Küresel ısınmanın gölgesinde nükleer santral ihaleleri

Küresel ısınmanın gölgesinde nükleer santral ihaleleri
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 05.10.2008 - 09:19

Küresel ısınmaya atmosferde artan sera gazlarının neden olduğu bilinmekle beraber, “John/Velikovsky Teorisi”ne göre; 1960’lı yıllarda başlayan “Gamma Işıması Patlamaları”nın yaydığı yüksek enerji ve radyasyonun da dünyamızı ve güneş sistemini etkilediği düşünülmektedir. Bu teori; patlamaların, dünya iç çekirdeğinden atmosfere salınan gaz çıkışını arttırdığını öngörmektedir.

Dünya kamuoyunun dikkati son yıllarda özellikle küresel ısınma sorununa çevrilmiş durumda. Yaklaşık 50 yıldır saptanabilir olan bu sorun, bugünlerde fazlaca önem kazanmaya başladı. Bilim adamlarına göre; son 50 yıldaki sıcaklık artışı insan hayatı üzerinde fark edilebilir duruma geldi. Yapılan araştırmalar, dünyanın atmosfere yakın yüzeyinin ortalama sıcaklığının, 20. yüzyıl içinde 0.6 santigrat arttığını göstermektedir. Klimatologlar (iklimbilimciler) küresel ısınma konusunda hemfikir olmaları nedeniyle dünya kamuoyunda bilinci arttırmak amacıyla büyük uğraşlar verirken küresel sermaye bu durumdan görev çıkarma derdine düşmüştür.

 

Küresel ısınma ve etkileri

İnsan tarafından atmosfere verilen gazların sera etkisi yaratması sonucu, dünya atmosferi ve okyanuslarının ortalama sıcaklıklarında belirlenen artışa küresel ısınmadenilmektedir.

Küresel ısınmaya atmosferde artan sera gazlarının neden olduğu bilinmekle beraber, John/Velikovsky Teorisine göre; 1960lı yıllarda başlayan Gamma Işıması Patlamalarının yaydığı yüksek enerji ve radyasyonun da dünyamızı ve güneş sistemini etkilediği düşünülmektedir.

Bu teori; patlamaların, dünya iç çekirdeğinden atmosfere salınan gaz çıkışını arttırdığını öngörmektedir. Bilim adamları, küresel ısınmada, atmosferde bulunan karbondioksit oranının artmasının en önemli etken olduğunu savunurken su buharının küresel ısınma konusunda diğer sera gazlarından farklı olarak güneşten gelen radyasyonun şiddetine ve gezegenin ortalama ısısına göre sabit olan, bağlı bir değişken olması nedeniyle pasif etkiye sahip olduğunu da iddia etmektedir.

Su buharı dışındaki sera gazlarının atmosferde artması sonucu, bulutların sera etkisini arttırarak küresel ısınmaya yol açtığını söyleyen bilim adamları, bir anlamda sorunun bilinenlerden farklılıklar arz ettiğine dikkat çekmektedir.

Dünya nüfus artışına oranla daha fazla enerji kullanımı sonucu yaşamımızı tehdit eden küresel ısınmanın olası etkilerinin başında, kuraklıkların, fırtına ve sellerin artması, ekin alanlarının azalması, buzulların erimesi ve birçok yaşam alanının sular altında kalması gelmektedir. Konuya ilişkin çözüm önerileri de kuşku yok ki, uzun yıllar sürecek tartışmaları ve görüş ayrılıklarını beraberinde getirmiştir.

 

Alternatif enerji kaynakları

Hızlı nüfus artışı, sanayileşme vb. birçok nedenlerden dolayı enerjiye olan ihtiyaç her geçen gün artmaktadır.

Bilinçsiz enerji tüketimi/üretimiyse yaşadığımız küreyi tehdit eder hale gelmiştir. Aşırı enerji tüketimi, enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi gerekliliği konusunda bir ortam hazırlamıştır. Bu ortamda dünya için öncelik, hiç şüphe yok ki, insanlığı tehdit eden küresel ısınma benzeri sorunları yaratmadan ve hatta var olan bu sorunları en aza indirgeyecek kaynaklar ve formüller bulunması olmalıdır.

Enerji kaynaklarında çeşitliliğin artması konusunda bir konsensüs bulunsa da, kaynakların neler olması konusunda bir o kadar önemli görüş ayrılıkları mevcuttur. Tüm dünyada nükleer enerji kaynakları ve yenilenebilir enerji kaynaklarıtarafları arasında çok sert tartışmalar yaşanmakla beraber, gelişmiş toplumların ve uluslar arası sivil toplum örgütlerinin konunun hassasiyetinden dolayı araştırmalarını aralıksız sürdürdüğü bilinmektedir.

 

Sonuç

Küresel sermaye, dünyanın çok belirgin olarak yaşamaya başladığı ve her geçen yıl büyük facialara gebe olan bu durumundan da nemalanmak için her türlü yola başvurmaya kararlı görünmektedir.

Gelişmiş ülkelerin küresel ısınmaya karşı kayıtsızlıkları gözler önündeyken, diğer ülkelere neredeyse nükleer santralları tek çözüm yolu gibi göstermeleri yenilir, yutulur cinsten bir yaklaşım değildir.

Ülkemizde son yıllarda oldukça fazla hissedilen küresel ısınmanın etkilerinden tek kurtuluş yolunun, nükleer santralların kurulmasından geçtiği izlenimi yaratılması, kamuoyumuzun bilinç-li ve programlı olarak aldatılmasından başka bir şey değildir. Oysaki 1973 yılında ortaya çıkan ve tüm dünyayı sarsan petrol krizi nedeniyle nükleer santrallara başlayan yönelim çevre sorunları yaşanabileceği öngörüsüyle ilerleyen yıllarda adeta gözden düşmüştür.

Dünya elektrik üretiminin yüzde 17si nükleer santrallardan karşılanırken bu oranlar, Japonyada yüzde 33, İngilterede yüzde 26, Almanyada yüzde 30, Kanadada yüzde 16, ABDde ise yüzde 22 civarındadır. Başlangıçta bu oranlara bakıldığında yüksek gibi algılanabilir.

Ancak adı geçen ülkelerin ekonomik büyüklükleri düşünüldüğünde, santralların ve üretimdeki paylarının verimli ve gerekli görülmesi halinde arttırılabileceği hepimizin malumudur. Fakat durum tam tersine işlemektedir. Rakamlara bakıldığında dünya henüz nükleer santrallardan vazgeçmemiş gibi görünse de eskiyen ve kendi toplumları için tehlikeli gördükleri bu teknolojilerin gelişmiş ülkeler tarafından, azgelişmiş ekonomilere ihraç edildiği gözden kaçırılmamalıdır. Yönelim, gelişmiş ve enerji fiyatlarının en düşük olduğu ülkelerde bile yenilenebilir enerji kaynaklarınadır.

Nükleer santralların ortalama ömrü 30-40 yıldır. Ayrıca altyapısı da oldukça maliyetlidir. Yapılan araştırmalara göre; Türkiyede yapılması planlanan nükleer santral, 2020lerde elektrik enerjisi ihtiyacımızın sadece yüzde 5ini karşılayacaktır.

Kanserden, genetik bozulmalara, toprak ve suların kirlenmesinden, canlı türlerin azalmasına kadar birçok olumsuz etki yaratan nükleer maddelerin açığa çıkma riskinin çok yüksek olduğu bu santralların ne kadar gerekli olduğuna varın bu durumda sizler karar verin artık.

Güvenli olarak nitelenen santrallardan biri olan Çernobilde yaşanan patlamayla Hiroşimaya atılan atom bombasının 200 katı kadar radyasyon açığa çıkmış ve halkımız nükleer santral gerçeğiyle sanılandan çok daha uzun yıllar önce (1986) tanışmıştır. Özellikle Karadeniz Bölgemizde yaşanan kanser vakaları söze gerek bırakmayacak kadar derin izler bırakmıştır bizlerde.

Dolayısıyla ihaleye çıkarılan ve sadece bir Rus şirketi tarafından teklif verilen nükleer santral, var olan enerji sorunumuza çok küçük bir katkı sağlayacakken gerek ülkemizin ve gerekse dünyanın en büyük sorunlarından biri haline gelen küresel ısınma ve kirlenmeye çok ciddi boyutta hizmet edecektir. Bu iştense her zamanki gibi yine küresel sermaye kazançlı çıkarak insanlığa karşı yeni bir zafer daha elde etmiş olacaktır

 

Kaynaklar:1- Vikipedi 2- Ekolojik Yaşam Portalı 3- www.angelfire.com


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler