İki Çizgi Venedik yolunda

İki Çizgi, genç yönetmen Selim Evci’nin ilk filmi. Konu, birlikte yaşayan iki sevgili; fotoğrafçı Mert ve iş kadını Selin’in bir yolculuğa çıkmasıyla gelişiyor. İki Çizgi, 65. Uluslararası Venedik Film Festivali’nin “International Film Critics’ Week” bölümünde, “Golden Lion of the Future” ödülüne aday gösterildi. Film seyirci karşısına ilk kez bu festivalde çıkacak.

İki Çizgi Venedik yolunda
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 16.08.2008 - 10:15

Selim Evci, 1975 doğumlu genç bir yönetmen. “İki Çizgi” ise bu genç yönetmenin ilk uzun metrajlı filmi. Film, birlikte yaşayan iki sevgili fotoğrafçı Mert ve iş kadını Selin’in ilişkisi üzerinden gidiyor. Çıktıkları bir yolculuk çifte, kafalarında birbirlerine dair oluşturdukları, kimlikleri, rolleri kıracak durumlar yaratıyor. İki Çizgi 27 Ağustos-6 Eylül tarihleri arasında düzenlenecek 65. Uluslararası Venedik Film Festivali’nde Türkiye’yi temsil ediyor. Film festivalin, International Film Critics’ Week bölümünde, Golden Lion of the Future ödülüne aday gösterildi. Seçkinin, yönetmenlerin ilk filmlerinden oluşturulduğu bu bölümde yedi film yer alıyor. İki Çizgi, seyirci karşısına ilk kez bu festivalde çıkacak. Türkiye’de vizyona girmesi ise uluslararası festival yolculuğunun ardından olacak. Evci ile filmi konuştuk...

- Filmin ismi neden İki Çizgi?

Bir his, benim için anlamı büyük, ama pek de açabileceğim bir şey değil.

- Film esasında karakterler üzerinden gidiyor. Karakterleri oluşturmak zor olmadı mı, neleri dikkate aldınız?

Benim için karakterin gerçeğe bağlılığı çok önemliydi, çünkü hem beğendiğim sinema anlayışı bunu gerektiriyor, hem de filmin 50 yıl sonra da belge niteliği taşıması için hayata bağlılığının da korunması gerekiyor. Bu nedenle karakterleri oluştururken gerçek hayattan birkaç kişiyi gözlemledim. Tabii onların bundan haberi hiç olmadı. Birkaç kişinin ayrı ayrı özelliklerini birleştirdim.

- Mert ve Selin’i siz nasıl tanımlıyorsunuz?

Benim için filmi anlatmak yapmaktan daha zor! Görsel olarak iifade etmek daha kolay geliyor gerçekten... Basitçe anlatırsam ikisi de kentli, modern iyi eğitim almış insanlar.

- Ama farklılar da... Onları bir arada tutan ne?

Farklılıklarını sorgulamıyorlar, içinde bulundukları durumu seviyorlar. “Böyle bir kadınla beraber olmak” ve “böyle bir erkekle beraber olmak” fikri, bu etiket onların hoşuna gidiyor. Çıktıkları yolculuk biraz birbirlerini sorgulamalarını sağlıyor. Bence yolculukla beraber bir parça birbirlerine yakınlaşıyorlar. Bunları söylerken kendimi biraz kötü hissediyorum, çünkü filmi oluştururken asla didaktik bir şey söylemek istemedim, bir ayna tutup seyircinin yorumlamasını istedim. Benim söylemlerim seyircilerin kafasında bir kalıp yaratıp onları sınırlandırabilir. Daha lezzetli olanı seyirciye ipucu vermeden her şeyi onlara bırakmak.

- Maltepe Üniversitesi’nde kısa film dersleri veriyorsunuz... Kısa filmci yönünüz uzun metrajlı bu ilk filminizde size kolaylık sağladı mı?

Kısa filmi çok seviyorum, çok önemsiyorum, bu konuda atölye çalışmalarım da var. Tabii ki çok katkısı oldu, kısa filmde yaratıcılığınız ve anlatım gücünüz çok gelişiyor. Kısa sürede bir konuyu giriş, gelişme, sonuç olarak sunabilmek için kodlara, göstergelere dayalı bir anlatım yoluna başvuruyorsunuz. Bu da daha hızlı düşünebilme ve anlatabilme yetisini arttıyor. Bir karakteri tanıtmaya vaktiniz olmadığı için ipuclarıyla örneğin aksesuvarları vb. şeyler kullanarak anlatmanız gerektiğinden sanat yönetmenine de çok iş düşüyor. Faydalı olmasının yanı sıra apayrı bir tat, yani uzun metraj için bir antreman sahası değil sadece...

- Uzun metraj çekmek daha mı kolay?

İkisinin de zorlukları farklı. Kısa filmde, her şeyi kısa bir sürede anlatmak gerekiyor. Süreyi iyi kullanmak ve vurucu olmak da lazım. Kurgu açısından uzun metrajdan daha zor. Ancak uzun metrajın da bir maraton olması ve haftalarca sürmesi büyük zorluk.

- İki çizgi nasıl bir maratondu, yapım süreci ne kadar sürdü?

Geçen yıl bitti, beş hafta sürdü, ama daha sonra çok uzun süren bir kurgu süreci başladı. Bu süreci biraz da ben uzattım, çünkü benim için kurgu müthiş bir keyif. Altı ay sürdü, artık oyuncular bile “çok mu kötü oynamışız, ondan mı hâlâ bitmedi?” diye soruyorlardı, ama dediğim gibi sadece çok keyif aldığım için bu süreci uzattım. Aslında senaryoyla beraber üç- dört yıllık bir süreç bu. Öğrenci yıllarımda yazmıştım senaryoyu.

- O zamandan beri senaryo üzerinde bir değişim olmadı mı?

Sadece o dönem metraj hesabını tam yapamadığım için biraz uzun yazmışım. Bunu iki hikâyeye böldüm. İki Çizgi ilk hikâye, bundan sonra da diğer hikâyeyi çekeceğim. Onda da kırsaldan kente doğru bir yolculuk olacak. Bu da ilişki üzerinden giden, ama alt metninde coğrafyaya ait bir şeyler sunan bir film olacak.

- Oyuncuları nasıl seçtiniz?

En başta, genç bir oyuncu kadrosu olmasını istedik. Zaten karakterlerin yaşları gereği buna mecburduk. Oyuncu seçiminde Selin ve Mert’le tanışmak istedim. Kaan Keskin (Mert) ve Gülçin Santırcıoğlu (Selin) ile görüştüğümüzde -bu içgüdüsel bir durumdu- onlarda Selin’den ve Mert’ten bir şeyler olduğunu hissettim.

- Film bittiğinde başarılı olacağını anlamış ya da hissetmiş miydiniz?

Hedeflerimiz hep dünya sinemasıydı. Filmi dünya seyircisine ulaştırma isteği bir motivasyon amacıydı. Biraz sürpriz oldu, biraz da bekliyorduk. Tabii haber gelince kimyamız değişti, çok mutlu olduk. Şimdi biraz da korku sardı, ya “Ya ikinci film iyi olmazsa”...

- İtalyan eleştirmenler İki Çizgi’nin Atonioni vari bir film olduğu dile getirdiler, siz bu konuda ne diyorsunuz?

Ben izlediğim ve beğendiğim filmler gibi film yapmak istiyorum, beni iten güdü bu. Bu düşünceleri beni çok mutlu etti, çok hoşuma gitti. Michelangelo Antonioni, Kieslowski Türkiye’den Nuri Bilge Ceylan, Semih Kaplanoğlu çok sevdiğim, çok beğendiğim yönetmenler. Şu ana kadar hep buna benzer çok olumlu eleştiriler aldık, ikinci filmimi çekmek için sabırsızlanıyorum ve heyecanlıyım.

- Ne zaman başlayacaksınız?

Seneye düşünüyoruz. Yine yaz mevsiminde geçen bir film olacak.

- Son yıllarda Türk sinemasında belirgin bir canlanma var. Sizce nereye gidiyor, bir dil oluşuyor mu?

Nuri Bilge Ceylan, Semih Kaplanoğlu gibi isimlerin çizdiği yoldan gidersek oluşacak. Türkiye’de çok yetenekli insanlar var ama o isimlere başarılı olduktan sonra değil, daha öncesinden şanslarını deneyebilmeleri için yardım edilmeli, destek olunmalı. Böyle bir yaklaşım sinema endüstrisi açısından da olumlu sonuçlar verir.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler