İki gerçek olaydan hareketle çekilen iki dizi izleyenlerin ilgisini bekliyor
SSCB ve ABD özelinde sert sistem eleştirilerinde bulunan ‘Chernobyl’ ve ‘When They See Us’ 80’li yıllarda yaşanan iki gerçek olaydan hareketle hem yakın tarihe ışık tutuyor hem de günümüze dair çarpıcı uyarılarda bulunuyor.
İlginç bir şekilde şu sıralarda gündemde olan ve her ikisi de sert bir sistem eleştirisi içeren iki dizi var ki, sanıyorum yaşadığımız dünya ve tabii ki Türkiye hakkında da önemli çıkarımlarda bulunmak mümkün. Tarihi bilmeden yaşadığımız zaman ve gelecek hakkında da öngörülerde bulunulamayacağı tezinden hareketle, tam anlamıyla belgesel olmasalar da, ve muhtemel tarafgirlikleri sebebiyle biraz mesafeli durulması gerekse de, üç aşağı beş yukarı aynı dönemlerde (80’lerin ikinci yarısı) geçen HBO’nun “Chernobyl” ve Netflix’in “When They See Us” adlı dizileri şu günlerde mutlaka izlenmesi gereken yapımlar kanımca.
20. yüzyılın en büyük nükleer felaketi
1986 yılında Sovyetler Birliği’nde yaşanan ve Türkiye’de de etkilerini hızla ve yakından hissettiğimiz Çernobil nükleer felaketini konu alan “Chernobyl”, senarist ve yönetmen Craig Mazin’in yaklaşık 5 yıllık bir araştırmasının ürünü. Konuyla ilgili yazılmış kitapları ve resmi raporları tarayarak tarihsel (ve herkesin anlayabileceği ölçüde bilimsel) bir çerçeve çıkaran Mazin, Hiroşima ve Nagazaki bombalamalarının ardından 20. yüzyılın en büyük nükleer felaketini anlattığı dizide alabildiğine karanlık bir tablo çiziyor. İsveçli yönetmen Jonah Renck’in (ki biz onu Stakka Bo adıyla yaptığı muhteşem albümlerden hatırlıyoruz, “Great Blondino” örneğin) dizinin görüntülerinde tercih ettiği koyu paletiyle atmosferine katkıda bulunduğu “Chernobyl” insanın içini karartan ama izlemeden de duramadığınız işlerden. Emily Watson (dizideki tek hayali karakter olan Dr. Khomyuk’u canlandırıyor), Jared Harris, Stellan Skarsgard, Paul Ritter, David Dencik gibi isimlerin rol aldığı ve tüm karakterlerin İngilizce konuştukları (belki de dizinin tek falsosu, ama çok da takılacağınızı sanmam) dizide dönemin Politbüro Genel Sekreteri Mikhail Gorbaçov’dan tutun da üst düzey sovyet yetkililerinin bir kısmı canlandırılıyor ve tüm bunların eşliğinde aslında sıkı bir sistem eleştirisi de yapılıyor. Her şeyden önce SSCB devlet aygıtlarının (başta KGB olmak üzere) ne denli baskıcı ve anti-hümanist şekilde işlediği ve SSCB’nin asla hata yapmayan bir yapı olduğu ve bu nedenle de gerçeklerin ağır şekilde çarpıtıldığı ve saklandığı gibi durumlarla yüzleşiyoruz dizide. Çernobil’de yaşanan felaketin büyüklüğünü dünyadan saklamaya çalışsalar da, (ki bunun benzeri bir uygulamayı bizzat Türkiye’de gördüğümüzü hatırlayacaktır yaşı tutanlar; radyasyonlu çayı hiçbir şey yokmuş gibi içen ve bize de içmemizi salık veren eski bakan Cahit Aral’ı nasıl anlamalıyız, bilemedim) mızrak çuvala sığmadığı için bir yerden sonra pes eden Sovyet yönetimi de bir vadede nükleer reaktörün patlamasının yıkıcı etkilerinden kurtulamayacak ve Perestroika, Glasnost derken çökerek tarihe karışacaktır. Yerine gelen yeni (ya da aslında belki eski) sistemin ne derece sağlıklı olduğu da tartışılır elbette ama Çernobil’deki nükleer santralı inşa eden Rosatom firmasının Akkuyu’daki nükleer santralı da inşa etmekte olduğunu ve daha şimdiden inşaatın zemininde çatlaklar oluştuğunu sakın gözden kaçırmayalım derim.
Central Park Beşlisi’nin hikâyesi Sinemada “Selma” filmiyle kendine sağlam bir alan açan siyahi kadın yönetmen Ava DuVernay’in Netflix için yazıp yönettiği olan “When They See Us” tecavüzle suçlanan ve yaşları 13 ile 16 arasında değişen 5 siyahi gencin hikâyesini anlatıyor. 1989 yılında New York’taki Central Park’ta koşu yaparken saldırıya ve tecavüze uğrayan Trisha Meili’nin davasını hızla çözmek için, olayı o sırada parkta taşkınlık yapan siyahi gençlere yüklemeyi tercih eden NewYork Polis Teşkilatı’nın işgüzarlığı sonucu birbirlerini hiç tanımayan (sadece ikisi arkadaştır ve biri diğerini yalnız bırakmamak için karakola gelince onu da vakaya dahil ederler) gençlerin ağızlarından zorla alınan ifadeler sonucu tutuklanmalarıyla başlayan olaylar zinciri, akabinde gerçek bir adalet farsına sahne olan mahkeme süreciyle iyice trajik bir hal alır ve gerçeğe ulaşmak tam anlamıyla hayal olur. Felicity Huffman, Vera Farmiga, Joshua Jackson, Blair Underwood, John Leguizamo, Famke Janssen gibi tanınmış isimlerin de yer aldığı kalabalık kadrosuyla ve ırk temelli ayrımcılığın adalet sisteminde yarattığı derin çöküşü resmeden senaryosuyla “When They See Us”, peşinen söyleyeyim, izlerken zaman zaman insanı isyana sürükleyecek denli karamsar bir anlatıya sahip. Çocuklara yapılan haksızlıklar ve göz göre göre yapılan bu haksızlıkların toplumda bir türlü karşılık bulamaması gibi durumlar sanıyorum bizim de son yıllarda içimizi fena halde dağlayan durumlar olduğu için bu denli etkileyici geliyor. Adalet denilen hassa teraziyle oynamaya başlayınca, dünyanın neresinde olursanı olun, büyük felaketler yaşanıyor ve “When They See Us” bubu son derece güçlü bir lisanla anlatıyor. Dizide o zamanlar “bir emlak dalaverecisi” olarak anılan ve zırt pırt televizyona çıkarak (bu gerçek görüntüler dizide kullanılmış bol bol) idam çağrısı yapan Donald Trump’ın da, tabiri caizse, yerin dibine sokulduğunu belirtelim. Türkiye’de benzer bir şeyi değil yapmak, tahayyül etmek bile kaç yıldan başlar dersiniz? |
En Çok Okunan Haberler
- Son anket: AKP eridi, fark kapanıyor
- Türkiye'nin 'konumu' hakkında açıklama
- Adliyede silahlı saldırı: Ölü ve yaralılar var!
- Ayşenur Arslan’ın Colani ile ilişkisi
- Hatay’da yaşayan Alevi yurttaşlar kaygılı
- Kalın Colani'nin yolcusu!
- Erdoğan'a kendi sözleriyle yanıt verdi
- Serdar Ortaç: 'Ölmek istiyorum'
- Türkiye'den Şam Büyükelçiliği'ne atama!
- NATO Genel Sekreteri'nden tedirgin eden açıklama