Toplumumuz hala ergen
Gülşah Elikbank, son romanında geçmişin acılarını ilk aşkla buluşturuyor...
Gülşah Elikbank’ın son romanı “Âşıklar Gece Ölür”, Doğan Kitap’tan çıktı. Elikbank, kitabında, aile ve çocukluk acılarını, geçmişin travmalarıyla yüzleşebilmeyi, ilk aşkı merkeze alarak anlatıyor. Biri rock yıldızı, biri doktor. İki eski sevgili... 14 yıl sonra, bir hastane odasında karşılaşıyor. Hikâye buradan sonra geriye dönüşlerle ilerliyor. Elikbank, kalemi kâğıdı eline aldığında içinden mutsuz son geçirmiş. Karakterlerse buna izin vermemiş. Her şeye karşın kendi yollarında yürümeyi seçmişler. Elikbank, “Kitapta iyi olan ve iyiliğini unutan insanlar var. Çocukluğunun karanlığıyla yüzleşen ve aydınlık tarafını seçen... Aynı özgür irade gibi. İyi bir insan eninde sonunda iyileşir, özünü bulur” diyor.
Fotoğraflar: Vedat Arık
Bütün yollar çocukluğa dönüyor. Kim olduğumuzun yanıtı. Aile, anne baba... Sonradan çevre işin içine giriyor. Onlar bizi böyle yaptı tamam şimdi dönüşmek istediğin insan ol. Planlı ol, idealist ol, tembel olma...
-Bu hikaye nasıl doğdu?
Zor bir çocukluğum oldu ama sadece ondan değil. Çocuklarla ve gençlerle çok fazla etkinlik yapıyorum. Sağ olsunlar çok sıcak bir ilişkimiz var. Hikâyelerini dinliyorum. Ne kadar benzer yaralarımızın olduğunu görüyorum. Ben zaten hep söylüyorum toplumumuzda bir baba problemi var. Babası olan evlerde de olan bir problem bu. Baba varken de yok. Yok olan için daha da zor...
Erkekler yara açar
-İdealist babayla, zor bir baba karakteri var romanda...
İkisi de normal değil aslında. Dünyanın pratikleriyle idealist babanın anlattıkları örtüşmüyor. Öte yandan sadist diyebileceğimiz bir baba var. Kendince çok haklı. Hep de öyledir kötülerin kendince haklı nedenleri vardır. İki farklı baba karakteri, iki çocuğu nasıl farklı insanlara dönüştürür? Aslında benim meselem buydu. Çocuklukta bir yara aldıysanız ömür boyu ne yaparsanız geçmiyor. O boşluk dolmuyor. Babasız büyüdüm10 yaşımdan itibaren. Hiçbir zaman baba şefkatini dolduracak bir duyguya rastlamadım. Kolay bir çocukluğum, ilk gençliğim olmadı.
-Seni nasıl dönüştürdü babasız büyümek?
Hiçbir zaman dertlerimin içine gömülüp kalmadım. Yaşama tutkun bir insanım. Bu yaşamın hakkını vermek gerektiğini düşünenlerdenim. Çözüm odaklı bir insanım. Olumsuzlukların içinde boğulmayı doğru bulmuyorum. Her şey kötü gidiyor olabilir, annesiz, babasız büyümüş olabilirsiniz ama o acılara sığınmayı doğru bulmuyorum. 18 yaşından sonra hayatımızın sorumluluğu bizde. Biz ne yapıyoruz değiştirmek için? Bu hikâyede de onu söylemeye çalışıyorum. Yaptığın kötülüklerde, merhametsizliklerde çocukluğundaki o yaraya sığınamazsın, bu doğru değil.
-Kadınlar yapabiliyor bu dediğini ama erkekler sanki sınıfta kalıyor...
Kadınlar zaten her zaman yara sarmak, kapatmak, şifalandırmak için uğraşırlar. Bizim toplumda erkekler, ‘benim her şeyi yapmaya hakkım var, evin reisi benim’ diye düşünüyor. Böyle bir bakış açısından, sevgi sözcükleri ya da merhamet beklemek ütopya. Kadınlar yara sarmaktan, erkekler yara açmaktan yana. Bunu yaparken de üzerinde fazla düşünmüyorlar zaten. Türkiye’de kadın sorunu yok, erkek sorunu var. Kadına yönelik şiddeti de aslında erkeklerin çözmesi lazım. Onların bakış açısında bir hata var.
Aklı başında sev
-Aşk nedir sence?
Aşk bir felsefe. Hayata aşkla bakmak da aşkın kendisi de... Bir insanı kendinden çok sevmek o kadar zor bir şey ki. Bunu yapabilen kendi egosunu kenara koymuş demektir, hele günümüz narsizim çağında iyice zor.
-Gerçek aşk var mı yok mu tartışmasında safın belli oldu...
Kesinlikle var. Hem yaşadığım için biliyorum hem de konuştuğum insanlardan. Metropolden ibaret değil Türkiye. Anadolu’da çok şehre söyleşiye gidiyorum. Hâlâ gerçek aşkların yaşandığını görüyorum. Metropol biraz insanı kirletiyor bu doğru. Aşk var mı yok mu İstanbul’a bakarak karar vermemek lazım... WhatsApp, sosyal medya her şeyi kolaylaştırdı, aşk o kadar kolay bir şey değil. Ahmet İnam’ı çok severim. Aşkı güzel anlatıyor. “Aşk bir hazır olma halidir” diyor. Hormonların yükselmesi değildir aşk. İnsanın duygularını iyi tanımlaması gerekir. Asıl sorun bu. Çoğu insan kendiyle konuştuğunda duygusunu tanımlayamıyor. O an kızgın mı, kırgın mı, coşkulu mu? Bu karmaşanın içinde gerçek bir duyguya rastladığı zaman onu da tanımlayamadığı için berbat ediyor. Yüzüne gözüne bulaştırıyor. Birçok insanın hayatı kaçırılmış trenlerle dolu. Dönüp baktığında hiç gerçek bir şey yaşayamamış... Bir de her şeyi yaşayacağım derken hiçbir şey yaşarsın. Romain Gary der ya çok kadın hiç kadındır.
-Aşk için ne lazım?
Zaman ve emek. Adım adım işleyeceğin bir nakış gibi aşk. Gençlik yıllarımda, birdenbire çarpılacaksın sanıyordum ama bu yaşımda hiç de öyle düşünmüyorum.
-Kaç yaşındasın?
38. (Gülüyor)
-Şimdi ne düşünüyorsun aşkla ilgili?
Sabahattin Âli, “Seni gayet aklı başında seviyorum” der Kürk Mantolu Madonna’da. Hakikaten aklı başında sevmek lazım. Ya da Gülten Akın’ın şu sözü: Seni birdenbire değil usul usul sevdim... Usul usul sevmek, aşka döndüren şey o. Gençlikte evet fırtınalar esiyor ama dokunduğu yer önemli. Gerçek bir temas varsa, öyküdeki gibi 14 yıl sonra da sizi bulur. Ben her yarım kalan hikayenin tamamlanması gerektiğini düşünürüm. Belirsizlik hiç hoşlanmadığım şeydir. Her şeyin mutsuz da olsa bir sonu olmalı. Aksi halde hayat boyu sırtınızda bir yük. Acaba sorusu...
Önce sen önemlisin, sen mutlu olacaksın önce, kendinden emin olacaksın, önce sen kendine saygı duyacaksın ve sana saygı duyulmasını sağlayacaksın. Sana saygı duymayan bir insanla da kalmayacaksın.
Aşk iyi gelmeli
-Aşk biterse ya da başka bir aşka kapı aralanırsa ne olur?
Aşkın suçu olmaz ama ihanet suç olur. Aşk bittikten sonra ne yaptığınız önemli. Gençlerde yavaş yavaş dürüstlük oturuyor. Kimse mutsuz olduğu hikayede kalmamalı. Hayat çok zor. Birbirimizin hayatını kolaylaştırmalıyız. Kıskançlıkla, şiddetle, çekişmeyle ömür geçmez. Aşkın insana iyi gelmesi lazım. .
-Ya aile?
Çok önemsiyorum. Çekirdek aile, doğru kurulursa bütün hayatınızın coşkulu olmasının nedeni olabilir. Tersi kâbus demek. Ben 10 yaşına kadar babamlaydım ama hiç ‘seni seviyorum’ cümlesi duymadım. O yüzden o cümle benim için çok önemli. Birisi bana seni seviyorum derse inanırım ben. Sevgi dolu büyüseydim, duygusal olarak daha güçlü olabilirdim. Güçlüyüm ama çok kırılgan bir yanım var. Cam gibi parçalanıyorum beklemediğim bir davranış olduğunda. Ve çok keskin kararlarım var. Dibe vuruşum sağlam olur ama hızlı çıkarım. Kimseyi incitmedim bugüne kadar ve bana yapılmasına da tahammülüm yok.
-Kitapta alkol problemine de dikkat çekiyorsun. Kahramanımız alkol bağımlılığı yüzünden hastaneye yatıyor...
Kısa vadeli mutluluk, uzun vadeli mutsuzluk. Antidepresanlar da aynı şekilde. Çoğu kişi arkadaş tavsiyesiyle alıyor o ilaçları. Çoğu insan alkolün bir alışkanlığa döndüğünü bile fark edemiyor. Hayatla başa çıkma yöntemleri olarak karşımıza çıkıyor. Sonra sizi ele geçiriyor. Uyuşturucu daha da zor. Ben kitapta şunu anlatmaya çalıştım. Mutluluk içten gelmiyorsa, kendi kendini ayakta tutacak güç senin içinde yoksa, dıştan gelen alkış, poh poh hiçbir işe yaramaz. Alkol de öyle. Dıştan bir uyaran. Bir çok arkadaşım neden alkola ihtiyaç duyduğunu bile sorgulamıyor. Biraz insanlar sorgulasın istedim.
-Hikâye çocuklukta düğümleniyor. Geçmişten kaçılmıyor yani..
Hep dönüp dolaşıp kendi ailelerimize kaçtığımız yere dönüyoruz. Doğrusunu görmediğinde doğru bir temel atamıyorsun. Sevgi dolu bir aile nasıl olur? Çoğumuzun hiçbir fikri yok. El yordamıyla... Çözemeyince içinde boğulan, bağımlı anne baba ilişkileri yaşayan, 60’ına gelmiş ama hala annesiyle kavgalı olan insanlar var. Ailemizin bizde açtığı yarayı ömür boyu tamir etmekle uğraşıyoruz. Mutsuz bir evde büyüyen bir çocuk bence büyük bir haksızlığa uğruyor.
-Toplumun yüzde 90’ında var mı bu yara?
Tabii ki. Toplumumuzun ergen bir toplum olmasının nedeni o. Çocukluktan çıkamadık ki. Edebiyatın işlevi var. Bu kitabı okuyan bir erkeğin geriye dönüp bakması çok önemli. Birini incittiyseniz yola aslında devam edemiyorsunuz. Ben ah almaya inanırım. Evrenin adaletinden neredeyse eminim. Hiçbir kötülük karşılıksız kalmaz. Hiçbir hesap yarıda kalmıyor. Cennet de cehennem de burada. Birçok insan iç cehennemiyle yaşıyor. Yüzlerine vuruyor. Bazılarının da yüzüne bakıyorsunuz melekler dokunmuş mesela. Öyle bir enerji veriyor size.
Evrene teslim ol...
-Kadercilik mi bu biraz?
Değil. Tevekkül. Şu an çok kötü bir şey yaşıyor olabilirsin ama beş yıl sonra geriye baktığında iyi ki yaşamışım diyeceksin. Çünkü seni bir yere götürüyor o süreç. Zaman içindeyken hiç geçmiyor gibi. Bize geç gelen hesap geç değil aslında. İnsanın doğru yerde durması çok önemli. Sen kendine dair her şeyi doğru yap, dürüst ol, aynada gözlerinin içine baktığında, gece kendine mutlu bir iyi geceler diyebiliyorsan tamamdır. Sonrasını bırak. Teslim olmak evrene, kim neye inanıyorsa... Bunu ne zaman yapsam bir sonucu oldu.
-Ne zamandır yapıyorsunuz bunu?
Birdenbire olmadı. Her şeyin insana başka kapı açmak için yol olacağını düşünüyorum.
- Yazarlığa nasıl başladın?
8 yaşından beri yazıyordum. İlk romanımı lisede yazdım, bir cinayet romanı. Uğur Mumcu hayranıydım. Mumcu katledildiğinde karar vermiştim iletişim fakültesi okudum. Araştırmacılığımı romanda kullanıyorum, gazetecilik değilmiş benim işim. Hayalperesttim. Hiçbir şeye sınırlı bakamadım. Hep sorularım vardı. İnsanların öykülerini merak etmeye başladım. Biriyle tanışır tanışmaz hemen yaşam öyküsünü merak ediyorum. Kötü insan olduğunu düşünmüyorum. Kötülüğe evrilmek diye bir şey var. O evrilmenin nerden geldiğini anlamak benim için önemli. İnsanları çok seviyorum bütün marazi yanlarına rağmen.
Hayatı değiştirmek kolay mı?
Hayat tasarlanabilen bir şeydir. Yaşamak sanattır. Üç saatlik bir eğitimim var bu konuda. Yeni bir yola başlamak istiyorsan köprüyü yakmak zorundasın der Tanrılar Okulu’nda. Yoksa hep geriye dönme umudun olur. Ben bir otelde yöneticiyken istifa ettim. İstanbul’dan da gittim. Baya beyaz yakalıydım. Çok iyi şartlarda çalışıyordum ama mutsuzluktan ölüyordum. İnsanlar deli misin her şeyin var diyorlardı. Aslında hiçbir şeyim yoktu. Nereden baktığınla alakalı. Ben para hayal etmiyorum ki, ben bunların geçici tatminler olduğunu biliyorum. Bir bayramı hatırlıyorum. Herkes bayram harçlığı veriyor. O an bu para bana babamı getirmez ki diye düşünmüştüm. 11 yaşındaydım.
En Çok Okunan Haberler
- Suriyeliler memleketine gidiyor
- İlber Ortaylı canlı yayını terk etti!
- Yaş sınırlaması Meclis’te
- İBB, Bilal Erdoğan dönemindeki taşınmazları geri aldı
- ATM'lerde 20 gün sonra yeni dönem başlıyor
- Erdoğan'dan flaş 'Suriyeliler' açıklaması
- Lütfü Savaş CHP'den ihraç edildi
- Suriye’de şeriatın sesleri!
- 'Onun ne olduğunu iyi biliyoruz'
- DEM Partili vekillerle 'Suriye' atışması!