Sorunlu dış politikanın yansıması: "Türk diplomasisinin birikimi ve mirası yok edildi"
Biden’ın “soykırım” açıklamasının zamanlamasını, tarihsel kökenini, Montrö tartışmalarıyla beraber ABD’nin Türk Boğazlarına ilişkin arzularını ve genel manada Türk-Amerikan ilişkilerini Prof. Dr. Süha Atatüre Cumhuriyet'e değerlendirdi.
ABD Başkanı Joe Biden 24 Nisan’da ilk kez “soykırım” ifadesini kullanarak Türkiye-ABD ilişkileri tarihinde yeni bir sayfa açtı. Biden böylece, 1981 yılında yaptığı açıklamada aynı sözcüğe yer veren Ronald Reagan'dan bu yana "soykırım" terimini kullanan ilk ABD Başkanı oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise 2 gün sonra “tepki” açıklamasında bulundu. Halihazırda S-400 krizi, ABD’nin yaptırım kararı ve Halkbank davası gibi ihtilaflı konularda gerilen Ankara- Washington ilişkilerine yeni bir dosya daha eklenmiş oldu.
İstanbul Gedik Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Prof. Dr. Süha Atatüre, Biden’ın “soykırım” açıklamasının zamanlamasını, tarihsel kökenini, Montrö tartışmalarıyla beraber ABD’nin Türk Boğazlarına ilişkin arzularını ve genel manada Türk-Amerikan ilişkilerini Cumhuriyet’e değerlendirdi.
ABD Başkanı Biden’ın “soykırım” ifadesini neden şimdi kullandığını değerlendiren Atatüre, “Mesele sadece Biden’ın soykırım ifadesini kullanması değil. Bu aynı zamanda Türk dış politikasıyla ilgili bir durum. Hiçbir probleminiz olmadığı halde uluslararası bir toplantıda dönemin İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Perez'e ‘çocuk katilisiniz’ derseniz bunlar not edilir. Yani bu, diplomasi dilinde bunu daha sonra hatırlarım anlamına gelir. Dolayısıyla, Davos'ta aslında Türk diplomasisi olarak büyük bir birikimi, mirası yok ettik. İkinci yıpratılma Mavi Marmara olayıyla oldu ve Yahudi lobilerini kaybettik” dedi.
BİDEN’IN AÇIKLAMASI NEYE DAYANIYOR?
Atatüre, konuşmasının devamında, “Türk-Amerikan ilişkileri sancılı başladı. 1917 yılında kesilen ilişkilerin yeniden başlatıldığı 1927 yılına kadar geçen bu 10 yıllık süre bizim için gerçekten önemlidir. Lozan Konferansı sırasında ana antlaşmanın dışında bir de bütün ülkelerle dostluk, iş birliği ve ticaret anlaşması imzalandı. Ancak Amerika'da bu anlaşmanın onaylanmaması dolayısıyla Türkiye ile ilişkilerin başlatılmaması konusunda muazzam bir hareket başlatıldı. Bu hareketi başlatanlar, Ermeni lobileriydi. Demokratlar da Ermenilerle birlik olunca bu kez mesele bütün Amerika'ya yayıldı, üniversiteler ise Lozan’ı savundu ve Amerika resmen ikiye bölündü. Senato da anlaşmayı reddedince çare "Modus Vivendi*" uygulamasında bulundu ve ilişkiler yeniden kuruldu” dedi.
‘BU BİR SOYKIRIM DEĞİL’
Sevr Anlaşması’nın neden kabul edilemeyeceğine dair Damat Ferit Hükümetinin 35 sayfalık metnine karşı İngiltere’nin verdiği ültimatomun sonuç bölümünde, “1914 yılından beri Osmanlı hükümeti 800 bin Ermeni'yi topluca öldürmüş; 200 bin Rum ile 200 bin Ermeni’yi yurtlarından göç ettirmiştir” ifadelerinin yer aldığını ifade eden Atatüre’ye göre, “Buradaki ifadeler Biden’ın açıklamalarıyla örtüşüyor. Çünkü onlar tarihi bu şekilde okuyor” dedi.
Türkiye’nin arşivler üzerinde çalışarak 1915’te yaşananların bir ‘soykırım’ olmadığını ortaya koyduğuna değinen Atatüre, “Biz soykırımı iki yerde gördük. Biri 1945 'lerde Almanya'da Yahudilere karşı nefretle ve inanılmaz işkencelerle yapılan diğeri de Hutular ile Tutsiler arasındaki 800 bin insanın ölmesine neden olan Rwanda soykırımıdır” ifadesini kullandı.
OSMANLI VURGUSU
Atatüre, Birleşmiş Milletler’in 1948 yılında yürürlüğe koyduğu Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması sözleşmesinin Türkiye’yi ne kadar ilgilendirdiğini ise şu şekilde açıkladı:
“Nazilerin yapmış olduğu soykırımın ardından Birleşmiş Milletler 1946 yılında bir soykırım sözleşmesi çıkardı ve 1948 yılında yürürlüğe soktu. TBMM de 23 Mart 1950 de 5630 sayılı Kanun ile sözleşmeyi onayladı. 17 maddelik sözleşmede 2 madde çok önemlidir. Giriş bölümünde, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun 11 Aralık 1946 tarihli 96/1 sayılı kararı, soykırımın BM’nin ruhuna ve amaçlarına aykırı olduğu ve medeni dünyanın kınadığı, uluslararası hukuka göre suç olduğu beyanını dikkate alır. Karar, tarihin her döneminde soykırımın insanlığa büyük zararlar verdiğini kabul ederek insanlığı böylesine çirkin bir beladan kurtarmak için uluslararası iş birliğine ihtiyaç duyulduğuna ikna olan işbu anlaşmada belirtilenleri kabul eder. Burada bizim bilmemiz gereken husus şu; bu yasa geriye işliyor. Bu yüzden Biden, açıklamasında Osmanlı dönemine geri dönüyor.”
Atatüre, sözleşmenin ikinci maddesinin önemini ise şu şekilde belirtti:
“Bu sözleşmede soykırım, ulusal, etnik, ırksal veya dini bir grubu tamamen veya kısmen yok etme niyetiyle işlenen aşağıdaki eylemlerden herhangi biri anlamına gelir. Ancak burada yer alanlara göre, grubun üyelerini öldürmek gibi bir niyetimiz asla olmadı. İnsanlar açlıktan, susuzluktan, yorgunluktan, hastalıktan ve eşkıyaların saldırısı sonucunda hayatlarını kaybetti. Bir diğeri, yaşam koşullarına kasıtlı olarak zarar vermek olarak geçiyor, ancak burada da bir kasıt yoktu. Doğumları önlemek ve çocukları zorla başka bir gruba nakletmek de burada yer alıyor. Böyle bir durum, hınç ve niyet asla olmadı. Soykırım ile suçlanacak kadar ağır bir suçumuz yok. Bizim eleştirilebilinecek yanımız tehcir için olması gereken uygun araç, gereç ve yaşam koşullarını oluşturamamamız düşünülebilir. Savaş koşulları da bunu engelledi kuşkusuz. Tabii ki hatalıyız ama asla bir soykırımdan sözedilemez. Bu bir felakettir. Karşılıklı bir kabul ile bunun acılarını birlikte yaşayıp birlikte gidermek zorundayız.”
NASIL BİR YOL İZLENEBİLİRDİ?
“Ermenistan ile Dağlık Karabağ arasındaki sorun artık bitti” diyen Atatüre, “O halde Ermenistan’a sınırımızı kapatmanın gerekçesi de ortadan kalktı. Meclislerin onaylarından bağımsız modüs vivendi ile ilişki de kurabilirsiniz. Azerbaycan gibi zenginleşmiş güçlü bir ülkenin Ermenistan’la yapacağı bir savaşta taraf olmak yerine arabulucu olmayı tercih ederdim. Bu kavgaya karışmaz ve tarafı olmazdım. Biden’ın bu açıklamayı yapmasının bir sebebi de budur. Silah sanayimizin gelişmesi elbette mühim meseledir. Ama bunlar bir yere kadar gizli meselelerdir. Ürettiğiniz üç beş tane silahı bir başkasına hemen satmak gibi bir eğilimin size bakışları değiştireceğini bilmeniz gerekir” ifadelerini kullandı.
“Bu ülkenin beka sorunu olduğunu hiçbir zaman düşünmedim” diyen Atatüre, “Bizim ülkemizin beka sorunu bir kere oldu. O da 1919’da Anadolu işgal edildiğinde... O sorunu bile Atatürk ve arkadaşları sayesinde muazzam bir şekilde aştık. Bunun dışındaki diğer beka anlayışları hatta iç savaşlar bile aşılabilir Amerika, İspanya, Yunanistan iç savaşları bunun örnekleridir" dedi.
“MONTRÖ DİPLOMASİ ZAFERİDİR”
Montrö Sözleşmesi’nin tartışılmaya açılmasını değerlendiren Süha Atatüre şu değerlendirmelerde bulundu:
“Montrö ulusal bir bilinçtir. Montrö'nün özelliği, 13 yıllık genç Cumhuriyetin Lozan'dan sonra büyük dünya güçlerine karşı kazandığı diplomasi zaferinin siyasi belgesi olmasıdır. Montrö’nün önemi, 1920 Sevr Antlaşması'ndan sonra özgürlük ve bağımsızlığımızı kazandığımız Lozan Barış Antlaşması'nda eksik kalan egemenliğimizin bütünleştirilmiş olmasıdır. Montrö’nün anlamı ise 1936’da dünya güçlerine kabul ettirilmiş o muazzam hassas dengenin 1939 ve 1945'te bozulmak istenmesi karşısındaki direniş öyküsünün şimdi bize anlatmak istediği uyarıdır. Bu uyarıyı da anlamamız ve canlı tutmamız gerekiyor. Çeşitli olaylarda bonkörce harcamamak gerekir.”
HUKUKSAL BOYUT
Montrö Anlaşması yapılırken değişikliklerin nasıl yapılacağı, ne şekilde yapılacağının metinde çok açık şekilde belirtildiğini dile getiren Atatüre, “29 maddelik Montrö Anlaşması’nın 28. maddesinde ‘sözleşme yürürlüğe girdiği tarihten itibaren süresi 20 yıl olacaktır’ ve ‘durum ne olursa olsun geliş-gidiş serbestisi sonsuz olacaktır’ denilmektedir. Ticaret gemilerinin geçiş serbestisi Wilson Prensiplerinden kaynaklanan uluslararası bir durum. 1954 yılında, yani anlaşmanın bitiminden 2 yıl önce bağıtlı taraflardan biri anlaşmayı sonlandırmak için bir ön bildirim yapmamışsa sözleşme devam edecektir. Bir sona erdirme bildirimi, 1954 yılında yapılmışsa sözleşme 2 yıl geçinceye kadar yürürlükte kalacaktır. Ancak taraflar bu iki yıl içinde yeni bir sözleşme hükümlerini saptamak üzere bir konferansta bir araya gelmeyi taahhüt edeceklerdir. Şimdiye kadar kimsenin değiştirmeye yanaşmadığını” vurguladı.
Atatüre, anlaşmanın değiştirilebilmesi için 2 koşulun önemine dikkat çekti:
“Birincisi, Karadeniz'de kıyısı olan devletlerin evet demesidir. İkincisi, Karadeniz'de kıyısı olan devletlerle birlikte Türkiye'nin de evet demesi gerekir. Dolayısıyla, sanki bir veto hakkı gibi Türkiye'ye muazzam bir yetki verilmiştir. Onun için Türkiye bu antlaşmayla Lozan'da eksik kalmış egemenliğinin tamamını bugünlere kadar etkin şekilde getirecek bir yapıyı o zaman kurmuş durumdadır. İşte bu size o zaman verilen itibar ve saygıdır. O zaman başta Atatürk vardı bunu unutmayalım. İtibarınız varsa haklı gerekçelerle kendinizi haklı çıkarabilirsiniz. Bütün haklarınızı alabilirsiniz veya isteklerinizi yerine getirebilirsiniz.”
Son olarak iki uyarıyı vurgulayan Atatüre ifadelerini şu şekilde sürdürdü:
"Birincisi, ABD'nin Boğazlarla ilgisi 1827 Navarin bozgunundan sonra Bab-ı Ali ile yaptığı anlaşma resmileşti. İkincisi ise; Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde Ege Denizi'nden Karadeniz’e açılacak bir değil beş tane daha kanal açsanız Montrö Hükümlerinin geçerli olacağını bilmelisiniz. Bunun dışındaki söylemler her zaman yanıltıcıdır.”
*Modüs Vivendi, uluslararası hukukta da geçerli olan anlaşmaların meclislerin onayına sunulmadan yapılan ikili kabuller şeklinde gerçekleşmesidir.
En Çok Okunan Haberler
- Korgeneral Pekin'den çarpıcı yorum
- Suriye'yi nasıl terk ettiğinin ayrıntıları ortaya çıktı!
- Petlas'tan o yönetici hakkında açıklama
- Colani’nin arabası
- Petlas Yönetim Kurulu Üyesi Özcan, uçakta olay çıkardı
- Komutanları olumsuz görüş vermedi, görevlerinden oldu
- 148 bin metrekarelik alan daha!
- Milletvekilleri Genel Kurulu terk etti!
- Çiçekçiyi yumrukla öldürmüştü: İstenen ceza belli oldu
- Bakanlık 5 ildeki lahmacuncuları ifşa etti