimlerle ortaya çıktı.

Almanya’da Hitler diktatörlüğü, İtalya’da Mussolini faşizmi seçim ve meclis aracılığıyla işbaşına gelmişti. Meclis çoğunluğu benim elimdedir, ben istediğimi yaparım düşüncesi, demokrasi yerine diktatörlüğü getirmişti.

Bu nedenle özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında “meclislerin tek başına her istediğini yapmaları” yerine, onların çıkardığı yasaların “yargı organları tarafından denetlenmesi” bütün Batı demokrasilerinde yerleşti. Bunun için temel belge olan anayasanın “egemenliğin hangi organlar tarafından nasıl kullanılacağını” belirlemesi esası kabul edildi.

II. Dünya Savaşı sonrası bütün Batı demokrasilerinde yer alan temel kural, anayasamıza da şöyle girdi:

“Türk milleti, egemenliğini anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır.”

Bunun anlamı şudur: Meclis, artık tek başına egemenliği kullanamaz. Yasama organı, yetkili organlardan birisi olarak ve anayasa çerçevesi içinde egemenliğini kullanacaktır.

Yargı da anayasamızın kabul ettiği ve gücünü anayasadan alan bir yetkili organdır. Anayasa Mahkemesi de egemenliği kullanan bir yüksek mahkeme olarak, Meclis’in kabul ettiği yasaların, anayasaya uygunluğunu denetlemek yetkisindedir.

Kakokrasi nedir?

Yunanca kökenli olan bu deyim, kakos: kötü ve kratos: iktidar kelimelerinden türemiştir ve “kötü iktidar” anlamına gelir.

Kötü iktidar demek, anayasal kuralları tanımayan, egemenliğin sadece seçilmiş meclislerde olduğunu kabul eden, oy sağlamak hırsıyla laiklik ilkesini zedeleyen, aklın rehberliğini inkâr eden, evrensel demokrasi kurallarına sırt çeviren siyasal iktidar demektir. Yasama, yürütme, yargı erklerini küçümsemek, kuvvetler ayrılığı ilkesini zedelemek, tüm gücün seçilmiş Meclis çoğunluğunda olduğunu iddia etmek, bir ülkedeki yönetimi demokrasiden “kakokrasi”ye doğru yöneltir.

Anarşi nedir?

Anarşi’de Yunanca bir kelimedir ve “siyasal ve yönetimsel kurumlarda beliren güçsüzlük nedeniyle toplumda devlet denetiminin kalmaması” durumudur.

Geçen hafta, görevi Anayasa Mahkemesi Raportörü olan genç bir hukukçu, demokrasi dışı, anayasa kurallarını çiğneyen, Türkiye’deki rejimi “kakokrasi”ye doğru yönelten ve kabul görürse ülkede “anarşi” yaratacak olan bir öneri ortaya attı.

Osman Can’ın önerisinin özeti şöyle:

“Anayasa Mahkemesi, anayasa değişikliği paketini iptal ederse, parlamento bu kararı yok saymalıdır.

Bu kararı, Başbakanlık Resmi Gazete’de yayımlatmasın. Böylece, 12 Eylül günü yapılacak referandum sırasında halkın Meclis’ten çıkmış olan metne oy vermesi sağlanmış olur.”

Oysa anayasamızın 153. maddesine göre: “Anayasa Mahkemesi’nin kararları kesindir.

Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazete’de hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.”

Utanç verici

Sayın Anayasa Mahkemesi Raportörü, anayasanın 153. maddesine açıkça karşı çıkıyor. Başbakanı da anayasaya aykırı hareket etmeye yönlendiriyor. Başbakanı Anayasa Mahkemesi’nin kararlarını yok sayabilecek bir “seçilmiş kral” mertebesine yükseltiyor.

Başka birisi yapsa haydi neyse, ama bunu Anayasa Mahkemesi raportörü yapıyor, “kakokrasi” öneriyor, “anarşi”yi yeğliyor.

Ama bu konuda asıl sarsıcı ve kusura bakılmasın “tüyleri ürpertecek” açıklama Sayın Cumhurbaşkanı Gül’den geldi. Güney Kore’deki gezisinde Sayın Gül, “Bu konu biraz tartışılsın” dedi: TC’nin Cumhurbaşkanı bunu söyleyemez.

Çünkü, anayasamızın 104. maddesine göre;

“Cumhurbaşkanı devletin başıdır.

Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir.”

Anayasa Mahkemesi’nin verdiği karar “yok” sayılmalıdır. “Başbakan bu kararı Resmi Gazete’de yayımlatmamalıdır” diye “kaos” yaratacak açıklamalar yapan, “ünü kendinden menkul” genç bir hukukçunun bu önerilerine yeşil ışık yakarcasına “kamuoyunda tartışılsın” demek Sayın Cumhurbaşkanı’nın anayasal fonksiyonlarına ters düştü ve saygınlığına yakışmadı…

Onun yerine, “Anayasal düzenimizde her konu belirtilmiştir, anayasal kurallar geçerli olmalıdır” demesi beklenirdi…

Unutulmasın ki, ileride bugünlerin siyasal tarihi yazılırken siyaset bilimciler, tarihçiler Sayın Cumhurbaşkanı’nın bu sözlerini de değerlendireceklerdir.

Şimdi, son elli yıldır siyasal gelişmelerin içinde bulunmuş, 1960’ları, daha sonrasını, 1973-1980 dönemini bizzat yaşamış sorumluluklar almış, yakın tarihimizin analizi yönünde kitaplar yazmış, 1961 Anayasası’nı hazırlayan Meclis’in Divan Kâtipliği’ni yapmış bir hukukçu ve siyasal bilimler öğretim üyesi olarak genç hukukçu Sayın Can’a önerisinin bir aşama sonrasını soralım. Bakalım ne gibi bir manzara ile karşılaşacağız:

Diyelim ki Can’ın beğenmediği karar Anayasa Mahkemesi’nden çıktı. Diyelim ki Başbakan, Can’ın önerisine uydu ve bu kararı Resmi Gazete’de yayımlatmadı. O zaman:

1. Başbakan, anayasanın 153. maddesindeki “amir hükmü” ihlal eden bir siyasal kişi durumuna düşmez mi?

2. Bu durumda anayasamızı çiğnediği için Yüce Divan’lık bir durumla karşı karşıya gelmez mi?

3. Güçler ayrılığı ilkesine ve anayasanın amir hükmüne karşı gelerek anarşi yaratan bir siyasal iktidarın başı olarak onun partisi hakkında cumhuriyet başsavcısı tarafından “parti kapatma” davası açılmaz mı?

4. Böylesi bir durumda ülkede “anarşi” doğmaz mı?

Bu, “Anayasa Mahkemesi Raportörü” ne yazık ki “militan” düşüncelerinin ve “hırslarının” kurbanı olarak hukukun üstünlüğü düşüncesinin dışına çıkmıştır. Söyleminin nereye gideceğini düşünememiştir. Daha gençtir, dünyadaki anayasa mahkemesi gelişmelerini okursa demiyorum, ama eğer iyi özümserse, öğreneceği daha çok şey vardır.

Kendisine özellikle 1803 tarihli “Marbury / Madison” davasını çok iyi incelemesini tavsiye ediyorum. Neden? Çünkü bu dava ile 207 yıl önce “yasaların anayasaya uygun olması gerektiği” ve “bunu da mahkemelerin denetleyebileceği” kararı ABD Yüksek Mahkemesi tarafından kabul edilmişti…

O zaman’a) ne anayasaların üstünlüğü ilkesi, b) ne Anayasa Mahkemesi, c) ne de Anayasa Mahkemesi’nin yasaları denetleme hakkı vardı…

İşte o zaman bile ABD’de yüksek mahkemenin bu kararına herkes saygı duydu, hiç kimse “yoklukla malul” demedi ve 200 yıl içinde de “anayasa mahkemeleri” ve yasaların “anayasaya uygunluğunun yargısal denetimi” ortaya çıktı.

Sayın Osman Can 1800’lerde yaşasaydı belki önerisi tartışılabilirdi, ama 21. yüzyılda yaşadığını unutmasın…

Bir “militanlık uğruna” nahak yere AKP’yi ve Sayın Başbakan’ı “anayasayı ihlal suçunu” işleyemeye yönlendirmesin...


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler