Ahmed Arif’ten Leylasına…

“Dünya dünya olalı kimselerin benim gibi sevdiğini ve sevebileceğini sanmıyorum. İnandığım en kesin gerçek bu canım.” Biliriz ki şairlerin yazarların aşkı büyük olur. Nazım’ın Piraye’sinden Kafka’nın Milenası’na kadar okuduğumuz mektuplardan duygularının ne kadar derin olduğunu anlarız. Fakat Ahmed Arif’in Leyla Erbil’e duyduğu aşk bir başka; çok daha derin!

Yayınlanma: 22.04.2022 - 00:02
Abone Ol google-news

NE AŞK! LEYLİM LEYLİM...

“Dünya dünya olalı kimselerin benim gibi sevdiğini ve sevebileceğini sanmıyorum. İnandığım en kesin gerçek bu canım.”

Biliriz ki şairlerin yazarların aşkı büyük olur. Nazım’ın Piraye’sinden Kafka’nın Milenası’na kadar okuduğumuz mektuplardan duygularının ne kadar derin olduğunu anlarız. Fakat Ahmed Arif’in Leyla Erbil’e duyduğu aşk bir başka; çok daha derin!

Üstelik aşkının karşılığını alamamış, Leyla Erbil onun aşkını dost olarak cevaplamış ancak ateşli mektuplar yazmasına da izin vermiştir.

Leylim - leylim/ Ayvalar, nar olanda/ Sen bana yar olanda/ Belalı başımıza/ Dünyalar dar olanda.

Kim böylesine büyük bir aşka karşı duyarsız kalabilirdi ki…

Belli ki yazılan bu mektuplardan ve kendisini merkeze alan şiirlerinden ziyadesiyle memnun olmuştur. Leyla Erbil’in ona yazdığı mektuplara ulaşılamamıştır ama şairin yazdığı mektuptan anlıyoruz ki ona şöyle yazmıştır: “Kırk yıl cevap almasan benden, gene yaz…”

Her şiirinde Leyla’sı mutlaka vardır, en toplumsal şiirinde bile. O hepimizin ezbere bildiği “Haberin var mı taş duvar/ demir kapı, kör pencere/ yastığım, ranzam, zincirim/ uğruna ölümlere gidip geldiğim/ zulamdaki mahzun resim/haberin var mı?”

Zuladaki mahsun fotoğraf Leylasının fotoğrafı; uğruna ölümlere gidip geldiği de hem inandığı devrim hem de yine sevdiği kadındır! Leyla onun kavgasının motor gücü olmuştur. Bunu da mektuplarında açıkça söylüyor zaten.

“Benim her şiirimde varsın ve olacaksın. Ama dünyanın en dehşet şiiri bile “sen” olamaz. Bunu yaşamak gerek. En asıl gerçek bu işte. Hasretle Canım. Öperim” (16 Temmuz 1955)

Leyla da aşık olunmayacak kadın değildir hani! Fiziği güzel, ruhu güzel, dimağı güzel, sanatı güzel…

Şairimiz sevdiğini “Tanrı’nın en güzel yapısı” olarak nitelendirirken bunu mektuplarında belirtmekten kaçınmaz:

“Bilir misin, “canım” dediğimde içimden canımın çıkıp sana koştuğunu duyarım hep. Gezegenlerin en güzel kızısın…” (5 Mart 1956 tarihli mektubundan)

“Kölen olmak ne büyüklükmüş meğer! başın için, bir daha yaratılması imkânsız gözlerin için, bana bir mektup. Delinim. Ayrılık korkunç” (4 Ocak 1956 tarihli)

Ahmed Arif sevdiği kadını yaratıcılığıyla tanrılaştırırken insanlığı ile de melekleştirir. Onun zerre üzülmesine tahammül edemez; bütün gadasını almak ister:

“Leylam, Kardeş Çocuk

…Kendine gel! Sen, üzüntüye, kahra layık veya müstehak değilsin. Yaşaman, asıl senin yaşaman lazım, hiçkimse yaşamayı senin kadar hak edemez. Anladın mı? Sen öyle birisin işte. Bunu belle, buna inan. Sendeki altın yürek, altın da laf mı canım yürek kimselerde yoktur. Seni güzel eden, dost eden, dayanılmaz eden yine sen’sin. Bunu da öğren. Ve hiçbir kahraman, hiçbir aziz, hiçbir hergele sana azap veremez. Azabı, sen kendin icat ediyorsun. Beni de böyle berbat ediyorsun…” (6 Haziran 1954 Bismil)

“VE NELERE BASKIN GELMEZDİ Kİ SENİ DÜŞÜNMENİN TADI”

Koca Anadolu şairinin mektuplarında sadece sevgilisine duyduğu aşk yoktur; tıpkı şiirlerinde olduğu gibi bu aşkın nezdinde yaşadığı coğrafyanın sıkıntılarını, sürgünlüğünü, yoksulluğunu, hapisliğini de dile getirir. Yetinmez; o dönemdeki aydınları, yazın ve yayın ortamını da eleştirir; hatta bazen yerden yere vurur.

“Leylam, Merhametsiz Ömrüm,

Suskun, uzanmış seni yaşıyorum. Hastalığım grafikte birdenbire yükseldi. Doktorsuz, eczanesiz, sıhhıyesiz, Allah’ın belası bir köydeyim…” (22 Mayıs 1954 Bismil)

“Leylacık,

Bazıları öyledir, okumazlar, ciddi düşünemezler. Gene de aydın olmaktan vazgeçmezler. Hatta aydın kişi oldukları için kendilerinde mutlu bir baht, gizli de olsa bir müstesnalık bulurlar. Bu bir toplum derdidir…” (2 ekim 1954 Diyarbakır)

Mektuplarından anlaşılacağı üzere Varlık Dergisine yarışma için şiir göndermiş ve şiiri dereceye bile giremimiştir.

“...Ha, Varlık’ın yarışma sonunu gördün mü? Aman Aman Hey ile UNUTAMADIĞIM’ı katmıştım. Tabii küçük jürinin insaf (daha doğrusu insafsızlık ve namussuzluk) barajını bile aşamadık…(devamında küfür ediyor) (14 Şubat 1956)

 Ahmed Arif dergilerde yayınlanan şiirlerinin değiştirildiğinden ve bazı dizelerinin kesilip atıldığından da Leylasına şikâyet eder.

Zaman zaman sevgisinin büyüklüğünden şüphe ederek aydın çevresindeki dedikodulara prim veren Leyla Erbil’e kahreder ama ona dönmekten ve daha ateşli mektuplar yazmaktan da asla vazgeçmez…

Ahmed Arif, namuslu yürek işçisi; kötülüklere, çirkinliklere boyun eğmez; karakterinden ve dik duruşundan taviz vermez. Bedelini yoksullukla, işsizlikle, işkence ve mahpuslukla öder.

Sevdiği kadına ruhunun en ince ceperinden mektuplar gönderir; ancak doğunun o erkeksi ağzıyla yazmaktan da geri durmaz. Kahpelik yapana, küçük çıkarları uğruna ruhunu satanlara, dedikodu yapıp polemiğe sebep olan aydın çevrelere söverek verip veriştirir.

Açıkçası Ahmed Arif gibi koca bir şairin bu dili kullanmasını; özellikle kadına yazılan bir mektupta kullanmasını yadırgadım biraz. Şahsen bana bu tarzda bir mektup yazılsaydı “bu sözleri hak etseler de bana yazdığın mektuplarda bu dili kullanma en azından” derdim. Belli ki Leyla Erbil bu konuda sesini çıkarmamış.

LEYLA ERBİL’İN MEKTUPLARI NEREDE?

Aklıma takılan bir diğer soru da şu oldu: Leyla Hanım onun aşkına aşk ile cevap vermemiş ama mektuplarını itina ile saklamış, günü geldiğinde de yayıncının önüne bu mektupları koymuş. Belli ki o aşka hem büyük bir saygı duymuş hem de belki kendisinin de farkına olmadığı bilincinin derinliklerinde bir aşk beslemiş, mektupları hiçbir koşulda yok etmeyerek bunu göstermiştir.

Kadın cephesinde durum böyle iken erkek cephesine baktığımızda Ahmed Arif Leyla Erbil’i kelimenin tam anlamıyla taparcasına sevmiş, son ana kadar ondan vazgeçmemiş (15 Mayıs 1977 yılındaki son mektubundan da bunu anlıyoruz) ancak Leyla Erbil’in ona yazdığı bir mektup bile ortaya çıkmaması okuyucuyu meraklandırmıştır. Çünkü şu varsayımdan yola çıkar okuyucu; “Şair taparcasına sevdiği halde neden bir mektubunu bile saklamamış.”

Leyla Erbil’in ona yazdığı mektuplar meçhuldür. O mektuplar dursaydı Arif’in, heykeltraş olan oğlu Filinta Arif tarafından ortaya çıkarılırdı muhtemelen. Belki de sonradan evlendiği için bir şekilde o mektuplar yırtıldı veya yok edildi…

Öyle ya da böyle; Ahmed Arif büyük bir aşkla sevmiş Leyla Erbil’i hem de karşılıksız olarak, öyle ki Leyla Hanım evlendiğinde bile mektup göndermeye aralıksız devam etmiştir. Kendisi ne kadar acı çekerse çeksin sevdiği kadının mutlu olmasını istemiştir. Galiba gerçek aşk böyle bir şey olsa gerek.

Yazımızı 5 Mayıs 1954 yılında Bismil’den yazılmış ve kitaptaki ilk mektubuyla bitirelim.

“Leyla, Zalım Leyla

Bu, benimki dördüncü. Oysaki senden bir tek mektup aldım. O belalı ve korkunç ilk mektubun, yani 4-1 ben mağlubum.”

Aşkta yenilgi, mağlubiyet aslında galibiyettir. Ahmed Arif galiptir…


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon