F. Scott Fitzgerald’ın büyük elması
F. Scott Fitzgerald belki dönüp dönüp okuduğunuz yazarlardan değildir ama çok ciddiye alınması gereken bir yazardır. Gençliğe, güzelliğe lükse meraklı olduğu doğrudur. Ama onun derdi başkadır.
F. Scott Fitzgerald belki dönüp dönüp okuduğunuz yazarlardan değildir ama bana sorarsanız çok ciddiye alınması gereken bir yazardır. Genelde zenginlerin, büyük bir lüks ve konfor içinde, gösterişli hayatlar yaşayan genç, güzel ve genelde zengin kızların, erkeklerin hayatlarını yapıtlarına malzeme yaptığı için sanki bunlara çok meraklıymış izlenimi yaratmıştır. Sanki başka bir derdi yokmuş gibi. Gençliğe, güzelliğe, zenginliğe, lükse meraklı olduğu doğrudur, bunlara hiçbir itirazı yoktur Fitzgerald’ın. Ama onun derdi başkadır.
Fitzgerald’ın, kendisinin “Lüks özlemiyle tanımlanabilecek bir ruh haliyle” yazdım dediği bir öyküsü vardır: “Ritz Büyüklüğünde Bir Elmas.”
Çok bilinen öykülerinden biridir. Bir fantezidir ama hiç de içi boş, eğlencelik bir fantezi değildir, ibretlik bir öyküdür. Hele de para tapıncından gözleri körleşmiş insanlar çağında bu öykü okura öylesine güçlü bir gerçeklik duygusu verir ki. İçinde yaşadığınız gerçekliği bütün çıplaklığıyla görmekten dolayı irkilirsiniz. Amerika’nın, elbette bir anlamda “dünyanın en pahalı ve ayrıcalıklı erkek okulunda” okuyan John Unger adlı küçük bir delikanlının başından geçen olayların anlatıldığı bir öyküdür. O okulda okuyan bütün çocukların babaları zengindir hatta çok zengindir. Okula Percy adlı yeni bir öğrenci gelir, sessiz, kimseyle konuşmayan bir oğlandır, John’la arkadaş olur ve tatilde onu evine davet eder. O okulun öğrencileri arasında böyle bir gelenek vardır, tatillerde, tatili birlikte geçirmek üzere bazı arkadaşlarını evlerine davet ederler. (Belki zenginliklerini göstermek için!)
Percy ile John trende, Percy’nin yaşadığı kasabaya giderlerken Percy’nin dili çözülür -belki John’u o evde göreceği şeylere hazırlamak için- babasının çok zengin olduğunu söyler. John da zenginlere alışkındır ve “Zengin insanları severim” der. Bu samimi bir itiraftır çünkü kendisine büyüdüğü ailede de yaşadığı toplulukta da “zenginliğe saygı” öğretilmiştir. Percy babasının öyle böyle değil çok zengin olduğunu bir kez daha yineledikten sonra o zenginliklerinin öyküsünü anlatır. Büyükbabası bir zamanlar ormanda atla dolaşırken yolunu kaybetmiştir, karnı acıkır, o sırada gözüne ilişen bir sincabı vurup yemek ister, bir türlü vuramaz ama sincabın peşini de bırakmaz, yuvasına kadar izler. Sincap bir dağın yamacındaki delikte kaybolur ama büyükbabasının gözüne bir şey ilişir, parlayan bir şey. O dağın tamamı, tek parça bir elmastan oluşmaktadır. Orayı satın alır, o elmastan kopardığı küçük parçaları satarak çok zengin olur. Oğlu da çok zengin olur. O kadar zengin olur, o kadar zengin olur ki artık daha fazla zengin olmaya çalışmayı bırakır, elmas madenini mühürletir. Şatolarındaki odaların duvarları altın ve gümüş kaplıdır, koridorlar sedef kaplıdır, arabanın tekerlerine, içinin döşemesine kadar her yer elmaslar, zümrütler, yakutlarla süslüdür. O şatonun şıklığı, lüksü, acayip konforu anlatmakla bitmez. Eee sonra?
Sonrası şu: Asıl sorun ondan sonra başlar. O elması korumak için adam arazinin çevresine çok yüksek duvarlar ördürür, nöbetçiler diker, içeriye hiç kimseyi almaz, onarım gibi bazı zorunlu işler için gelenlerin, işleri bitince gitmelerine izin vermez, onları ya bir yere hapsetmek ya da yok etmek zorundadır. Maazallah çenelerini tutamayıp elmas dağından söz ederlerse ne olacaktır? Zenginliğini kaybetmek korkusuyla cinayet işlemeye başlar. Kurtuluşsuz bir sarmala dolanmıştır. Bütün ailesiyle birlikte sonuçta hayattan kopmak zorunda kalır ve zenginlik giderek anlamsızlaşır, tam bir yaşamasızlığa dönüşür!
Sonunda evin küçük kızı, erkek kardeşinin okul arkadaşı olan ve evlerine konukluğa gelmiş bulunan oğlanla birlikte kaçmaya karar verir. Zaten oğlan kaçmasa öldürülecektir, oradan sağ çıkması olanaksızdır. Oğlanla birlikte kaçmak isteyen kız, “Ah, ne güzel yoksul olacağım” diye sevinir. Doğrusu bu arada okur da sevinir. O saçma zenginlikten yoksulluğa kaçmak, yaşamasızlıktan hayata, canlılığa kaçmak gibi bir şeydir. Her ne kadar kızın yoksulluktan anladığı şey dört hizmetçi yerine iki hizmetçi kullanmak da olsa! F. Scott Fitzgerald okurun kucağına kocaman, dağ büyüklüğünde bir elmas bırakır. Altında kalırsınız.
En Çok Okunan Haberler
- Rus basını yazdı: Esad ailesini Rusya'da neler bekliyor?
- Esad'a ikinci darbe
- Türkiye'nin 'konumu' hakkında açıklama
- İmamoğlu'ndan Erdoğan'a sert çıkış!
- Çanakkale'de korkutan deprem!
- Naci Görür'den korkutan uyarı
- Kurum, şişeyi elinin tersiyle fırlattı
- Kalın Colani'nin yolcusu!
- 6 asker şehit olmuştu
- Erdoğan'a kendi sözleriyle yanıt verdi