Gülen: 'Tiranlar gibi onlar da devrilecek'

Fethullah Gülen: 'Gittiği her yerde Türk milletinin son muhteşem açılımını kösteklemek için herkesin kafasını karıştıran tirana lanet olsun diyecekler' dedi.

Gülen: 'Tiranlar gibi onlar da devrilecek'
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 24.11.2014 - 14:20

Fethullah Gülen: 'Gittiği her yerde Türk milletinin son muhteşem açılımını kösteklemek için herkesin kafasını karıştıran tirana lanet olsun diyecekler' dedi.

Gülen cemaati lideri Fethullah Gülen, isim vermeden AKP hükümetine ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'a yönelik ağır eleştirilerde bulundu. “Bunlar milleti sömürürler, kendi saltanatlarını tesis ederler… Ama bir yere kadar Allah fırsat verir. Bir yerden sonra bütün tiranlar gibi onlar da devrilir giderler" diyen Gülen, ‘Gelecekte de bir sürü tiran çıkacak’ diyerek “o tiranlar karşısında Yusuflar olmazsa, dünyada genel huzur olmaz, kardeşlik teessüs etmez, sevgi atmosferi oluşmaz” şeklinde konuştu.

Erdoğan'ın Ekvator Ginesi'nde Afrikalılara seslenerek, "Faaliyet gösterdikleri hemen her ülkede gizli yapılanma içine giren ve ajanlık faaliyetleri artık daha da somutlaşan bu örgütlere karşı işbirliğine hazırız" sözlerine de üstü kapalı bir şekilde değinen Gülen, “Gittiği her yerde Türk milletinin son açılmasını, son muhteşem açılımını kösteklemek için herkesin kafasını karıştıran, dünyanın değişik yerlerinde dinin intişârını engellemek isteyen tirana lanet olsun, diyecekler” ifadelerini kullandı.

Gülen'in herkul.org'ta "Yaşatma İdeali ve Tebliğ Sancısı" başlığıyla yayımlanan (24 Kasım 2014) konuşmasından satırbaşları şöyle:

- Âlem, kalbî ve ruhî hayat itibarıyla Allah’ın istediği seviyeye yükselirse, bizim için isteyecek başka bir şey kalmaz.

- Hazreti Üstad diyor ki: “Milletimin imanını selamette görürsem, cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım. Çünkü vücudum yanarken gönlüm gül gülistan olur.” Peygamberlik yüksek pâyesinin gölgesinde, daha sonra da gölgesinin gölgesinde, gölgesinin gölgesinde olan insanlar hiç kendileri için yaşamamışlardır. Bu, bütün büyüklerin lâzım-ı gayr-ı müfâriki, yani öteden beri ayrılmaz hususiyetleridir. Başta Râşid Halifeler; yolun en doğrusunu onlar belirlemiş, onlar yaşamış ve İnsanlığın İftihar Tablosu (sallallâhu aleyhi ve sellem) daha ziyade onları nazara vermiş. Kendi zaten nazarda; muşârun bi’l-benân. Nebi olduğundan dolayı, herkes O’na uyulması gerektiğine milimi milimine inanıyor.

- Harun Reşid küçümsenmeyecek bir insandır. O dönemin çok büyük velilerinden birisi olan Fudayl bin Iyaz’ın gözünün içine bakar, iki dudağından dökülen kelimeleri lâl ü güher gibi alır değerlendirir. Çok defa yanında hıçkıra hıçkıra ağladığı olmuştur. “Padişahsın, hükümdarsın; haksızlık yapıyor, zulmediyorsun. Allah’tan korkmuyor musun?” deyince, tepki vermez ona. Belki o denen şeylerin hiçbiri onda yoktur ama ihtimal ki “O büyük veli bir şeyler görüyor, ondan dolayı böyle diyordur!” diye itiraz etmez. Yanındaki Fazl ikna edip susturur onu: “Hükümdarı öldüreceksin, kalbi duracak!”

- Bu türlü hakikatler karşısında kalbi duracak insanları kaybettiğimiz günden bu yana, bizler hakiki insan yetimiyiz. Hakikatler yüzüne çarpıldığı zaman, “Bunlar tam bana göre; numarası da uyuyor, drobu da uyuyor. “Hırsız!” Numarası da uyuyor, drobu da uyuyor. “Mürteşî!” Numarası da uyuyor, drobu da uyuyor. “Hak yiyen insan!” Numarası da uyuyor, drobu da uyuyor. “Milletini ezen!” Numarası da uyuyor, drobu da uyuyor. Demek ki bu zâtlar benim hakikaten hatalarımı açıktan açığa görüyor ve söylüyorlar. Bana düşen şey, bu mevzuda, onların çağırdığı o istikamete yönelmektir.” diyebilecek muhasebe insanlarına hasretiz.

Hayatlarını başkalarını kurtarmaya adamış bahtiyar ruhlar

- Hepsinin etrafında böyle bir nur hâlesi.. ama biri asliyet planında, diğerleri de zılliyet, gölge planında. (…) Bunlar, başkalarının karanlık dünyalarını aydınlatmak adına, adeta hayatlarını hep karanlıkta geçiriyor gibi yaşarlar. Ellerindeki mumları hep başkalarına verirler. Ellerindeki bir mumla bütün mumları tutuşturmak için karanlıktan karanlığa koşarlar; sürekli ızdırap yudumlarlar; hep çileden çileye girerler. Fakat bu mevzuda gam da yemezler, şikayet de etmezler. Sızlanmazlar katiyyen ve kâtibeten! (…) İstemedikleri halde bunlar -öyle bir dertleri de yoktur- milletin ve gelecek nesillerin nazarında yâd-ı cemîl olurlar. Yâd-ı cemîl olurlar, hep yâd edilirler, hep parmakla onlara işaret edilir.

- Bazılarının yeryüzünde mezarları bile olmaz. Adlarına hiçbir şey yapılmaz. Adlarına yapılan ne bir okul vardır, ne kültür lokali vardır, ne üniversite vardır; çünkü yaptıkları her şeyi Allah için yapmışlardır ve “Ecrimizi, mükâfatımızı biz Allah’tan bekliyoruz. Başkalarından beklediğimiz bir şey yok.” deyip o peygamberâne tavır içinde silinip gitmişlerdir.

- Üstad Hazretleri, “Benim mezarımı kimsenin bilmemesi lazım, bir iki talebemden başka!” demiş. Malum bir yere gömülmüş, sonra istediği gibi hakikaten meçhulleştirilmiştir. Ama hiç kimse zihinlerden onu silemez, kimse onu unutturamaz! Tesbihatıyla, ortaya koyduğu âsâr-ı güzîdesiyle onu yâd ederler; hep onun ufkunda seyahat eder dururlar. İman-ı billahtan marifetullaha, marifetullahtan muhabbetullaha, onun çizdiği çizgide dolaşır dururlar; onun o seyr-i rûhanîsini geride bıraktığı eserlerde yaşar dururlar. Etrafındaki hâle de ondan geriye kalmamıştır. Tahirî Mutlulardan Hulûsi Efendilere kadar…

- Bunlar kendi dönemini yaşayan insanlar değil. Bu kirli dönemi, zift dönemini yaşayan insanlar değil. Bunlar sahabenin arkasında bir yer ihraz eden babayiğitlerdir. Nisbî ve izâfî insan-ı kâmil âbideleridir bunlar Allah’ın izni ve inâyetiyle. Cenâb-ı Hakk hüsn-ü zannımızda bizi yanıltmasın. Öyle olduğuna inandık onların; onları öyle kabul ettik ve ölünceye kadar da birer yâd-ı cemîl olarak zikretmeye devam edeceğiz. Çünkü dünyevî hiçbir talepleri olmadı; mâliyeciler üzerlerine gitsin bunların, dikili bir taşları dahi olmadıklarını görecekler.

Tiranlar devrilir gider ve bir yâd-ı kabîh olarak anılırlar!..

- Zira onlarda Kârun gibi kazanma düşüncesi yoktu. Kârun gibi dünyaya gömülme düşüncesi yoktu. Firavun gibi başkaları üzerinde hakimiyet kurma düşüncesi yoktu. Başkalarını hazmedememe gibi haset hastası değildi onlar. Kıskançlık hastası değildi onlar. Deli değildi onlar. Başkalarının yaptıklarını yıkmak için, gittikleri her yerde menfî propaganda yapan Firavun taslakları değildi onlar. Onlar Allah Rasûlü’nden (sallallâhu aleyhi ve sellem) tevârüs ettikleri şeyleri -ciddî bir îsâr düşüncesiyle, başkaları için yaşama ve kendilerini feda etme düşüncesiyle, o mevzudaki her türlü çileye rağmen- ikâme etmeye çalışıyorlardı.

- Aslında Kıtmir’in bir mülahazası var: Yüksek mefkûresi uğrunda ezilmemiş, preslenmemiş, dövülmemiş, vurulmamış, hakarete maruz kalmamış, sürgün -ki bunların hepsi peygamberlerin yoludur- yaşamamış kimselerin “Millet adına bir şey yapıyorum!” iddialarına katiyen inanmıyorum! Yalancının, sahtekârın tâ kendileridir onlar. Preslenmesi lazım ki inandığı şeyden dolayı; kendi ruhî dünyasını, kalbî dünyasını ikâme etme adına değişik çilelere maruz kalması lazım ki, hakkaniyetini ortaya koymuş olsun. Hangi Peygamber vardır ki çileye maruz kalmamış, yerinden yurdundan edilmemiş? İnsanlığın İftihar Tablosu, Seyyidina Hazreti Mesih, testereyle biçilen Hazreti Zekeriya, hunharca şehit edilen Hazreti Yahya, yerinden sürgün edilen Hazreti İbrahim, yerinden sürgün edilen Hazreti Musa, yerinden sürgün edilen Hazreti Harun… hepsini sayabilirim burada. Peygamberlerin yolu bu ise, bence yol odur!

- Konjonktürel olarak, şartları değerlendirerek gelip milletin başına musallat olan parazitlerin millete vadettiği hiçbir şey yoktur! Bunlar milleti sömürürler, kendi saltanatlarını tesis ederler.. ama bir yere kadar Allah fırsat verir. Bir yerden sonra bütün tiranlar gibi onlar da devrilir giderler. Birilerinin yâd-ı cemîl olmasına karşılık onlar da yâd-ı kabîh olarak yâd edilirler: Her akla geldikçe, “O münafığa da lanet olsun!” (derler.) “Gittiği her yerde Türk milletinin son açılmasını, son muhteşem açılımını kösteklemek için herkesin kafasını karıştıran, dünyanın değişik yerlerinde dinin intişârını engellemek isteyen tirana lanet olsun!” diyecekler.

Yaşatmak için yaşamayan yaşıyor sayılmaz!..

- Gönlünüzü herkese açarsanız, herkesi kucaklarsanız size hakaret eden insanlara bile açık durursanız âlem de gönlünü size açar. Ne olursa olsun bir Hazreti Mevlana yaklaşımıyla, bir Yunus Emre yaklaşımıyla insanlara kucağını açmak ve “Esasen inandığım değerler beni işte böyle yoğura yoğura, şekillendire şekillendire bu hale getirdi!” diyebilmek.. inandırır mı inandırmaz mı bu mesele?!. Yani “Ben de insanım, benim de öfkem, hiddetim olabilir fakat inandığım değerler beni bir potada yoğura yoğura bu şekle getirdi. Bak siz sövüp sayıyorsunuz, bense size hâlâ kucağımı açıyorum!” mülahazası… Nihayet insan onlar da; insan olmanın kadirşinaslığı içinde bu meseleye karşı cevab-ı sevab verirler.

- Hususiyle günümüzde din farklılığı, mezhep farklılığı, ırk farklılığı sebebiyle arada mesafeler olabilir. Bize düşen: Bir yönüyle bunlara gözümüzü yumarak, bu farklılıkları görmezlikten gelerek, icabında bir sıcak çay içirme.. veya gidip çaylarını içme.. elimize bir hediye alarak “Bugün size ziyarete geldik.” deme… Bizim özel günlerimiz vardır ki bu günleri de çoğaltabiliriz: Vahyin ilk geldiği gün (semâvîleşme yolunun bize açıldığı gün), İnsanlığın İftihar Tablosu’nun boykottan sıyrıldığı dönem, Efendimiz’in Mirac’a urûcu, Hazreti Hatice validemizin ruhunun ufkuna yürümesi, Hicret… Bu türlü vesileleri değerlendirerek, bunları bahane yaparak insanlara onlardan uzak olmadığımızı ifade etme…

Tiranlar karşısında Yusuflar olmazsa dünya huzuru yakalayamaz!..

- Otuz kırk dakikalık bir tren yolculuğunda dahi müstaid bir sine arama da tebliğ aşk ve sancısından kaynaklanmaktadır. Hazreti Pîr-i Muğân’ı düşünebilirsiniz mesela. Zindana girince orayı tam bir medrese gibi değerlendiriyor, “Medrese-i Yusufiye” diyor. İmam Şazilî, Abdulkadir Geylanî, İmam Gazzalî ve İmam Rabbanî hazretleri gibi neredeyse bütün büyüklerin zindanlarda yaşamış olmaları da gösteriyor ki, zindana girme meselesi büyükler için Allah tarafından takdir

- On tane insanı zimmetleyin fakat bir ona gidin, bir ona gidin… Bu mevsim de tam zimmetleme mevsimidir; baharda ektiğiniz şeyler biraz geç başak çıkarırlar, fakat sonbaharda ekilen şeyler daha bahar ufukta görünür görünmez hemen filizlenir, yeşerir, sonra da başağa yürürler. Meselenin öyle olmasını istiyorsanız, bir sonbahar yaşadığımız bu dönemde sürekli tohum atmaya bakmalısınız.. sürekli her tarafa tohum atmak lazım.. granit kayalara bile tohum atmak lazım. Allah’ın kudret elinde bu, o kocaman kayaları bile, o tohumlar, o rüşeymler delerler, sonra gelişirler, neşv u nema bulurlar, başağa yürürler Allah’ın izni ve inayetiyle.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon