Güvenilir nükleer masalı bitiyor mu?
Japonya belki de dünya tarihinin en dramatik felaketlerinden birini yaşıyor. Önce yüzyılda bir gerçekleşecek büyüklükte bir deprem, ardından tsunami en sonunda da nükleer facia ile karşı karşıya. En son facia içlerinde en telafi edilemez olanı. Ne kadar bir alanı, ne kadar süre etkileyeceğini kestirmek zor. Radyoaktivitenin canlı yaşamı üzerindeki ölümcül etkileri sadece Japonyayı değil tüm gezegeni tehdit ediyor.
Japonya’nın kuzeyinde 11 Mart günü meydana gelen 8.9’luk deprem ve tsunami felaketinin ardından herkes İstanbul’u vuracak olası depremin sonuçlarını tekrar tartışmaya başlamıştık ki Fukuşima’daki nükleer santralda meydana gelen patlamalar birden gündemi değiştirdi. Depremin yıkıcı etkilerini hafife almak mümkün değil ama kaynağı itibarıyla doğal bir afet. Nükleer gibi kapalı kapılar ardında yapılan anlaşmalarla tüm risklerini bile bile Türkiye’ye getirilmek istenen bir teknoloji değil. Yıllardır nükleer karşıtlarının sayısız eylem, miting ve açıklamalarla Türkiye’de yapımını durdurmaya çalıştığı nükleer santralların hiç de güvenilir olmadığı şimdi de Japonya’da acı bir şekilde gözler önüne seriliyor.
Bu kazanın, nükleer teknolojide en güvenilir ülke olarak gösterilen Japonya’da meydana gelmesi “güvenli nükleer santral masalı”nın da sonu olacak gibi görünüyor. Biraz nükleer lobilerin de desteği ile güvenilir ülke imajını güçlendirmeye çalışan Japonya’nın kaza geçmişi o kadar da temiz değil aslında. Tokaimura’da 30 Eylül 1999’da yakıt üretim tesisinde iki çalışan çok fazla sıvı uranyum çözeltisini güvenlik kurallarını ihlal edecek biçimde karıştırdı. Zincirleme reaksiyon başladı ve radyoaktif madde yayıldı. Üç çalışanın ikisi birkaç ay sonra radyasyon hastalığından öldü, 400’den fazla insan çeşitli seviyelerde radyasyona maruz kaldı. Bir yıl sonra pahalı bakım masraflarından kaçınmak için çok önemli güvenlik raporlarıyla oynandığı anlaşıldı. 2004’de Mihama reaktöründe buhar patlaması sonucu 5 işçi öldü. 2006’da bir reaktör depremlere dayanamayacağı gerekçesi ile mahkeme kararıyla kapatıldı.
Nükleerin taşıdığı ölümcül riskleri kanıtlamak için daha kaç kaza yaşanması gerekiyor bilmiyoruz ama Türkiye şu an oldukça kritik bir noktada. Ermenistan sınırındaki nükleer santralın yarattığı risk, Çernobil faciasının Karadeniz’e etkisi herkesin malumu. 1999’da İkitelli’de hurdacılık yapan Ilgaz ailesinin satın aldığı konteynırda Kobalt 60 maddesinin bulunması ile aile ciddi sağlık sorunları yaşamış hatta bu kaza henüz nükleer santralı bulunmayan Türkiye’yi en önemli radyoaktif kazalar listesine bile soktu. Ama hükümetin hâlâ Sinop’ta Japonya, Mersin Akkuyu’da Rusya ile imzaladığı nükleer santral anlaşmalarından vazgeçme ihtimali var. Hükümet kanadı “nükleerden vazgeçmeyiz” açıklamalarını sürdürse de çevreciler nükleer karşıtlarının yükselen tepkilerinin görmezden gelinmeyeceği ve son kazanın iyi bir ders olacağı umudunu taşıyorlar.
Riskler belli
Nükleer enerji “pahalı, kirli, eski, ölümcül riskler taşıyan bir teknoloji” olarak sürekli eleştiriliyor. Santrallardan çıkan tehlikeli atıkları yok etmek mümkün değil, hiçbir ülke bunun için bir teknoloji geliştiremedi. Çoğunlukla başvurulan yöntem radyoaktif atıkların gömülmesi. Ama gömülse de atıklar 100 binlerce yıl tehdit oluşturmaya devam ediyor. Çocuklar ve doğmamış bebekler hızlı hücre bölünmesi yaşadıkları için daha fazla risk altında. Kanser ve kanser türleri özellikle lösemi, lenfoma gibi kan kanseri türleri, akciğer kanseri ve birçok büyük tümörler radyoaktivite ile doğrudan ilintili. Down sendromu da dahil olmak üzere doğum anomalileri, yarık damak ya da dudak, doğuştan şekil bozuklukları, omurga sorunları, böbrek ve karaciğer sorunları da doğrudan radyasyonla bağlantılı olabiliyor.
Karne kırıklarla dolu
Türkiye’nin nükleer santral kurmak üzere anlaşma yaptığı ülkelerin karnesi de kırıklarla dolu. Rusya’nın kullandığı malzemedeki sıkıntılar nedeniyle yaptığı santrallar batı standartlarında değil. Rusya’nın Akkuyu’da planlanan santral tipinin bir küçük modeline İran’da yapmaya çalıştığı ama deneme aşamasında devre dışı kaldığı biliniyor. Zaten Akkuyu’daki santralın yapılacağı bölgenin 500 yıllık bir enerji birikimine sahip olan Ecemiş Fay Hattı’nın çok yakınında bulunması da tehlikeyi ikiye katlıyor.
Japonya da Sinop’ta kurmayı planladığı santral tipine ABD’den lisans alamadı. Hantal bir teknoloji olan nükleer endüstri artık ciddi bir kriz yaşıyor. Çin, Almanya, İsviçre, Venezüella yeni nükleer santral yapımını durdurdu. Nükleer lobiler de ellerinde kalan teknolojiyi satmak için Türkiye gibi ülkeleri kendine hedef seçti.
Nükleer endüstrinin kazalarla dolu tarihine bakacak olursak şöyle bir tablo çıkıyor ortaya:
- Sellafield İngiltere: 10 Ekim 1957’de İngiliz nükleer programına plütonyum üreten Windscale Reaktör1’de yangın çıktı. Radyoaktif maddeler havaya karıştı. Radyoaktif bulutlar İsviçre’ye kadar ulaştı. Yerel olarak radyoaktivite ile kirlenmiş binlerce litre süt imha edildi. Kazanın detayları, hâlâ İngiliz devleti gizlilik kanunları çerçevesinde saklanıyor.
- Kyshtym Rusya: 29 Eylül 1957’de bir soğutma aksaması nedeniyle sıvı atık tankında yangın meydana geldi. Patlama sonucu 2.5 metre kalınlığındaki beton parçalanarak yeraltındaki tank havaya uçtu. 70-80 ton yüksek radyoaktif içerikli madde açığa çıktı. Binlerce kilometrekarelik alan yüksek dozda kirlendi. Kaza 1970’lerin ortalarına kadar gizlendi. 30 kadar yerleşim biriminin adı haritadan silindi.
- Harrisburg Pensilvanya ABD: 28 Mart 1979’da insan hataları ve teknik hataların birleştiği kazada çekirdekte meydana gelen kısmi erime Three Mile Adası Santrali 2 numaralı reaktörde meydana geldi. Radyoaktif gazlar açığa çıktı ve yaklaşık 3500 çocuk ve hamile kadın tahliye edildi.
- Çernobil Ukrayna: 26 Nisan 1986’da Çernobil nükleer santralında 4 numaralı reaktörde güvenlik testi sırasında operatörler çekirdek erimesine neden oldu. Patlama çok büyüktü, 1000 tonluk çatıyı uçurarak Avrupa’yı radyoaktif bulutlara maruz bıraktı. Ukrayna ve Belarus’ta çok geniş araziler radyoaktif kirlenmeye maruz kaldı. Radyoaktivitenin uzun vadeli etkileri özellikle çocuklarda yeni görülmeye başladı.
- ABD Ohio: 2002 yılında David Besse reaktöründe facianın eşiğinden dönüldü. Tüm çekirdek erimesini kontrol eden basınç ünitesini çökertebilecek bir metal aşınması fark edildi. Olaydan sonra reaktör 2 yıl kapalı kaldı. 2017’ye kadar çalışabileceğine dair sertifika verildi.
- Fransa: Aralık 2003’de Cruas 3 reaktöründe sel nedeniyle oluşan zararlardan dolayı Fransız Nükleer Güvenlik ajansı acil durumlar için kuruldu. Temmuz 2008’de Tricastin’de yaşanan kazada 100 görevli radyasyona maruz kaldı. 30 bin litre uranyum içeren sıvının nehre karışması üzerine yerel halka nehir suyunu kullanmama uyarısında bulunuldu. Sadece Fransa’daki nükleer santrallarda her yıl ortalama 900 olay meydana geliyor.
20.yüzyılın teknolojisi nükleer, 21. yüzyılın en büyük felaketleri arasında anılacak Japonya'daki kazanın baş aktörü. Birçok ülkenin vazgeçmeye başladığı tehlikeli, hantal ve eski bir teknoloji olan nükleer endüstri bugünlerde Türkiye'de kendine hayat bulmaya çalışıyor. Sinop'ta ve Akkuyu'da yapılması planlanan nükleer santrallar, ülkenin geleceğini tehdit ediyor.
En Çok Okunan Haberler
- Korgeneral Pekin'den çarpıcı yorum
- Suriye'yi nasıl terk ettiğinin ayrıntıları ortaya çıktı!
- Petlas'tan o yönetici hakkında açıklama
- Colani’nin arabası
- Komutanları olumsuz görüş vermedi, görevlerinden oldu
- 3 zincir market şubesi mühürlendi
- 148 bin metrekarelik alan daha!
- Nevşin Mengü hakkında karar
- Geri dönüş gerçekten 'akın akın' mı?
- Bakanlık 5 ildeki lahmacuncuları ifşa etti