Gerçeği kim kaybetti?

İnsanın kendi gerçeğini merak etmeye başlaması, onun kendisini tanıma, farkındalık geliştirme, “kendisiyle buluşma”, kısaca “özneleşme” yolculuğunu da hızlandırdı. Özneleşme, yol alındıkça artan bir niteliktir, “ben” olmaktır. Nesne olmanın tersidir, ondan uzaklaşmaktır. Çünkü nesnelerin kendi bilinciyle kendini kavraması söz konusu değildir.

Yayınlanma: 12.05.2021 - 12:00
Abone Ol google-news

Gerçeği anlama çabası, insanın giderek artan ve karmaşıklaşan bir kavrama gücüne ve bilince sahip olmasına yol açtı. Bu evrim sonucunda “Ben nasıl ve neden var oldum”, “Ben neyim/ kimim”, “Ötekiler kim”, “Var oluşumun anlamı nedir”, “Neden korkuyorum”, “Neden mutsuzum”, “Nasıl mutlu olurum” gibi bireylerin zihnini işgal eden onlarca soru ortaya çıktı.

Bireyin insansal ihtiyaçlarını giderebilmesinin önündeki engeller ve tıkanmalar, onun kendi gerçeğinden (özünden) uzaklaşmasına yol açarak kendiyle buluşma imkânını ortadan kaldırabiliyor. Bu da onu ruhsal açıdan her zaman “hasta” olduğu anlamına gelmese de kendine yabancı, “uykuda yaşayan” bir birey haline dönüştürebiliyor .

“Özüne ait” ruhsal ihtiyaçlarını doyuma ulaştıramayan birey, çoğu zaman “savunma mekanizmaları”, hatalı “nedensel yüklemeler/atıflar” (attribution) veya bilişsel çarpıtmalar yoluyla gerçeği eğip bükerek kendi ruhsal dengesini korumaya ve kişilik bütünlüğünü sağlamaya çalışır.

MEMNUN ETME YARIŞI...

Söz gelimi cinsel arzularını baskılamak zorunda kalan birinin cinsel çağrışım yapabilecek en küçük bir uyarana dahi aşırı hassas bir ahlaki tutum sergilemesi, sevilme ve onaylanma ihtiyacı karşılanmamış birinin sürekli başkalarını memnun etmeye çalışması gibi davranışlar savunma mekanizması kullanımına verilebilecek örneklerdir.

Atıf kavramı, aynı zamanda insanların başlarına gelen olaylarla ilgili kendilerinin veya başkalarının davranışlarına anlam yüklerken çoğunlukla kendilerini kayıracak şekilde çarpıtmalar yapabildiklerini de gösteriyor. Örneğin pek çok insan kendi davranışlarına bağlı olarak ortaya çıkan olumsuz sonuçları daha çok şanssızlığa veya dış şartların olumsuzluğuna, başkalarının davranışlarına bağlı olarak ortaya çıkan olumsuz sonuçları ise onların kişisel kusurlarına yükleme eğiliminde olabiliyor.

İnsanlar bu yollara başvurdukları ölçüde “kendilerine kör” duruma düşerler. Bu körlük, kimi zaman ciddi ruhsal bozukluklara da zemin oluşturabilir.

SANAL İYİLİKTEN KAÇ!

Örneğin yakınını kaybeden birinin bu gerçeği inkâr etmesi yahut cinsel saldırıya uğrayan birinin bunu bastırması giderek majör depresyon, travma sonrası stres bozukluğu ya da patolojik yas gibi son derece yıkıcı psikolojik sorunlara yol açabilir. O halde ruhsal güçlülük ve özneleşme yolculuğunda mesafe katedebilmek istiyorsak kendi gerçeğimizi keşfetmeye, dışımızdaki gerçeklerin hayatımız ve ruh sağlığımız üzerindeki etkisini kavrayarak farkındalığımızı en üst seviyeye çıkarmaya istekli olmalı, çarpıtmaların bizi içine çektiği “sanal iyilik” konforuna yaslanmaktan uzak durmayı tercih etmeliyiz.

Farkındalığın yüksek olduğu ve ruhsal açıdan daha “işlevsel” bir yaşam için dış gerçekleri anlamak gerekir. Bu noktada bireyin en çok yaşadığı “çözüme engel” yaklaşım ve bakış açıları şunlar:

  • Gerçeği görememe,
  • Görse bile gerçekle yüzleşememe,
  • Yüzleşse bile onu kabul edememe,
  • Kabul etse bile onu tam olarak kavrayamama,
  • Kavrasa bile onunla nasıl yaşanacağını öğrenememe,
  • Öğrenmesine karşılık onu değiştirme ihtiyacı hissettiğinde doğru zamanda ve yöntemle hareket edememe...
  • Dış gerçek ile iç gerçek karşısında kendi durumunun (olanak, yeti, elverişlilik vs. anlamında) farkında olamama... 

Özneleşme yolculuğumuzda dış gerçeklerin ne olduğunu ve ruhsallığımızla ilişkisini kavrayabilmemiz için kullanacağımız en önemli araç, bilimsel bilgi, felsefe ve sanattan beslenen, dogmalara karşı mümkün olduğu kadar “uyanık” tutulan sorgulayıcı akıldır.  


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler