Müzikten umut kesilmesin
20. yıllarını özel bir konser ve tüm külliyatlarını yeniden elden geçirdikleri iki “box set” ile kutlayan mor ve ötesi ile geçmişten, müzikten ve biraz da futboldan konuştuk.
Ben bir zombiyim. Şaka değil, mor ve ötesi’nin “Şirket” (2006) adlı şarkısının yönetmen Gürcan Keltek tarafından çekilen klibinde bir şirkette zombiye dönüşen çalışanların zombiye dönüşmüş CEO’sunu ben canlandırmıştım. Ama o ben, hâlâ aynı ben miyim derseniz, geçiniz... Tabii aynı şey mor ve ötesi için de geçerli olabilir, 10, hatta 20 yıl önceki mor ve ötesi aynı mor ve ötesi mi acaba? İşte kafamda bunun gibi sorularla gidiyorum yağmuru bol bir günde Harun Tekin ve Burak Güven ile buluşmaya. Bakalım nasıl geçmiş ilk 20 yıl.
-20 yıl, yani 1996, ama sanki daha öncesi de var bunun.
Harun: Biraz daha öncesi var. Yani grup aslında mor ve ötesi adını alıp bir şeyler yapmaya karar verdiğinde tarih 1995 Ocak. İlk albümün kaydını 95’in ağustosunda yaptık, albümün çıkış tarihi de 96. Biz de kronolojiyi albümün çıkışından itibaren başlattık, çünkü kayıtları yayımlıyoruz o tarihte.
-İlk albümünüzü kaydetme ve yayımlatma süreci nasıl geçti, zorluklar oldu mu?
Harun: Bizim hikâyede niyet müzik piyasasına girelim, albüm yapalım şeklinde gelişmedi. Kaydı evladiyelik anı olsun diye yaptık. Öyle olunca da bu süreçler bizde başka türlü aktı. O albümü kaydettiğimiz tonmeister Refik “Abi biz bunu bir götürelim Sony’ye” demese mesela belki de biz şu an konuşmuyor olurduk. Sony’ye gittik, Sony reddetti bizi, İngilizce bunlar falan dedi, Balet Plak’a gittik, onlar da istemedi... Sonra ama bir şekilde ‘neden olmasın’ fikri gelmiş oldu bize ve Ada Müzik o sırada “Bunu yayımlarız biz” dedi. Ada Müzik o zamanlar değişik bir yerde duran bir şirketti. 96-97 yıllarında 20’ye yakın böyle albüm yayımladı; Kumdan Kaleler, Nekropsi, İstasyon, Mask, böyle bir sürü grup vardı Ada’da. Ama şunun karşılığında yaptı Ada Müzik bunu, bu gruplara hiç tanıtım bütçesi ayırmadı, video klip çekmedi, sadece albümlerini yayımladı. Biz de ondan sonra 5-6 yıl boyunca tüm bu ekstra faaliyetleri kendi imkânlarımızla yürütmeye çalıştık. 96’da “Bu Şehir” çıktıktan hemen sonra Burak katıldı aramıza ve 2. albüm sürecinde bu sefer ilk defa biz bir albüm yapmaya karar vermiş bir grup olarak kayda girdik.
-12 Eylül çıocukları olarak, muhalif geleneğin neredeyse bıçak gibi kesildiği bir dönemde bu muhalif duruş size nereden, nasıl geldi?
Burak Güven: Bizim hikâyede, o dediğiniz muhalif bilinç yavaş yavaş ortaya çıkıyor. İlk iki albümde net bir kafa yok.
Harun: Ama ikinci albümde “Ne” diye bir şarkı var mesela, o bizim 2. Yeni şiirinden çok bariz etkilendiğimiz bir şarkı. Hem de orada geçen bazı kelimeler anahtar sözcük gibi. Mesela “direnmek” var, bir sayıp sövme hali var, genelde anarşist- nihilist bir tavır... Sonra “Gül Kendine” ile beraber o itiraz isyan durumu başka bir şeye dönüşür gibi oluyor ama hâlâ daha ziyade ruhani bir “sevelim sevilelim” diye özetleyebileceğimiz bir kafa var. Orada da mesela “Orada Durma” diye bir şarkı var, Burak’ın şarkısı, onda da bir şeyler söyleniyor. Ama bunun ortaya çıkışı bizim üniversite yılları biraz ve nükleer karşıtı kampanyada kendimizi bulmamızla ilgili bence. Nükleer enerjinin iyi bir şeyi olmadığı fikriyle başlıyor gibi geliyor bana.
‘Her şeyi şeffaf yaşadık’
-Geçen 20 yılda nasıl bir evrim geçirdiniz sizce?
Burak: Şu 20 yılı bizim şeffaf yaşadığımızı düşünüyorum. Şimdi biri çıkıp ilk albümden itibaren yaptıklarımızı dinlese bizi tüm çıplaklığımızla görür.
Harun: Enayilik derecesinde hatta. Burak: Yani hikâye tamamıyla ortada. Nasıl gelmişiz, bir noktada artık sound oturmuş, grup oturmuş, şarkı yazarlığı fikri oturmuş, onun üzerine bir şey eklenmiş. 2003’ten itibaren de ülkede, dünyada olan bitene dair bir fikri insanlara geçirebilme durumumuz ortaya çıktı. Bu da genel olarak insanların çok hoşuna gitti. İlerleyen zamanlarda da kendi içimizde de ülkede olana bitene karşı farklı yorumlar ortaya çıktı. Bunların açıkçası, kendi adıma, çok hayrını gördüğümüzü söyleyemem. Kimi yerlerde birimiz haklı çıktı, kimi yerlerde başka birisi gruptan ayrı çıktı. Bu anlamda da bir şeye fazla angaje olmak çok doğru bir şey değil. Bizim türbülansa girdiğimiz nokta grup çalışmaları dışında, o sırada yaşanan olaylara dair girdiğimiz fikir çatışmaları oldu. Burada da aynı şeffaflık var; hatalarımız olmuş olabilir ama çırılçıplak oldu o da. O günlerde yaşadığımız çalkantılar da bugün artık apaçık yaşadığımız şeyler karşısında, duruldu, geçti.
-Öyleyse şunu da sorayım. “Dünya Yalan Söylüyor” sizin zirvelerinizden biri, belki de birincisi. Ama o albümdeki muhalif ateş daha sonraki albümlerde azalmaya başladı. Bunun sebebi acaba bu aranızdaki tartışmalar, fikir ayrılıkları mıydı, yoksa başka bir şey mi oldu?
Harun: Aslında o kadar da değil bence. Yani “Dünya Yalan Söylüyor”dan sonra yaptığımız iki albüm bizim çok güzel bir uyum içinde çalıştığımız albümler. Biz her şeyden önce kendimizi tekrar etmekten çok korkuyoruz. Külliyatımıza bakınca gerçekten bunu başardığımızı hissediyoruz. “Dünya Yalan Söylüyor” öyle bir albüm ki içinde Fikret Kızılok imzalı “Sevda Çiçeği” haricinde aşk, ayrılık, ilişki vesaireden bahseden hiçbir şarkı yok. 10 şarkının 9 tanesi bizim normal küçük hikâyenin dışında bir şeyden bahsediyor. Ya medya, ya politika, ya Irak savaşı... Ama biz neydik, nereden geliyorduk, o küçük hikâyeden... Yani benim için doğal olan o küçük hikâye etrafında şarkılar yapmaktır. Ama o dönemde öbürü doğaldı. Mesela “Savaşa Gerek Yok” diye bir şarkı yaptık, bir baktık Tandoğan’da 100 bin kişiyle birlikte söylüyoruz. 2006’daki “Büyük Düşler” albümünde de 2 tane şarkı var; biri “Parti” biri de “Darbe”. Bir sonraki albümde de (“Masumiyetin Ziyan Olmaz”) “Festus” ve “Nakba” var. Bunlar aslında grubun o tarafı boşlamadığını ama her defasında “Dünya Yalan Söylüyor” benzeri bir albüm yapmak gibi bir derdi olmadığını gösteriyor.
‘Bir şarkıyla başlıyor her şey’
-Baskıların gittikçe arttığı şu dönemde kendinizi kısıtlıyor musunuz? Otosansür yapıyor musunuz?
Harun: Şöyle bir şey var: Sen son derece sakin bir şey yazdığında bile sosyal medyada altına gelen ilk üç mesaj “Allahın belası köpekler, öldüreceğiz sizi” falan olduğunda artık bizim birbirimizle falan konuşmamızın zamanı geçmiştir. Bu ülkede ortada kocaman bir duvar var, o duvarın öbür tarafına sesimiz geçmiyor. Bizim o duvarın öbür tarafındaki insanlara da bir şey söyleyebileceğimiz tek şey müzik belki de. Cümle olarak da değil artık, belki sadece “Ya Sezen Aksu’nun şu şarkısı da çok güzel” deme ihtimalimiz kaldı belki bir tek. Bunları düşünmek otosansür müdür mesela? Bence değildir. Kalkıp da “Sadece bizim gibiler bizi dinlesin, sadece bizim taraf anlasın” dersen bu çok kolay, yıllarca yaşar gidersin öyle. Bizim gittiğimiz yer çok belli, büyük bir hızla bir duvara çarpmaya gidiyoruz ve duvara çarpmadan ne yapmalıyız diye düşünüyoruz biz.
-Öbür tarafa seslenmenin bir imkânı kaldı mı peki?
Harun: Ben de onu soruyorum işte. Bak şimdi, üç gün önce bir anlaşma imzalandı Rusya’da ve ne yazık ki Türkiye’de büyük bir çoğunluğun o anlaşmadan haberi olmayacak. Belki de her şeyin seyrini değiştirecek ifadeler var o anlaşmada. Şimdi biz bu röportajda bu anlaşmadan bahsediyoruz. Birisi bir mor ve ötesi şarkısı dinleyip bu röportajı okuyabilir gibi durumlar var. Bunlar kaldı sadece elimizde aslında. Birisi de mesela “Melekler Ölmez” şarkısını dinleyip, kendince yorumlayıp sonra merak edip bizim külliyata baktığı zaman bir şeyler öğrenebilir. Bizim başımıza gelen buydu mesela. Bazı şeyleri Cem Karaca’dan öğrendik, Moğollar’dan öğrendik ve hepsi de bir şarkıyla başlıyor.
Cem Yılmaz'dan 'Cambaz' “Öyle tatlı şeyler hazırladık ki sizin için”... mor ve ötesi’nin 20. yıl konserinin 20. dakikası dolmamışken bu sözleri sarf ediyor Harun Tekin. 3-4 dakika sonra da, bir sonraki parçanın öncesinde ilk sürprizi patlatıyor ve sahneye “Ustamız, ondan çok şey öğrendik” diyerek Bülent Ortaçgil’i davet ediyor. Üstelik onunla beraber şu isimleri de anons ediyor: Aylin Aslım, Feridun Düzağaç, Koray Candemir. Tarihi bir gece olacağı belli. Gerçekten de gece boyunca birbirinde ünlü isimler ziyaret ediyor Zorlu PSM’nin Ana Sahnesi’ni. Önce grubun uzun yıllar yapımcısı ve mentoru olan Tarkan Gözübüyük geliyor ve Burak Güven’in yazıp söylediği “Sonu Belli” adlı parçada bas gitar çalıyor. Birkaç parça sonra Harun’un “Kraliçemiz” diye kısaca anons ettiği Şebnem Ferah geliyor ve “Küçük Sevgilim”i söylüyorlar. Sürprizlerin en büyüğü, en şaşırtıcısı ise mikrofon başına geçince “Aslında ‘Küçük Sevgilim’i söylemek istemiştim ama yanlış anlaşılır diye vazgeçtim” diyen Cem Yılmaz oluyor. Ünlü komedyen “Cambaz”ı söylüyor ve salon yıkılıyor haliyle, ardından da sosyal medya. Ne de olsa 3000’e yakın izleyici var salonda ve en az 1000 tanesi Cem Yılmaz’ın son derece sağlam performansını Instagram başta olmak üzere çeşitli online mecralara yükleyiveriyor hemen. Velhasıl müthiş bir gece oluyor, hatalarıyla sevaplarıyla... Benzersiz, unutulmayacak bir gece. Bir yanıyla hüzünlü (yaşlandığımızı hissediyoruz ne de olsa), bir yanıyla acıtıcı (“Melekler Ölmez” çalarken arkadaki perdede beliren tarihler ve yer adları son 1.5 yılda yaşadığımız terör olaylarını anımsatıyor bize), bir yanıyla da umut dolu bir gece... Müzikten umut kesilmiyor en azından. |
En Çok Okunan Haberler
- Korgeneral Pekin'den çarpıcı yorum
- Suriye'yi nasıl terk ettiğinin ayrıntıları ortaya çıktı!
- Petlas'tan o yönetici hakkında açıklama
- Colani’nin arabası
- Petlas Yönetim Kurulu Üyesi Özcan, uçakta olay çıkardı
- Komutanları olumsuz görüş vermedi, görevlerinden oldu
- 148 bin metrekarelik alan daha!
- Milletvekilleri Genel Kurulu terk etti!
- Çiçekçiyi yumrukla öldürmüştü: İstenen ceza belli oldu
- Bakanlık 5 ildeki lahmacuncuları ifşa etti