Kahramanlara ilham veren kadınlar

Onlar ilkleri başaran, ‘yapılamaz’ denileni yapan kadınlar.

Kahramanlara ilham veren kadınlar
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 07.03.2018 - 21:22

Onlar ilkleri başaran, ‘yapılamaz’ denileni yapan kadınlar... Spordan sanata, bilime hayatın her alanında öncülük yapan kadınlar. Başımızı yastığa koyarken kurduğumuz hayallerde onların da payı var. Cumhuriyet tarihi boyunca milyonlarca isimsiz kahramana ilham verdiler.

 

REFET -Refet Angın (1915-2010) - Cumhuriyet’in ilk kadın öğretmenlerinden

 Refet Angın, ailenin en büyük çocuğuydu. Doğduğunda dünyada ve yurdunda savaş vardı. Annesi Halime Hanım, kuvvetli ve akıllı bir kadındı. Kızına okuma yazmayı o öğretti. Gelibolu’da güneşli bir öğle sonrasında, küçük Refet pencerenin önünde okumayı söktü. Sevinçten içi içine sığmıyordu. O yumuşak kış güneşinin altında karar verdi bundan sonra ne yapmak istediğine. Okula gidip öğretmen olacak, öğrendiklerini başkalarına öğretecekti. Ne var ki bunun için birkaç sene daha beklemesi gerekti. Cumhuriyet kurulduğunda Refet sekiz yaşındaydı. Kısa bir süre sonra Gelibolu’da açılan bir okula kaydoldu ve üçüncü sınıftan başlayarak okulu hızlıca tamamladı. Mezun olduğu yıl Mustafa Kemal Paşa, Gelibolu’ya geldi. Herkes gibi Refet de çok heyecanlıydı. Paşa yanına yaklaşıp “Büyüyünce ne olacaksın” diye sorduğunda, hiç düşünmeden “Öğretmen olacağım, Paşam” diye cevap verdi. Mustafa Kemal bu küçük kızın kararlılığından etkilendi, “O zaman tarih öğretmeni ol bari” dedi ona, “bizim yaşadıklarımızı gençlere sen anlat!” Refet büyüyüp yetişkin bir kadın olduğunda bile bu karşılaşmayı hiç unutmadı. Cumhuriyet’in ilk kadın öğretmenlerinden biri olarak göreve başladığında, henüz çocuk sayılacak kadar gençti. Ama zaten ülke de öyleydi: Yeni kurulmuş gencecik bir Cumhuriyet...

Yazan: Meltem Gürle
Çizen: Zeynep Özatalay

 

 

TÜRKAN - Türkan Saylan (1935-2009) - Tıp doktoru, ÇYDD Kurucusu

Türkan Saylan’ın genel başkanı olduğu derneğin üyelerinden biri olan kadın, yeni başlayan ve daha sonra on binlerce yoksul kız çocuğunun okula gitmesini sağlayan Kardelenler Projesi’nde çalışmak istiyordu. Bu nedenle İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Deri ve Zührevi Hastalıklar Bölümü’ne Türkan Saylan’la konuşmaya gitti. Odada, hocanın masasının bir köşesinde altıyedi yaşlarında önlerindeki kitabı okumaya çalışan dokuz-on yaşlarında iki kız çocuğu da vardı. Türkan Hoca davetsiz konuğu gülümseyerek karşıladı, oturması için ona yer gösterip biraz beklemesini istedi. Türkan Hoca, adları Sultan ve Neriman olan bu çocuklarla okulda olmaları gereken saatlerde hastane bahçesinde kâğıt mendil satarken karşılaşmış, babalarının işsiz olduğunu öğrenmiş ve onları alıp odasına getirmişti. Kadına, bir yandan babaya iş bulunmasını, bir yandan da çocukların uygun bir okula kaydolmalarını sağladığını anlattı. Yıllar sonra Neriman, öğretmen oldu. Sultan ise tıp fakültesinin son sınıfındayken Türkan Hoca çok hastaydı. Çalıştığı hastanede tedavi oluyordu. Bir gece, yandaki odada yatan lösemili çocukları palyaço kılığına girerek eğlendirmek isteyen bir grup tıp fakültesi öğrencisi onun odasına da doluşuverdi. Biri, palyaço burnunu çıkarıp Türkan Hoca’ya taktığında Türkan Hoca onu tanıdı; o, Sultan’dı. Hocanın yüzü mutlulukla aydınlandı.

Yazan: Gülsün Kaya
Çizen: Zeynep Özatalay

 

ZEYNEP - Zeynep Hanım (1884-1923) İlk Türk kadın gezgin, yazar

Bundan tam 133 yıl önce İstanbul’da doğan, Zeynep adında akıllı ve yaramaz bir kız vardı. Zeynep, kız kardeşi Melek ve anne-babası ile birlikte bir konakta yaşıyordu. Başka ülkelerden gelen yabancı öğretmenler iki kız kardeşe diğer derslerin yanında tam altı yabancı dil öğretmişti. Bu yüzden Zeynep ve kardeşi İngilizce, Fransızca, Arapça, Farsça, Rusça ve Yunanca masallar, romanlar okuyup, o dillerde mektuplar yazabiliyordu. Fakat küçük Zeynep yine de mutlu değildi. Çünkü o; okula gitmek, sokakta oynamak, Karagöz ve Hacivat eğlencelerini başka çocuklarla parklarda izlemek istiyordu. Ancak buna izin verilmiyordu. Çünkü o zamanlar kızların okula gitmesi ve yüzleri açık gezmesi yasaktı. Fakat Zeynep vazgeçmedi. İki kardeş bir gece İstanbul’dan trenle Fransa’ya kaçtılar. İki kız kardeş, Avrupa’ya gittikten sonra altı yıl boyunca Fransa, İspanya, İngiltere, İtalya, İsviçre ve Almanya’yı trenle gezip oralarda ünlü sanatçı, gazeteci ve yazarlarla tanıştılar. Onlara İstanbul’u ve kültürümüzü en iyi şekilde tanıttılar. Cesur ve akıllı bir genç kız olan Zeynep, kız kardeşi Polonyalı bir müzisyenle evlenince seyahatlerini tek başına sürdürdü. (...) Zeynep, Türk kadınlarının haklarına kavuştuğunu göremeden genç yaşta bu dünyadan ayrıldı ama kendisi tek başına seyahat eden ve gezilerini yazan ilk Türk kadını oldu.

Yazan: Buket Uzuner
Çizen: Elif Uludağ

 

BÜŞRA - Büşra Ün (1994) Paralimpik Oyunları’na katılan ilk Türk kadın tenisçi

Ün ailesi, bir 19 Mayıs günü doğan kızlarına Büşra adını vermişler. Bebekleri altı aylık olduğunda Büşra’nın ayaklarını hissetmediğinden şüphelenmişler. Hemen doktora gitmişler. Ne yazık ki Büşra hastaymış. Büşra küçücük yaşında büyük ameliyatlar geçirmiş. Ailesi ile birlikte hastalığı yenmek için çok uğraşmış ve sonunda başarmış. Hastalık Büşra’nın vücudundan tamamen gitmiş ama giderken Büşra’nın ayağa kalkıp yürüme olasılığını da alıp götürmüş. Artık tekerlekli sandalyede yaşayacakmış. Büşra hayatı çok seviyormuş. Tekerlekli sandalyede hayatını sürdürmek zorunda kaldığı için hayata hiç küsmemiş. Daha da çok sevmiş hayatı. Okuluna gitmiş, derslerine çalışmış, arkadaşlarıyla oynamış. Sevgi ile tutunmuş hayatındaki her şeye. 2009 yılında hayatına bir sevgi daha girmiş: Tenis. Büşra, tenisi o kadar severek oynamış ki çok kısa zamanda yarışmalara katılacak kadar başarılı olmuş. Sonra Türkiye şampiyonluğu gelmiş. Arkasından yurtiçinde ve yurtdışında pek çok önemli yarışmada madalyalar kazanmış. Yetmemiş, 2016 yılında Brezilya’da düzenlenen ve engelli sporcuların katıldığı Paralimpik Oyunları’nda Türkiye’yi temsil eden ilk kadın sporcu olmayı başarmış. Büşra’nın şimdiki hedefi ise dünya şampiyonluğu imiş. “Belki çok uzun zaman alacak, yıllardır oynayan profesyoneller var. Ancak azimle her şeyin üstesinden gelebileceğime inanıyorum,” diyormuş..

Yazan: Elif Çongur
Çizen: Eda Çağıl Çağlarırmak

 

CANAN - Canan Dağdeviren (1985) Fizik mühendisi, Harvard Üniversitesi’nin Genç Akademi üyeliğine seçilen ilk Türk

Canan’ın babası eve elinde bir hediye paketiyle geldi. Canan heyecanla paketi açınca kitabın Marie Curie adında bir kadınla ilgili olduğunu gördü. Kitabı merakla okudu. Marie Curie’ye hayran kaldı. Bu kadın Nobel Bilim Ödülü alan ilk kadındı. Marie Curie gibi bir bilim insanı olmaya karar verdi. Ancak hangi alana yöneleceğine karar veremiyordu. Bir gün, kitap fuarında ailesiyle gezerken ünlü siyasetçi Erdal İnönü’nün kitap imzaladığını gördü. Ailesi ona Erdal İnönü’nün sadece bir siyasetçi olmadığını, aynı zamanda önemli bir fizikçi olduğunu söylemişti. O gün Canan, üniversiteye gidince fizik okumaya karar verdi. Yıllar sonra da burs kazanarak Amerika’ya gitti. Orada sağlık alanına yöneldi. İnsanlığa doğrudan faydası dokunacak bir şey icat etmekte kararlıydı. Bazı hastalıkların tedavisi ve teşhisi için hastalardan sık sık kan almak ya da hastaların vücutlarına ameliyatla cihaz yerleştirmek gerekiyordu. Canan ameliyata ya da uzun sürecek incelemelere gerek kalmadan cilt üzerinden etkili olabilecek cihazlar icat etmek istiyordu. Sonunda bazı hastalıkların vücutta bulunup bulunmadığını cilt yüzeyinden anlayan cihazlar yapmayı başardı. En önemli icatlarından biri de pilsiz kalp çipi oldu. Canan, vücut hareketleriyle kendi kendini şarj eden, pilsiz çipler icat etti. Hayalini kurduğu gibi insanlara faydası dokunacak önemli cihazlar icat etti. Hâlâ aynı heyecanla çalışmalarına devam ediyor.

Yazan: Pelin Buzluk
Çizen: Can Tuğrul

 

AFİFE - Afife Jale (1902-1941) Türk tiyatrosunda sahneye çıkan ilk Müslüman kadın oyuncu)

‘Korkuyor musun?’ diye sordu genç kıza. Kız kafasını salladı. Bir dönüm noktasındaydı ve evet, korkuyordu. “Korkma!” diye devam etti Afife. “Senin bu hayata katmak istediklerine ihtiyacı var insanların. Söyleyecek sözlerini duymaya, seni seyretmeye... Tereddütlerin bizi senden mahrum edecektir. Sakın!” Genç kız derin bir nefes aldı. “Siz hiç korkmadınız mı” diye sordu. “Korkmuştum. Hem de çok... Ancak ünlü tiyatrocu Muhsin Ertuğrul’un söylediklerini işittim. O, ‘Uzun zamandır bir oyunda oynamıyorum. Çünkü Türk aktris yok. Türk hanımlarından biri cesaret edip de benimle oynayıncaya kadar oynamayacağım,’ demişti. Ne kadar asil, diye düşündüm. Neden, dedim. Neden o aktris ben olmayayım, biz olmayalım?” (...) “Kadın rollerini de erkekler mi oynuyordu” diye sordu genç kız. Gülümseyerek baktı Afife gelecekteki meslektaşına, “Hayır,” dedi. “Ermeni kadınlar oynuyordu o rolleri. O yıllarda sahneye konan Yamalar oyununda oynayan Eliza yurtdışına gitmişti ve onun yerine bir oyuncu aramaya başladılar. Düzenlenen sınava girip kazandım ve Jale takma ismi ile ilk kez sahneye çıktım.” Genç kız şaşkınlığına engel olamayıp, “Sizin soyadınızın Jale olduğunu sanıyordum” dedi. “Hiç korkmadınız mı, diye sormuştun ya bana, işte takma adımda gizlidir korkum. Çünkü sahneye çıkmaya başladıktan sonra alkışların verdiği mutluluğu polisler aldı elimden. Neredeyse her oyunumuza baskın düzenlediler.” (...) Afife, kendini geri çekti, kızı omuzlarından sıkıca tutup “Ben tiyatrodan asla vazgeçmedim. Sonra Atatürk, Cumhuriyet ile bize hak ettiğimiz hayatı verdi. Biz de tiyatroya hak ettiği değeri... Şimdi sıra sende. Hayallerini gerçekleştir. O sınavı kazan küçüğüm! Uyan artık” dedi ve genç meslektaşını son kez alnından öptü. Bugüne kadar gördüğü bütün rüyalarda kaybolan genç kız, bu kez Afife Jale’nin tükenmek bilmeyen ışığıyla yeni hayatının ilk gününü aydınlatmıştı.

Yazan: Çiçek Dilligil
Çizen: Zeynep Özatalay

Kısaltılmış öyküler ve çizimler, Türkiye’nin ilkleri başaran 41 kadının hayatlarının anlatıldığı
“Kim demiş ki ben yapamam?” adlı kitaptan alınmıştır. Kim demiş ki ben yapamam?
Yay. Haz: Çağla Üren, Köstebek Yayınevi, Mart 2018, İstanbul


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler