Erdal Alova: ‘‘Epik şiir yaygın bir tür değil. Konu çok, çalışan yok!’

Şair Alova, 2016’da yayımlanan Birinci Çoğul Şarkı (Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları) adlı epik şiirinin ilk kitabında antik ve modern kaynaklara, mitolojik anlatılara, arkeolojik verilere yoğunlaşarak Anadolu’nun antikçağına odaklanan bir kültür şiiri yaratmıştı. Bu ilk kitapta Anadolu tarihi coğrafyasının antikçağdaki önemli bölgeleri olan İyonya, Karya, Likya, Pamfilya, Kilikya ve Frigya’da kentten kente dolaşarak siyasi tarihin dışındaki örtük tarihin peşine düşmüş, pagan kültürün izlerini sürmüştü. Birinci Çoğul Şarkı’nın ikinci ve üçüncü kitapları da kısa süre önce Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’nca tek cilt şeklinde yayımlandı. Erdal Alova ile kültür şiirine bakışı ve ‘Geç Antikçağ’ ile Bizans’a yönelen yeni kitabı üzerine konuştuk.

Yayınlanma: 09.10.2022 - 00:03
Abone Ol google-news

Fotoğraf: KAAN SAĞANAK

‘ŞİİRDE ÜMMİLİK DÖNEMİ KAPANDI’

- Öncelikle hem anımsatmak hem yeni okurlarınıza iletmek için, Birinci Çoğul Şarkı’nın arkasındaki fikirden, “kültür şiiri” anlayışınızdan söz edebilir misiniz?

“Bir Kültür Şiirine Doğru” başlıklı bildirimde şiirde ümmilik döneminin kapandığını, çağın çok yönlü değişimine ve saldırısına karşı, yalnızca esine yaslanmanın, anlık tepkilerin yeterli olamayacağını, buna karşılık kültür düzeyini daha da yükselterek, yeni diller öğrenerek, okuyarak, araştırarak yepyeni esinler yaratmanın zamanı olduğunu vurgulamıştım. Epik şiirin görkemli alanına bu yolla yönelebiliriz.

- Epik şiirinin tarihsel kökeni ve kaynakları nedir?

Yunanca bir sözcük olan epos, mitosun yani söylentinin, belirli bir ölçüye göre söylenen şiirsel biçimidir. En yaygın türü ise çağlardan beri söylenegelen destanlardır. Söyleyeni belli epik şiire yapay epik diyorlar. Vergilius’un Aeneis’i, Firdevsi’nin Şehname’si gibi.

- Çağımızda epik şiirin konumu ne?

Çağımızda epik şiir eski bağlamlarından, yani kahramanlık, yurt sevgisi gibi dar anlamlarından koparak şiir sanatının bütün olanaklarını kullanan, çok boyutlu bir nitelik kazandı.

Örneğin Seferis’in çok bölümlü Destansı Öykü’sü, Ritsos’un Yunanlıların Öyküsü, Mayakovski’nin Lenin Destanı sözlerime örnek gösterilebilir. Dilimizde ise Nâzım Hikmet’in Şeyh Bedrettin Destanı, Kurtuluş Savaşı Destanı, Dağlarca’nın Çakırın Destanı verilebilecek örnekler arasındadır.

Ne ki günümüzde epik şiir hem yeryüzünde hem yurdumuzda yaygın bir tür değildir. Konu çok ama çalışan yok. Bu noktada çağdaş okurun sabırsızlığı, spot deyişlere düşkünlüğü de göz önüne alınırsa uzun şiirin neden pek revaçta olmadığı anlaşılabilir.

‘ŞİİR KARARLA YAZILMAZ’

- Kültür şiirine yönelme sürecinizin üzerinde durabilir misiniz? Ne zaman böylesi bir şiire doğru yol almaya karar verdiniz? Sanırım 2001’de yayımlanan Birinci Tekil Şarkı bu sürecin başlangıcı sayılabilir. Yoksa daha öncesi de var mı?

Her şeyden önce şiir kararla yazılmaz. Şiir bir birikimin sonucu yığılan bir tümülüstür. Şair hem bunun farkındadır hem hiç değildir. Şiir kendini yazdıran gizli bir süreç, bir yeraltı ırmağıdır. Okumalardan çıkan şiir için de geçerlidir bu. Şiir, şair için her zaman bir sürprizdir.

Birinci Tekil Şarkı’nın bu sürecin başlangıç noktası olup olmadığı sorusuna gelince… Delikanlılık yıllarında bile tarihe, felsefeye merakım vardı. Hatta şiir yoluna girmeden önce şiirden çok felsefe, sosyoloji falan okurdum.

‘ANTİK ÇAĞ ANADOLU ŞİİRİ ANTOLOJİSİ’

Kavafis’le, Balıkçı’yla tanışmam önümde geniş ufuklar açtı. Anadolu’nun, Akdeniz’in o zengin tarihine verdim kendimi. Bu etkiyle Antik Çağ Anadolu Şiiri Antolojisi’ni hazırladım. Tümüyle özgün bir çalışmadır.

Bir başka düşüncem Antik Çağ Anadolu Filozofları Antolojisi’ni hazırlamaktı. Şimdilik bir kenarda… Ama Anadolu’nun Antik Çağ romancılarını tanıtacağım. İlk romanslar Anadolu’da ve Mısır’da yazılmıştır.

Velhasıl Birinci Tekil Şarkı bu birikimin sonucu, kendimi bu kültürle özdeşleştirmem, içselleştirmemdir. Sekiz yıl sonra Birinci Çoğul Şarkı doğdu. Aklımda hayalimde yoktu böyle bir şiiri yazmak. Hatta şiire başladığımda 200-300 dizelik bir parça olacağını sanıyordum.

- Etkilendiğiniz şairler oldu mu biçim olarak, üslup olarak?

Seferis’in ve Melih Cevdet Anday’ın yapıtları ve Bedrettin biçimsel olarak yol göstermiş olabilirler Birinci Çoğul Şarkı söz konusu olduğunda. Ama üslup olarak şu yaşımda özgün bir şiir yazdığımı sanıyorum.

- Kitabınız okura alışık olduğu normal şiirin dışında başka bir okuma deneyimi sunuyor. Bu açıdan okur kitaba nasıl yaklaşmalı, bu deneyimi nasıl anlamlı kılmalı?

Birinci Kitap’ın başına Bakî’nin “Bu bir şiir değil, bir akarsudur” dizesini almıştım. Okur bu uzun şiirin bir kıyısından suya ayaklarını sokabilir. 15000 dizelik bu şiir, aynı zamanda tek tek bağımsız şiirlerden oluşuyor hem bağımlı hem bağımsız şiirlerden. Ama bütünü kavramak için kitabı mutlaka baştan sona kadar okumak gerek.

Fotoğraf: KAAN SAĞANAK

‘BU ŞİİR TÜM HALKLARIN ORTALAMASI OLAN TEK HALKIN SERÜVENİ’

- Birinci kitapta Anadolu’da pagan kültürünün, gizem dinlerinin başat olduğu döneme yoğunlaşmıştınız. Bu ciltteki iki kitap hangi dönemlere karşılık geliyor.

İkinci Kitap Geç Antik Çağ dönemini, Üçüncü Kitap ise Konstantinopolis’in yeni Roma olarak kuruluşundan Fatih Mehmet’çe alınışına kadar gecen dönemi yani Bizans’ı kaynak olarak alıyor.

- Bu kitapları Birinci Kitap’tan farklı kılan nedir?

Farklı kılan bir şey yok. Bir ırmak 12 yıldan beri akıyor. Ama bu süre içinde üslûbum bir ölçüde değişmiş olabilir doğal olarak.

Pagan iklimden başka bir döneme geçince tarihsel halklar açısından nelerin değiştiğini gördünüz?

Bu şiir bir tek tarihsel halkın serüveni… Bütün halkların ortalaması olan tek halkın. Ve peşinde olduğu gizem değişim içinde değişmeyeni bulmak.

‘TARİH DEĞİL TARİHSEL MODELLER TEKRAR EDİYOR! BU ŞİİRE ÇALIŞIRKEN BİZANS’IN GEZİ’SİNİ, ÇARŞI’SINI GÖRDÜM!’

- “Tarih’in gölgeleri” daha da koyulaşıyor Geç Antik Çağ ve Bizans dönemlerinde.

Çünkü çok tanrılı dönemden tek tanrılı döneme, yani Hristiyanlık çağına giriyoruz. Boşuna ayaklanmıyor Ephesoslu yontucular, tapıncak, hediyelik eşya ustaları Paulus’a karşı. Bütün o güzelim TanrıçalarınErosların yerine bir tek haca, bir tek yüze indirgenecek sanatları...

Hem sıkıntı hem yoksulluk bekliyor çünkü onları. Onca varsıllıktan büyük bir yoksunluğa düşüyor hem sanat hem tapınım. Koyulaşma buradan geliyor... İkinci Kitap’a başlarken o güzelim yontu yüzlerinden azizlerin tasvirlerine geçiş bayağı ürkütmüştü beni.

- Kültürel süreç farklılaşmasına, Hristiyanlık eski inançlara baskın çıkmasına karşın, bu kitaplarda nedir günümüz toplumuna, yaşantısına denk düşen?

Biraz önce Paz’ın sözünü anmıştım. Bir metafiziği, değişim içinde değişmeyeni yakalamak sorunu... Bu gizem, çağımız için de geçerlidir hiç kuskusuz. Karatani’nin dediği gibi tarih tekerrür etmiyor, tarihsel modeller tekerrür ediyor.

Bu şiire çalışırken Bizans’ın Gezi’sini, Çarşı’sını hayretler içinde gördüm. Bu antik çağ için de geçerli. Ben bu çağın şairi olduğuma göre yüzyıllar öncesiyle ortak kesitler bulmam doğal elbette. Kesitler arayıp bulmak. İlginç olan da bu. Yoksa metin kuru, didaktik, manzum bir kayda dönerdi.

- Bu kitaplarda ilk kitaptan farklı olarak sınırlı sayıda kente yöneldiğiniz görülüyor. Bu durumu açıklar mısınız? Antikçağ’da farklı kentler üzerinden süregelen çoğulluk belirli merkezlere sıkışıp kalıyor mu artık?

İkinci Kitap’ta ana dekor Antakya iken, Üçüncü Kitap’ta Konstantinopolis oluyor. Bu dekorlar tümüyle Hristiyanlığın doğuşu ve resmi devlet dini oluşuyla ilgili. Ne ki bir süre sonra sonra harita Kuzey Afrika’ya kadar yayılıyor. Bu da aynı dinin yayılımıyla ilgili. Üçüncü Kitap’ta bir sıkışma söz konusu değil. Bizans denince aklımıza önce Konstantinopolis gelmiyor mu? Bu kentin çöküşü Bizans’ın da çöküşüdür.

OLUMLU VE OLUMSUZ YÖNLERİ VE İLKLERİYLE BİZANS!

- Olumlu ve olumsuz yanlarıyla sizce Bizans’ın önemi nedir?

Marks’a göre Bizans en kötü devletti. Orası doğru. Öyle prensesler yaşadı ki tahta geçebilmek için öz oğlunun gözlerini kızgın demirle dağladılar. Gerçekte son derece seçkin biri olan Romanos Diogenes’in sonu yürekler acısıdır. En yakın subayları bile onu satmışlardır. Kentte çıkan Mavi Yeşil kavgasında Hipodrom’da 20 bin kişi katledilmiştir.

Öte yandan, kültür alanına gelince pek çok ilk Konstantinopolis’te görülür. Çok yönlü eğitim veren ilk üniversite bu kentte açıldı. İlk noter, saraya bağlı Skholiastes odaları burada çalışmaya başladı. Skholiastesler eski metinler üzerine yorumlar yazan ilk bilginlerdi. İlk eleştirmenler de bu odalardan çıkmışlardır.

İlk küçük harf yine burada kullanıldı. Osmanlı’nın tercüme odaları buradan esinlendi. İlk ciltli kitap codex burada yapıldı. Toplumsal hayatta da öyle. Pazar gününün ilk kez bu kentte tatil ilan edildiğini kaçımız biliyoruz. Ayasofya bugün bile bizi şaşırtan bir yapıdır. Mozaikler ise başka bir dünya.

Ama beni Bizans’ta en çok etkileyen toplumun dinamik yapısıdır. Ayaklanma çıkmayan yıl çok azdır.

Fotoğraf: KAAN SAĞANAK

‘BİRİNCİ ÇOĞUL ŞİİR BİLDİK, ORTALAMA BİR DİLLE YAZILAMAZDI!’

- Şiirlerin yazılış aşamalarından da söz edelim mi? Nasıl bir çalışma düzeni, yazma disipliniyle böylesi geniş bir şiirler bütünü yaratıyorsunuz?

Bu kitaplar taşlardan, okuduklarımdan ve yaşadıklarımdan doğmuştur. Edebiyat ve tarih kitaplarından, gezerek dokunduğum Anadolu sütunlarından, tiyatro sıralarından, yaralı yontulardan, dolaşıp kaybolduğum eski İstanbul sokaklarından…

Beni etkileyen, şiir bulduğum olayları, ilişkileri yüzlerce sayfalık okumalardan çıkarırken, çağımızla paydaş olan ana odakları şiirleştirmeye yöneldim. Disipline gelince, eski ressamlar gibi her gün çalıştım.

- Birinci Çoğul Şarkı’nın kültürel temeli kadar dile yönelik kaygısının da önemli olduğunu düşünüyorum. Birinci Kitap’ta olduğu gibi bu kitaplarda da yeni sözcükler türetmeyi, şiiri bu sözcüklerle beslemeyi sürdürüyorsunuz.

Arkaik sözcüklerin canlandırılması, halkın kullandığı kimi sözcüklerin şiirin dağarına katılması, türetme ve neolojizm böyle kapsamlı bir şiirin doğurduğu sonuçlardır. Bildik, ortalama bir dilde yazılamazdı bu şiir.

‘ROMAN PSİKOLOJİNİN PENÇESİNDE. TÜRK ŞİİRİ İSE ESİN BEKLER!’

- “Anadolu’nun zengin kültürel birikimi” sözünü çok duyarız. Neredeyse bir klişe olarak! Yazarlarımız, şairlerimiz günümüzde bu birikime neden yönelmiyor sizce?

Roman psikolojinin pençesinde. Şiire gelince... Söylediğim gibi esin tembelliğine alışmıştır bizim şuara. Servet-i Fünûn’dan beri böyle. Divan şairleri daha çalışkandılar. Ama işin ucunda çil çil altın vardı.

Yunus, bir dünya görüşünü dillendiriyordu. Şiiri de bu bakımdan bir okyanustur. O bir kültür sairiydi. Çok yetenekli şairlerimiz epik şiire yüz vermeden geçip gitmişlerdir Nâzım ve bir iki örnek dışında...

Çünkü çağdaş Türk şiiri hep olayın peşinden gitmiştir, esin bekler. Sevdiği terk edince yazar, dönünce yine yazar. Bu bakımdan izlenimcilikten hiçbir zaman kurtulamamıştır.

Sorun olayların peşinden gitmek değil, olay yaratmaktır, esin yaratmaktır. En büyük esin kaynağı şiir çalışmasıdır, geniş bir kültür şiiridir. Bunları derken anlık esinlenmeyi, apansızın yazılmış şiiri hepten dışlamıyorum elbette. Tepkim şiir sanatının böylesi dar bir ölçeğe indirgenmesine.

‘DÖRDÜNCÜ KİTAP İKİ BÖLÜMDEN OLUŞACAK: SELÇUKLU VE OSMANLI’

- Karşı tarihi merkezine alan bu uzun soluklu epik şiir serüvenini sürdürecek misiniz?

Sürdürüyorum şimdi de. Dördüncü Kitap iki bölümden oluşacak: Selçuklu ve Osmanlı. Selçukluyu bitirdim. Şimdi Osmanlı okumaları sürüyor. Birkaç yıl içinde Dördüncü Kitap da biter. Bu dört kitabı ileride tek bir ciltte toplamayı düşünüyorum.

- Birinci Çoğul Şarkı bittiğinde yaklaşık 15 yıla yayılan, kendinizi tamamen şiire adadığınız bir yolculuk olacak öyleyse sizin için. Peki sonrası? Bir süredir şiir çevirilerine ara vermiş görünüyorsunuz meselâ?

Bu şiiri Osmanlının sonuna kadar sürdürmeyi düşünüyorum. Sonrasını bilemem. Belki daha da sürer. Neler yazarız bitince kim bilir? Çeviriye ara verdim ama kafamda bir iki çeviri çalışması var. Ama bu şiir bitmeden girmeyeceğim çeviriye.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler