Jale Sancak'tan 'Belki Yarın'

Jale Sancak’ın yeni öykü toplamı “Belki Yarın”, bireyin açmazlarını, insanlık hallerini ve içinde yaşadığımız toplumun sorunlarını ele alan on bir öyküden oluşuyor. Sancak’la kitabı ve yazın serüveni üzerine konuştuk.

Yayınlanma: 04.12.2016 - 17:54
Abone Ol google-news

‘Direnebilmek için umuda ihtiyacımız var’

 
-Yeni yayınevi, yeni kitap... Neler söylersiniz?

-Evet, “Belki Yarın” yeni bir kitap, “Hep Kitap” da yeni bir yayınevi. Ne var ki Hep Kitap’ın kurucuları, yayın kurulu, editörleri yayıncılığı çok iyi bilen, aynı zamanda gerçekten “kitap kokusunu seven” profesyonel yayıncılar. Uzun yıllardan beri bu alanda çok değerli işler gerçekleştiren, sevgiyle emek veren bir dostla, Hep Kitap’ın Genel Yayın Yönetmeni Deniz Yüce Başarır’la yeniden bir araya gelmek, birlikte yolculuğa çıkmak beni hem heyecanlandırdı, hem mutlu etti. Okura en iyisini sunmayı hedefleyen bir yayıncılık anlayışıyla hareket eden, yayın dünyasının nitelikli, önde gelen yayınevlerinden biri olacak hep kitap’la çalışmak gayet keyifli.

-Hem roman hem öykü yazmış biri olarak, Julio Cortázar’ın “Roman hep sayıyla kazanır, oysa öykünün bu maçı nakavtla alması gerekir” sözüne katılır mısınız?


-Cortázar çok iyi bir öykücü, bir usta, elbette bilerek söylüyor bu sözü. Roman bütünlüğü hedefler, öykü anların dilidir. Roman bir ya da birden fazla kahramanın hayatına ilişkin birçok olayı, durumu göstermek, bunlar aracılığıyla bütünlüğü oluşturmak için yavaş akar, ağır ağır ilerler, pek çok sahne ve ayrıntı barındırır içinde. Öykü hızlı akar. Romanın geniş anlatma alanı daha olanaklıdır, ama bu genişlik içinde, etkiyi ancak adım adım yaratabilir, etki biriktirerek yürür. Öykü ise anda, durumun içindedir; kısadır, başlar biter, okura her şeyi söyleyemez, daha çok sezdirir. Kendini okutabilmesi için tek ve güçlü bir etki yaratmaya ihtiyacı vardır. Vurucu etkiyi yaratmak için de tek çatışmaya hizmet etmesi, özü yoğunlukla aktarması gerekir kısalığın içinde. İyi yazılmış öyküde göreceğimiz şeyler öncelikle sık bir doku, yoğunluk, ekonomik sahneleme ve söyleyiştir. Bir tercihtir, öykünüzü öyle kurar ya da kurmazsınız, ama Cortázar’ın yanıldığı da söylenemez.
 
YAZMAK BANA HEP İYİ GELDİ”


-Yıllar öncesine gidelim istiyorum... Edebiyat dünyasına oyun yazarı olarak mı adım attınız? Öykülerinizin Varlık ve Adam Öykü gibi dergilerde yayımlandığını biliyoruz. Bu yolculuk nasıl geçti, nasıl devam ediyor?

-Önce şiirle başladım. 70’li yıllarda dönemin edebiyat dergilerinde yayımlandı şiirlerim. Radyoyla, tiyatroyla büyüyen bir çocuk olduğum, ikisinden de çok etkilendiğim için, 80’li yıllarda, şiirin yanı sıra tiyatro ve radyo oyunları yazdım. Öykü daha sonra ansızın geliverdi. İlk öykülerimi Can Yayınları’na, Erdal Öz’e götürdüm ve  ‘Bu Gece Pera’da’ adıyla kitaplaştılar. Sonrasında yirmi beş yıl boyunca sadece öyküyle uğraştım. Anların diliyle, kısalığın içinden çok şey söyleyebilmeyi, öykünün hızını, yoğunluğunu, yaratıcılığa alan açmasını sevdim. Fırtına Takvimi’ni yazarken de öykü tekniğini kullandım. Bu bir roman için kusur sayılabilir mi bilmem, ama bana fazlalıklardan arındıran bu teknik hep iyi geldi. Yazmak da bana hep iyi geldi, sağalttı. Dünyaya katlanabilmemi kolaylaştırdı. Dönüp yolculuğun nasıl geçtiğine bakınca, her türlü zorluğa, arada kırılmalara, üzülmelere rağmen güzel geçtiğini görüyorum. Şimdi yeniden bir oyun yazıyorum. Bir romana başladım. İşte böyle sürüp gidiyor yol arkadaşlığımız.


-Peki, ilk kitaptan bugüne edebiyatınızda neler değişti sizce? Bir yazarın edebiyatındaki değişim konusunda ne düşünüyorsunuz?

-Ben bir yazarın dünyayı algılama biçimi, dünya görüşü, kavrayışı değişmedikçe ana meselelerinin, baktığı yerin, nadiren sapmalar olsa da değişmeyeceğine inanırım. Bunun tersi örnekler çok azdır. Hayata, insana bakar sayısız şey görür, bununla birlikte gördüğü şeylerin tümü değil, belirttiğim nedenlerden dolayı bazıları etkiler, ilgilendirir onu. Yalnızca etkilendiği şeyleri yazılmaya değer bulur. Bu da birkaç temanın ötesine geçmez. Kahramanları bile aynı ya da benzeridir. Bazen kendini tekrar etme tehlikesinden söz eder eleştirmenler, bense bunun kaçınılmaz olduğunu düşünürüm. Kendim için de. Üstelik bu durumu olumsuz değil doğal bulurum. Öte yandan -bunu genel olarak söylüyorum- uzun yıllar boyunca yazmanın, didinip uğraşmanın, çok düşünmenin ve denemenin getirdiği bir yol alış, yetkinleşme, ustalaşma mutlaka olur yazarda.
 
“TOPLUMUNUN FELAKETLERİNDEN ETKİLENMEMEK MÜMKÜN DEĞİL”

-Öykülerinizde bulunduğumuz toplumun etkisi hangi boyutta? Şu nedenle soruyorum: Öykülerinize baktığımda sıradan hayatlara da bir perde aralayıp mültecilik gibi güncel konuları ve sosyal dramları da ele aldığınızı görüyorum...

-Doğrudur, bazı öykülerde bireyin açmazlarını, insanlık durumlarını, bazılarındaysa içinde yaşadığımız toplumun kimi sorunlarını anlattım. Burada bir denge gözetmekten ya da aman buna da değineyim tavrından ziyade, sizin de işaret ettiğiniz gibi şu var; beni sarsan, yazmaya kışkırtan bireysel sorunlar ve toplumsal facialar döküldü yazıya. Farklı yerlerde gezinmenin nedeni odur. Ve elbette toplumunun felaketlerinden etkilenmemek mümkün değildir. Ne ki yakın okuma yaptığınızda bireysel olanın ard alanında da, neden olarak sistemi, sistemin insan üzerindeki etkilerini görebilirsiniz. Okurla bu konuda hemfikir olabilecek miyiz bilmiyorum, ama ‘Sıradan Hayatlar’ öyküsünde de bu böyledir, ‘Yaban‘da, ’Belki Yarın’da, ‘Zehirli Masal’ da,  tek başına bir isyanı anlatan ‘Son Otobüs’ öyküsünde de böyledir. ‘Geçkaldı Şermin Meyhanesi’ nde tamamen acımasız sistemin tükürdüğü insanlar vardır. ‘Ada’ bir aşk ekseninde göçü de hikâye eder. Çoğumuzu yaralayan şey gelip bir yerden sızar öyküye.


-Belki Yarın’daki öykülerde anlatıcı genel olarak başkahramansa da diğerlerinin gözünden de bir olay aktarımı var. Neden böyle çoklu bir anlatım tercih ettiniz?

-Bir olayı, bir durumu ya da çatışmayı birden fazla bakış açısıyla göstermenin, çok sesliliğin daha boyutlu anlatabilme, daha fazla şey söyleme imkânı yarattığını düşünüyorum. Öteki nedeni ise, ana karakter kadar, yaşanana dahil olan diğerlerinin de gerçekleşmesini, okurun onlara içeriden bakabilmesini sağlama isteği.

-Karamsar bir tablo çizerken geleceğe dair umut da veriyorsunuz bir yandan; bu bazen satır aralarında bazen doğrudan bir cümleyle okura yansıyor. Bu umuda gerçekten ihtiyacımız var değil mi?...

-Evet, her şeye rağmen kaybetse de yeniden başlamaya karar veren, kendince bir çıkış yolu bulan kahramanlarım da var, tümüyle umutsuz olanlar da. Tıpkı gerçek  hayattaki gibi. Bizimse hiç kuşkusuz  içinde bulunduğumuz koşullara dayanabilmek, direnebilmek için umuda her zamankinden çok ihtiyacımız var tabi. Umutlu olmak mümkün gibi görünmese de.
Konumuz ‘Belki Yarın’ evet, ama ben, onsuz düşünülmeyecek Cumhuriyet kitap eki’nde yayınlanacak  bu söyleşiyi, sevgili dostum Turhan Günay’la ilgili bir şey anlatarak bitirmek istiyorum izninizle. Selçuk Baran Öykü Ödülü’nü düzenlediğim üç yıl boyunca hem jüride yer aldı, hem de ödülle ilgili diğer konularda bana çok destek oldu. Dostluğuyla moral verdi. Bu unutulmaz. Ötesinde, seçici kurulun karar toplantısını yapacağımız akşam, o gün ağabeyini kaybetmiş olmasına ve acısına rağmen gelip toplantıya katıldı, kararını bildirip gitti. Bu ise ödenmez.
 
Belki Yarın / Jale Sancak / hep kitap / 98 s.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler