'Erdal bazen telifimi cebinden verirdi'

Önceki akşam ödülüne kavuşan Orhan Pamuk’la söyleşimiz ikinci gününde devam ediyor. Bu kez Pamuk’la ‘Sadece yayıncım değil yazar arkadaşımdı, birlikte ‘başarılı’ olduk’ dediği, Can Yayınları’nın kurucusu Erdal Öz’ü ve Türkiye’deki edebiyat ödüllerine dair fikirlerini konuşuyoruz.

Yayınlanma: 16.09.2015 - 18:56
Abone Ol google-news

Altın Portakal Film Festivali’nin düzenlediği hikâye yarışmasında ilk ödülünüzü aldığınızda Erdal Öz de vardı jüride. Söyleşimizin başlarında dostluğunuzun nasıl başladığını anlatmıştınız. Sonra Erdal Öz Can Yayınları’nı kurunca, kitaplarınızı Erdal Bey’ emanet ettiniz, değil mi? “Sessiz Ev”, “Beyaz Kale” ile “Kara Kitap”ın ilk baskıları Can Yayınları’ndan çıktı...

O ödülü aldıktan ta 7 yıl sonra benim ilk kitabım “Karanlık ve Işık”la Milliyet Roman Yarışması Ödülü’nü kazandım. Kitap Erdal Öz’ün arkadaşı Ülkü Tamer’in yönettiği Milliyet Yayınları’nda 1982’de yayımlandı. O yayınevi sonra Karacan Yayınları oldu, ardından da kapandı. O sırada Erdal, Can Yayınları’nı kuruyordu. Aynı günlerde “Cevdet Bey ve Oğulları” yayımlanmış ve Orhan Kemal Roman Ödülü’nü almıştı. Ben de o kitabın öteki baskılarını Erdal’a verdim. Herhalde o dönem Can Yayınları’nın ilk üç beş Türk yazarından biriydim. Çok arkadaşlık ettik Erdal’la. Çok konuştuk. Çok yakın olduk. Çok şey paylaştık...

Erdal Öz’le ilgili hatırladığınız ilginç bir anekdot var mı?

Unutmayın ki o benim yayıncımdı. Ben de yayıncım gibi konuşurdum onunla. O da bana sinirlenip, “Ben yayıncın değil, yazar arkadaşınım” derdi. Bu unutamadığım şeylerden biri. İkincisi çalışkanlığıydı gerçekten. Masasının üzerine bir küçük İngilizce not koymuştu. “Burada laka laka yapmayın” anlamında. O zaman yazarlar ve çevirmenlerin alışkanlığıydı. Ağabey geçerken uğradım yahu, deyip bir çay içerdin. O zamanlar kişisel ilişkiler çok daha öndeydi. Ne bileyim, ben paramı gidip yayınevinin muhasebesinden almazdım. Erdal zarfa koyup verir ya da telifimi bazen de cebinden verirdi. Başka bir yayıncılık sektörü vardı o zamanlar. O zaman gördüm yazarlar gelir öyle otururlar. Erdal hem onlara laf yetiştirir, hem onların ne yazdığını, ne çevirebileceğini ya da onlardan ne okuduklarını, dünyada neyin ilginç olduğunu öğrenir, tartışırdı. Severdim o konuşmaları. Oralarda bulunup başka yazarların gelmesini. Ankara’dan arkadaşı Adalet Ağaoğlu gelir, Yaşar Kemal uğrar. Benim için çok önemliydi başka yazarları tanımak, Türk yazarlarını bilmek.

Nasıl tanıtırdı Erdal Bey sizi Yaşar Kemal’e ya da Adalet Ağaoğlu’na?

Erdal beni hep “bu küçük çocuk çok parlak” diye tanıtırdı. Hep korurdu beni. Severdim bu ilişkiyi. Ama ben de ona yayınevi bizim gemimiz olduğu için, gemi iyi gitsin diye, hep “Şunu bas, şu da var” filan derdim. O sırada Latin Amerikan edebiyatının yükselmesi vardı. Pek çok Latin Amerikan yazarını ve başka dünya yazarlarını ona ben söyledim. Bunları yapmaktan heyecan duyardım. Böyle bir arkadaşlığımız vardı. Ve birlikte “başarılı” olduk. İşler ben oradayken büyüdü. Onu da içeriden görmek hoşuma giderdi. Cumaları ödeme olur, yazarları da para almaya cumaları çağırırdı. Ama bazen görürsün ki Erdal kendi matbaasına ödeme yapmakta zorlanıyor. Onlara da şahit olurdum...

Yazar Erdal Öz’ü nasıl tarif edersiniz?

Erdal her zaman asıl işi edebiyatçılık, güzel şeyler yazmak olan biriydi. Her ne kadar politika için yapılmıyorduysa da edebiyat, Erdal’ın başına gelenler, tutuklanıp işkence görmesi ve o konudaki hatıralarını yazması onu bir siyasi olarak ünlendirdi. Ama aslında benim için Erdal’ın asıl metinleri ilk kitaplarıdır. “Odalar” kitabı ve kısa hikâyeleri... Ben oraya 1982’de gittim. Ama 1970’lerin “en güzel roman en politik olanıdır” anlayışı hâlâ etraftaydı. Erdal o ayıklamayı da yapardı.

Yurtdışından aldığınız ödüllere nazaran Türkiye’den aldıklarınız hayli azdı yakın zamana kadar. Bu konuda sitem ettiğinizi hatırlıyorum...

Ben ilk kitaplarımı yazdığım zamanlar böyle siyasi bir hasımânelik yoktu. O zaman almak isteyeceğim en büyük ödül, belki şimdi de öyledir, Orhan Kemal Roman Ödülü’ydü. Onu aldım zaten. Başta Milliyet Roman Yarışması Ödülü’nü de kazandım. Hatta o dönem Madaralı Roman Ödülü diye bir ödül vardı, onu da kazandım. Yeterince ödül almıştım zaten. Benim öyle uzun süre sıkıntım olmadı, “Aman Türkiye’de ödül vermiyorlar” diye. Belki politik sebeplerden bir dönem sessiz kalınmıştır. Ama bu kime olmuyor? Çok da şikâyetçi olduğum bir şey değildi...

Türkiye’de edebiyat ödülleri, hep aynı isimlerden oluşan seçici kurullar ve o kurulların tercihleri hep tartışılır. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Edebiyat ödülleri ve jüriler özellikle de genç yazarlar için bitip tükenmez bir konudur. Bir ödülü bir kişi alır, 20 kişi şikâyet eder. Bunlar hiç bitmez. Bunları çok yakından takip etmedim. Bu konulara girmek istemem. Ta 1970’lerde de en yaygın şikâyet edebiyat ödüllerinin jürilerinde hep aynı isimlerin yer almasıydı. Unutmayın, o isimleri jürilere koyuyorlar çünkü o isimler gazetelerin kültür sanat sayfalarını yapan isimler. Dolayısıyla onların jürilerde yer alması o ödüllerin daha çok duyurulmasına yarıyor. Bir de kültür ve kitap sayfalarıyla ilgili oldukları için gene de her şeyi iyi takip etme mecburiyeti olan insanlar olduğu için seçiliyorlar. Erdal Öz Edebiyat Ödülü jürisindeki üyeler değişiyor arada. Bu iyi bir şey. Ama daha çok değişmesi gerektiğini düşünüyorum.

- Yarın: Pamuk, Cumhuriyet’e 14. İstanbul Bienali’nde ilk kez gösterdiği resimlerinden yola çıkarak “ressam Orhan Pamuk”u anlatıyor...


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler