Hadise kimi temsil ediyor?
Türkiye'nin insanları Moskova'daki Eurovision yarışmasını seyrettiler. Yetenekli kızlarımız bu karşılaşmada iyi bir gösteri sergiledi. Türkiye'nin uluslararası bir yarışmada, gazetelerin günlerce duyurduğu gibi, senaryo ve dans, kostüm ve müzikalite açısından olumlu şeyler üretebileceğini kanıtladılar.
Bilim Roma Papasına, ne de Yahudi zorbalığına engel değil. Geri kalmış ülkelerin sömürülmesi için en güzel araç bilim ve teknoloji. Yalnız onlarınki ile bizimki arasındaki fark çok. Sömürge yapmak için de cahil toplumun dini hislerini gıdıklıyorlar. Biz iki yüz yıldır bunu anlamayanların elinden kurtulamadık.
Bu sanatçı genç kadınlarımız Türkiye’nin gerçek potansiyelidir. Köy kıyafetli, türbanlı kızlar da bir çayırda çıra ile yine uluslararası bir folklor gösterisinde başarılı olabilirlerdi. Burada bir gerçeği vurgulayalım. Türkiye çağdaşa kolayca katılan bir birikime sahip. Bunu geçenlerde gene okullu kızlar basketbol ve voleybolda da kanıtladılar. Uluslararası birçok virtüozümüz var: İdil Biret, Suna Kan, Fazıl Say, Pekinel’ler, Hüseyin Sermet vb.
Gösteri sırasında spiker dinleyicilere elektronik olarak oylarını hangi numaralara göndereceklerini ve Türkiye’nin ilk 10’a girmesi için çok oy alması gerektiğini anlatıyordu. Babasının okula göndermediği, abisinin bir delikanlı ile konuştuğu zaman bıçakladığı, %30’u okuma bilmeyen Türk kadını oylarını Hadise için nasıl gönderdiler? İmzasını zor atan ama karısına dayak atan bıyıklı Eurovision seyircisinin de Hadise için oyu var. Onlar için ayrıca Hadise başka tür bir hadise. Oyunu nasıl gönderecek? Bu horoz dövüşü değil ki paranı elden veresin. Eurovizyon bir seyirlik mi, bir dram mı? İkisi de.
Geçenlerde Kâğıthane’nin Yemen kentlerine benzeyen, birbirlerinin üzerinden akan apartmanlı mahallelerinden geçtim. Oto, kamyon, açık baş, kapalı baş, dükkân üzerine cami, yazıhaneler, depolar bir kentsel kargaşa fenomeni. Apartmanların heyula gibi insanların üzerine geldiği karanlık, yolsuz, kaldırımsız vadiler.
Onun yanında gazete ilanlarında bir başka sahne. Fulya vadisinde ‘Terrace’ daireler ilanı. 24 saat güvenlik, kapalı devre kameralı takip, kartlı tanıma (bunlar oturanları da izliyor kuşkusuz) akıllı ev sistemi, kapalı havuz, fitness center, kapalı otopark, vale parking. Bu cazibeye dayanamayıp %0.65 USD faizi ile 72-240 ay vade. Amerika İstanbul’un bütün vadilerine girmiş. ‘Terrace’ sözcüğü sıra evler için kullanılır, yüksek bir apartman bloku için değil. Beyin yıkamanın müteahhitçesi bu oluyor.
İngizce, çünkü...
İTÜ senatosunun öğretimi neden İngilizceye çevirdiğini anlıyorsunuz. Mezunların bu dairelerde oturmak için İngilizce bilmelerinin gerekli olduğunu düşünüyor olmalılar. Kanımca Çinliler İngilizce öğrenmeden biz bunu yapmamalıyız. Yılda 16.000 patentle Amerika’nın iki katı patent alıyorlar. Çinli, İngilizceyi üniversite dili yapmadan araştırma ve geliştirmeye gereken önemi vererek dünya birincisi oluyor. Türkiye devleti ve üniversitesi ve basını ile Amerikalı ama araştırma geliştirmeye ayırdığı para dünya sıralamasında %0.02. Burada acıklı bir çelişki göremeyen bir toplum aydınları ve politikacılarının utanacakları bir şeyler var.
Bir Amerikalı ilkokul çocuğu kadar İngilizce sözlüğü olmayanlara bir yıl İngilizce öğretip, on dakika serbest İngilizce konuşamayan hocalarla İngilizce öğretimi gerçekleştirmek olanaksızdır. İnsan kendini aldatmış olur. Böyle bir öğretimin entelektüel düzeyinin Kâğıthane vadileri kadar derin ve karanlık olacağını düşünerek içimiz daralabilir.
Hocaları kitap yazmayan, hatta çeviri bile yapmayan üniversitelerin üniversitede öğrenecekleri İngilizce, değil bir öğretim aracı, düşünme aracı da olamaz. Bu bir büyük ‘Hadise’dir. Bu okuma yazma bilmeyen, türbanlı kadınların Eurovision seyretmesi gibi bir olgudur. Toplum bu çelişkileri yaşayarak bunalıyor. Gazeteler, televizyonlar içi boş kahve safsatalarıyla toplumu geleceği karartan boş politik amaçlara yönlendiriyorlar. İnsanların yarın endişesini azaltmak için, enerji kıtlığı, susuzluk ve kuraklık, fakirlik, işsizlik ve kötü eğitimin istatistiklere dayalı bir tartışmasını bulmak bizim gazetelerde olası değil.
Türkiye’de horoz dövüşü yapan ve horoz dövüşü yansıtan bir politize olmuş medya var. Yetenekli tek tük yazarın gözlemleri de reklam yığınlarında boğuluyor. Satılmak istenenle satın alan arasında garip bir dengesizlik var. Bir kitap yazarının bir yıllık emeğine birkaç bin lira veren ve on yılda bir kitap okuyan insanlardan oluşan bu toplumda lüks konut, Mercedes ilanından geçilmiyor. Evet Hadise hangi toplumu temsil ediyor, bu ilanlar hangi toplumu yansıtıyor?
Maddi Kültür
Birleştirici
120 bin imam hatip öğrencisinin 65 bini imamlık yapamayacak kızlardan oluşuyor. Bu, Kâğıthane mahalleleri ile lüks konutlar arasındaki dengesizlik kadar, çağdaş eğitim ilkeleriyle çelişmektedir.
Dünyayı maddi kültür birleştiriyor. Araba, motor, uçak, bilgisayar, silah, telefon, madeni eşyalar, ilaç, kumaş üreten, inşaat yapan bütün dünya insanları dünyanın her tarafında hem aynı teknolojiyi kullanıyor, hem aynı şekilde davranıyorlar. Gençler blue jean giyince, rock müziği dinleyince, köyden gelen fakir çocuklar saçlarını Kızılderili gibi havaya kaldırınca, Sumatralı ile Türk, Türk’le Amerikalı birbirlerine karışıyor. Türkiye’de kaç kişi şalvar giyiyor, kaç kişi blue jean?
Dünyada toplumları ayıran sadece iki şey var: dil ve din. Bunlar insanların büyük bir bölümü için artık bir ayrıcalık nedeni de değil. Kendi ülkesinde işsiz kaldığı, ve geleceğinden korktuğu zaman bu farklılıkları düşünmeden Batı’ya göçen milyonlar var. Bizim Türkler Avrupa’dan köylerine geri dönmüyorlar. Osmanlı İmparatorluğu bir dil ve din müzesiydi. Bayan Merkel ‘bizim kültürümüzün bileşeni Hıristiyanlıktır’ diyordu. Kuşkusuz bizimki de Müslümanlıktır. Ama benim her din ve dilden arkadaşım var.
Kültürler ve uygarlıklar sanayi döneminden önce çatışıyordu. 17. yüzyılda Katolikler Protestanları öldürüyorlardı. Hadise’yi İsveçliden ayırmak olanaksız. Aslında Kavacık parkında aynı ailenin başı örtülü ve örtüsüz kızlarını ayırmak da olanaksız.
Madem dünya bütünleşiyor, İngilizce öğretime neden karşıyım? Böyle bir İngilizce ile üniversite öğretimini yapılamayacağını düşündüğüm için karşı çıkıyorum. İngilizce öğrenmek ile öğretim yapmak aynı şeyler değil. Liseden sonra öğrenilen yağsız süt gibi İngilizce ile kendi insanınızı ikinci sınıf aydın yapacaksınız, ya da doğru dürüst düşünmesini bile öğrenemeyecekler.
Dilin bir başka özelliği de çok önemli: Dünyanın birbirinin aynı robotlardan oluşmasını engelleyecek tek araç. Sanayinin birleştiği dünyada bir özgürlük, farklılık kapısı açık kalacak, dinin de bugünden yarına değişmesi olanağı yok. Bu ikisi dışında dünyaya bilim, teknoloji çizgisinde bakmak zorundayız. Zaten öyle yaşıyoruz. Hadise’nin neyi söylediği, Merkel, Erdoğan ya da Zerdari’nin neye inandığı önemli değil. Sömürülmemize, aç kalmamıza engel olup olmadıkları, insanların özgürlüğüne dokunup dokunmadıkları önemli.
İnsanlar sanıldığı kadar aptal değiller. Traktörü ve tarım ilacını almayıp, eski usule sadık kalan köylü yok. Ama sanayi ile birlikte gelen dertlerle başa çıkmak için kullanılan araçla birlikte gelen ‘know how’ da öğrenmek gerek.
En Çok Okunan Haberler
- Son anket: AKP eridi, fark kapanıyor
- Adliyede silahlı saldırı: Ölü ve yaralılar var!
- Ayşenur Arslan’ın Colani ile ilişkisi
- Serdar Ortaç: 'Ölmek istiyorum'
- Hatay’da yaşayan Alevi yurttaşlar kaygılı
- Köfteci Yusuf'tan gıda skandalı sonrası yeni hamle
- NATO Genel Sekreteri'nden tedirgin eden açıklama
- İBB'den 'Pınar Aydınlar' açıklaması: Tasvip etmiyoruz
- İmamoğlu'ndan 'Suriyeliler' açıklaması
- Edirne'de korkunç kaza