Manada bugün
Anladığım yaşam süresinin sonuna gelindiğinde-buna yaşlanmak diyoruz- bilinmek, anlaşılmak daha önemli oluyor. Hatta yas hakkımın bile elimden alındığı bu modern seferberlik günlerinde; insanın tek mucizesinin anlamak olduğunu düşünüyorum naçizane. Önce kendini ve sonra bugünün gerçeğini anlamak.
Bugün öyle bir şey yazsam ki bir anda herkes anlasa istiyorum. Sanki birilerine bir şey anlatmak, yaşanan gerçeği değiştirmek mümkünmüş gibi... Sanki herkesin gerçekleri isteyeceğini, bilgi ve akıl ile ikna olacağını varsayan, belki de -en acıklısı- herkesin bunu seviyor olduğuna inanan saf bir çocuk gibi... Oysa gerçek taşıması yüzleşmesi zor bir yük, tehlikeli bir ilaç çoğu zaman, etkisi ölümcül olabilen. Tarih taşıyor, taşıyabiliyor belki onu sadece. Bugün insanların ‘dönüşenin bilinmezliği’ ile sadece nefes alıp vermeyi, yani yaşamak dediğinin esasını, hatırlaması gibi belki de… Ben ise; bugün bunu artık yapmayan, çok sevdiğim birini uğurlamış biri olarak yazıyorum, aynen küçük bir çocuk gibi. Bir şeyleri değiştirmek mümkünmüş gibi…
***
Bugün, önümüzdeki TV’lerde kamu spotunda çocuklar ‘sağlığımız için evde kal Türkiye!’ diyor. Oysa bundan iki ay önce siyasetten, iş ve insan ilişkilerinden, aybaşı ödemesinden, çocukların okul masrafından, ev kirasından, araba modellerinden bahsediliyordu. Hayatın gündelik manâ arayışında koşturuyorduk, bazen günlük melankoliler basıyordu, bazen zehirli hırslar sarıyordu, güvenli sandığımız yapay yaşam alanları içinde tatlı güçler peşindeydik… Peki şimdi ne olacak, bugünün bu ‘garip’ birey kişisi nasıl mutlu olacak? Salgın hastalıkla kırıldık, evlere kapandık, belki de öleceğiz sohbetlerimizde ne konuşuyoruz? ‘Korkma abi korona, koy sen ona’… Her şeye bir yalan uyduruyoruz değil mi? Oysa ‘çaresiz’ bir varlık insan… Ve duyguları göstermenin güçsüzlük olarak algılandığı, bağımlılık üzerine kurulmuş bir sistemde gerçeği ötelemek kolay. Ama yaşam eninde sonunda onu diretiyor. Çünkü gerçek insanın içinden geçen bir duygu ve her yeni gün bir duygu gidiyor, yenisi geliyor. Ölüm ise gündelik ve sıradan değil ve bugün tüm dünyada herkes kendisi, ailesi, çevresi için ölüm gerçeğiyle yüzleşiyor. Ne zaman olgunlaşır insan, başka çaresi kalmadığında mı acaba?
Ama işte ben anneme en ters köşede durduğumuz zamanlarda bile, bırakın annem olmasını, bir kadın, bir insan olarak hayran oldum. Çünkü bazı insanlar vardır etkilerler, sadece başarıları, günümüz sistemindeki güç ve statülerine göre değil, sadece varoluşlarıyla, düşünceleriyle etkilerler. Önce kendi çevrelerini, sonra dış kabukları, sonra enerjileri ile kendi çaplarında dünyayı belki de.
Bildiğim tek şey bugünden sonra benim için hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı... Çünkü şöyle oldu: ‘Benim annem öldü, dünya durdu!’ Beni bu dünyaya getirmiş, can vermiş olanla tek aşılamayacak mesafedeyim artık… Ve ister çocuk ister 40’larında ol ‘anne giderse, dünya durur’. Bu böyle! Dün biri bana “Seni tanıdığım günden beri bir anne olayın vardı, zordur sana” dedi. Evet doğru, çünkü ben anneme hayrandım. Fikir ayrılıklarımız da boldu vesselam, ama ben anneme, bırakın annem olmasını, bir insan olarak hep hayran oldum. Çünkü bazı insanlar vardır etkilerler; sadece başarıları, güç ve statülerine göre değil, varoluşlarıyla, düşünceleriyle etkilerler. O insanlar, bugün bizim küresel salgın dolayısıyla zorunlu olarak tekrar sorguladığımız mesafeleri, doğal olarak koymuşlardır, kendilerine, sevdiklerine, ailelerine ve hatta çocuklarına bile. O insanlar için “İnanılmaz tabii ki” deriz ya hani. ‘İnanılmaz ve tabii’ sözcüklerini aynı cümlede kullandığımız insanlar olurlar onlar. Onlar, çoğu zaman genç yaşlarında edindikleri farkındalık, düşünsel inanış ve kararlılıkla zaten mesafeli olurlar, son nefeslerine kadar da hiçbir riyakârlık istemezler… Hiç yaşlanmamış, hiç ezilmemiş, yumuşamamış ve bozulmamış kalır bir tarafları… Zira onlar gerçeğe, akla, bilgiye, düşünceye sevdalıdırlar.
***
Anladığım yaşam süresinin sonuna gelindiğinde-buna yaşlanmak diyoruz- bilinmek, anlaşılmak daha önemli oluyor. Hatta naçizane, yas hakkımın bile elimden alındığı bu modern seferberlik günlerinde; insanın tek mucizesinin anlamak olduğunu düşünüyorum. Önce kendini ve sonra bugünün gerçeğini anlamak. Zira yaşadığımız hayatlar, yarınlar için yeni bir düşünce yapısı oluşturuyor ve yaşama merhamet duymak da istemek de hak. Üstat Einstein “E=mc2, madde ile enerji birbirine dönüşebilir”, üstat Spinoza “Düşünce ve madde farklı değil” dememiş mi? Tünelin sonundaki ışık orada değil mi? Yoksa insanın en büyük düşmanı kibir mi acaba?
***
Cevapları bilmiyorum ama yaşamın ölümün hep önünde olduğunu, korkuya, acıya ve bilinmezliğe karşı, yanıtın bu olduğunu biliyorum. Ya da ben hayatın kendisinden böyle öğrendim. Yeni olanın yaşayacağını öğrendim. Başka bir zamana ait olanın yanında bildiklerinin düşüncesiyle durmak ve ondan da-çocuklardan mesela- öğrenmek gerektiğini öğrendim. Her çocuk gibi, ben de ilk ve en çok annemden öğrendim…
Sizinle onun, babasından uzakta yetişmiş, öğretmen annenin lisede burslu okuyan kızı olarak, belki biraz da model arayışıyla, 56 yıl öncesinin konjonktürü içinde yazdığı ve “bu dipsiz dünyada, tüm zamanlarda yeni düzen için tek temelin; gerçeğin, bilginin, düşüncenin ve bunun getireceği manânın üzerine kurulacağını” anlattığı yazısını paylaşıyorum. Evet, o artık burada değil. Sokakta her daim kafası dolu yerlere bakarak dalgın yürüyen ben, onu göremeyeceğim bir daha. Ama kafamı kaldırıp onu göklerde aramıyorum. Hayır... Yok öyle bir şey! O artık bir düşünce ve sonsuza dek benimle… Ve bunu okuyorsanız sizinle... Kim bilir manâ arayanınız varsa bugünde, yardımcı olur belki…
Güven’in kızı Selen
Mayıs 2020
Manada Atatürk
Mayıs 1964
Bazı insanlar vardır ki, bunlar fani bir yaratık olmaktan çıkar ölümsüzleşirler. Bu ne demektir? Bir insanın ölümünden senelerce sonra büyük toplulukların kalbinde, amaç olarak, sembol olarak yaşayabilmesi normal ölçülerin çok üstünde olması demektir. Kant, dâhiyi ‘Kuralların üstüne çıkarak orijinal ve misal olacak bir eser yaratandır’ diye tarif eder. Toplum hayatının ve ilmin birçok alanlarında gördüğümüz dâhiler, yine bir şahıs olarak kalmakta, adları ait oldukları sahalarda geçmektedir. Atatürk’ü onlardan ayıran nedir? Bugün Atatürk dediğimiz zaman istibdata karşı koymuş bir hürriyet aşığı, egemenlik savaşını başarı ile idare etmiş bir komutan veya genç Türkiye Cumhuriyeti’ni ileri hamlelere götürmüş olan bir devlet adamı mıdır aklımıza gelen? Evet Atatürk bunların hepsidir. Fakat bunlar onun fani hayatının safhalarıdır ki, Atatürk’ü bir şahıs olmaktan ileri götürmezler. Yaşamış başarı kazanmış bir şahıs. Tarihte eşine rastlanması mümkün olan, çevresinin üstüne çıkabilmiş insanlardan biri. Evet, Atatürk sadece bu olsaydı, O’nun bir Napolyon’dan, bir Atilla’dan farkı kalmayacak, sadece tarih kitaplarının sahifelerinde arasında yaşayacaktı. Halbuki artık bugün O’nu zorla yalnız o tarih kitaplarının arasında saklamak, örtmek, kapatmak istesek bile başaramayız. Çünkü, artık Atatürk bir şahıs olmaktan çıkmış, bir düşünce olmuştur. Düşüncelerin ise önüne geçilemez. Atatürk bugün artık bir özlemdir. Hatta O’nu artık kendimize bile mal edemeyiz. ‘Düşünce Atatürk’ onu benimseyen herkesin içinde yaşayacaktır.
Güven Göktan Uçer, 15 Mart 2020’de 2.5 senedir gördüğü kanser tedavisi sonrasında vefat etti.
Atatürk’ün özelliği seneler geçtikçe anlaşılacaktır. Bugünkü kuşak hala onun ‘kişiliğine’ bağlıdır ki, bu da pek tabiidir. Türkiye örnek insan tanıdığı Mustafa Kemal’i hala madde olarak görmekte ve istemektedir. Çok kereler olmuştur ki, onun ölümünden sonra doğmuş olmama hayıflanmış, içim onu görmek isteğiyle dolmuştur. Bu duyguyu diğer yaşıtlarımın da bir an gelip aynı şekilde hissetmiş olduklarına eminim. Fakat bu bizim ilkel insan tarafımızdır. Manâda Atatürk artık maddi Atatürk’ün üstündedir. Bizimle beraber ve bizden sonra yaşayacak, geleceğin yollarını çizmemize yardımcı olacak olan manevi Atatürk’tür.
***
Atatürk artık uzak yarınların insanıdır. Ölümünden sonra bağımsız devletlerin sayısı 60’dan 110’a çıkmıştır. Yeni bağımsızlıklarına kavuşan birçok ülkenin mücadele sembolü Atatürk olmuştur. Hint, Pakistan, Tunus, Fas, Cezayir’de insanların Atatürk’ün resimlerini taşımaları, manâda Atatürk’ü ne güzel tanıtmaktadır. Onlar onun resimlerini Türkiye’nin kurtarıcısı olduğu için değil, ilk defa Atatürk, azmin ve isteğin en zor şartlar içinde bile başarıya ulaşacağını, bağımsızlık savaşının mutlaka olumlu şekilde sonuçlanacağını fiilen ispat ettiği için taşımaktadırlar. Onların ceplerinde bulundurdukları Atatürk resmi, başkumandan Mustafa Kemal değil, haklı mücadelenin sembolü olandır.
***
Fakat manâda Atatürk, bizim için onun ülkülerini benimsemeyi değil, aynı zamanda yaşatmayı da ifade eder. Zaten bir düşünceyi benimsemek, onu uygulamak ve savunmakla belli olur. Atatürk ilkelerini yaşatmak için ise, önce onları tanımak ve tanıtmak lazımdır. Ödevimiz, 10 Kasımlarda ağlamaklı ağıtlar söylemek, yıldan yıla sade Kasım aylarında Atatürk’ü hatırlayıp basma kalıp sözlerle ona karşı ödevimizi yaptığımızı sanmak değildir. Çünkü bu ‘Manâda Atatürk’ kavramının anlaşılmadığını gösterir.
***
Madem ki Atatürk bizim için bir yol gösterici, bir ışıktır, niçin onun gösterdiği bu yollarda geri kalmalı? Niçin onun hayatı boyuncu uygulamaya çalıştığı ve kendi ölümünden sonra bu ödevi bizlere bıraktığı ideallerini gerçekleştirmek yoluna gitmemeli? Bunlar öyle ödevlerdir ki, sonunda bizim refahımız, bizim iyiliğimiz bulunmaktadır. Atatürk ulusuna donuk kalıplar bırakmamış, gösterdiği yollar üzerinde zamanın şartlarına göre ilerlememizi istemiştir. Manâda Atatürk herkesten önce bizim hedefimiz olacaktır. Kendisi de bunu hepimizin bildiği şu sözleriyle ne güzel belirtmiştir. ‘Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.’
Güven Göktan
12B, İstanbul Alman Lisesi–Liselerarası Kompozisyon Yarışması birincisi
Annem, ilk cumhuriyet dönemi öğretmenlerinden olan ana-babası 1952'de ayrılınca, anneannem ve teyzemle İstanbul'a geliyor. Anneannem iki kızını sadece kendi kazancıyla önce öğretmenlik yaptığı Barbaros İlkokulu’nda sonra da burslu olarak Alman Lisesi'nde okutuyor. Annem, lise son sınıfta ‘Atatürk’ konulu Türkiye çapındaki yarışmada birinci oluyor ve o zamanki edebiyat öğretmeni Huriye Necatigil (Behçet Necatigil'in eşi) anneme “Sen hayatını kaleminden kazanacaksın belli Güven, çok iyisin” diyor ve biz kardeşimle bu cümleyi defalarca duyarak büyüyoruz. Annem çok sevdiği edebiyatı değil, daha güvenli bulduğu ikinci yolu seçiyor. İstanbul Teknik Üniversitesi’nde kimya mühendisliği okuyor, o zamanlar az sayıda olan kız öğrencilerden. Matematiği hep çok seviyor, son matematik dersini verdiğinde ağlıyor, “Bu kadar zevkli bir dersi bir daha alamayacağım” diye. Akademisyen olarak üniversitede kalması teklif ediliyor, yine ekonomik nedenlerden çalışma hayatına atılıyor. Son sınıfta babamla tanışıp evleniyorlar. Alarko'da, Türkimya'da ve sonra 15 yıl Wella-Türkiye'de imalat müdürü olarak çalışıyor. 1991'de iki ortakla kendi şirketi Neva Kozmetik'i kuruyor, 16 yıl şirketin genel müdürlüğünü yapıyor, 2007'de kendini emekli ediyor. Emeklilik uğraşı ise edebiyat. İş Bankası Kültür Yayınları'ndan Ernest Egli'nin 'Genç Türkiye İnşa Edilirken’ ve Öteki Yayınevi'nden Kafka'nın ‘Dönüşüm’ ve ‘Babaya Mektup’ eserlerini Almanca’dan Türkçe’ye çeviriyor. Bunların dışında da birçok çeviri okuması yapıyor. Özel bir kadındı annem, herkesin annesi gibi. Ama o, özellikle onun kalemi bilinsin istedim...
Selen Uçer'in fotoğrafı: Vedat Arık
En Çok Okunan Haberler
- Rus basını yazdı: Esad ailesini Rusya'da neler bekliyor?
- Yeni Ortadoğu projesi eşbaşkanı
- Esad'a ikinci darbe
- İmamoğlu'ndan Erdoğan'a sert çıkış!
- ‘Yumurtacı müdire’ soruşturması
- Türkiye'nin 'konumu' hakkında açıklama
- Çanakkale'de korkutan deprem!
- Naci Görür'den korkutan uyarı
- Kurum, şişeyi elinin tersiyle fırlattı
- 6 asker şehit olmuştu