Hidayet Karakuş: “Şairin yeri insanın ve gerçeğin yanıdır!”
Aydın şair Hidayet Karakuş ile yurdunun, ulusunun, insanlığın yanında, gerçeğin yanında durduğu, toplumun, acı çeken, türlü sorunlarla boğuşan, ezilen insanın yanında gerçeğin yanında saf tuttuğu, 55 yıllık birikim, deneyim, olgunlukla dağarından süzülen yerelden ulusala, evrensele hümanist, toplumsalcı şiirini ve yeni kitabı Kül Kahvesi’ni (Bilgi Yayınevi) konuştuk.
Fotoğraf: OSMAN AKBAŞAK
İNCE, DERİN, YALIN ŞİİRLER…
- İlk şiirin 1965’te yayımlandı. 55 şiir yılını tamamladın şiir yolculuğunda. 55 şiirini seçtin. Bir güzellik daha 75 yaşına erdin. Bütün beş’ler şiirsel bir uyak ve bütünlük oluşturdular, Kül Kahvesi’nde toplandılar.
“Kül Kahvesi” için 55 yıllık şiir serüvenin bir özeti diyebilir miyiz? “Anılarını, öykülerini, yazılış anlarını bildiğin şiirlerden” 55 şiiri seçerken neler düşündün? Toplu şiirlerini de yayımlamayı düşünür müsün gelecekte?
Doğrusu böyle bir seçkiyi öncelikle Efdal Sevinçli önerip duruyordu. Şiir kitaplarına ilginin azlığı beni düşündürüyor, bu işe kalkışamıyordum. Yayınevinden böyle bir öneri gelince sevinerek giriştim işe. Yüzlerce şiirin içinden canım acıya acıya bu elli beş şiiri seçebildim. Gözüm geride kalanlarda hep.
Toplu şiirler yayımlamaya gelince bunu pek doğru bulmuyorum. Bir şair son şiirini yazmadan toplu şiirleri yayımlanamaz bence.
‘KÜL KAHVESİ, BABAMLA ANNEMİN ŞİİRİDİR’
- İlk şiir kitabın “Günaydın Gül Yaprağı 1979’da yayımlandığında Şükran Kurdakul “dize kurmada ve işlediği temaları özümsemedeki başarısı, imgeleri ile dikkat çektiğini” söyler. 55 yılda şiire değgin düşüncelerin, öngörülerin, algılarında da değişimler oldu mu?
Bu bağlamda bugün ne söylersin?
Sevgili Şükran Ağabey’in Yürüyüş’te yazdığı bu değerlendirmeyi hak etmeye çalıştım. Geliştirerek bir şiir yolu tutturdum sanıyorum. Şiirle ilgili görüşlerim de gelişti, değişti; öngörülerim gerçekleşti mi belki ama öngörüler de zamanla değiştiğinden hangisi gerçekleşti bilmek zor.
Şiiri daha derinden algılamaya çalıştım. Yalnız şiire değgin şu özellikler değişmedi bende; ince, derin, yalın… Hem yaratırken hem okurken bunları aradım.
- Kül Kahvesi adı bu kitaba çok yakışmış. Kül Kahvesi’nin çağrışımları eskilere, geçmişe, çocukluk günlerine, hatırlı zamanlara, anılara götürüyor bizi. Sence başka bir düşünce, öngörü var mıydı?
Kül Kahvesi, babamla annemin şiiridir. Onların ardından yakılmış bir ince sızıdır. Elbette bütün ozanların, yazarların çocukluğu onların şiiri, yapıtları için bir gömüdür.
Yaşam öngörülerle, duyumsamalarla, acılarla, sevinçlerle iç içe yürüyor. Yaşayıp geldiklerimiz bizde azımsanmayacak izler bırakıyor. O izler bir biçimde dizelere, şiirlere sızıyor, egemen oluyor.
Hep yeni bir şeyi, yeni bir biçimde ince, derin, yalın söylemek istedim. Bunu ne denli yapabildim bilmiyorum. Bunu okur söyleyebilir ancak.
‘İNSANIN ACISI, ESENLİĞİ OZANIN YÜREĞİNE VURUR!’
- Gül kenti Isparta’dan, Yalvaç’ın Kurusarı köyünden 1946’da yaşama gözlerini açan, ilk kitabı Günaydın Gül Yaprağı’yla okura merhaba diyen Hidayet Karakuş için bugün şiir izlekler, imgeler, düşler, gerçekler, toplumsal olgular bağlamında nasıl görünüyor?
Gül yaprağı geçmişte de günümüzde de benim için çocukları, gençleri anlatır. Bir acının adıdır gül yaprağı. Ozanın izleği yaşadığı toplumun, dünyanın her yerinden fışkıran acılardır. Keşke dünyamız sevinçler fışkıran bir gezegen olsaydı. Belki çok daha neşeli şiirler yazabilirdik.
Yine de bugüne küçük sevinçlerle, küçük kıvançlarla yürüyüp geldik. Toplumsal olgular eli kalem tutan her insanın, yazarın, ozanın istemese de değineceği gerçekliklerdir.
Günümüzde özellikle genç arkadaşlarımızın içinde bu olguları görerek, devrimci bir tutumla ele alanlar olduğu gibi görmezden gelerek imgeler düzleminde şiir üretenler var. O bir seçimdir ama her yazarın, her ozanın aydın olmasını bekliyor insan. Aydın olmaksa sorumluluk demektir. Her insana, her canlıya, dahası her nesneye karşı sorumluluğu vardır aydının.
- Köyden, kırsaldan gelmenin gelenekler, görenekler içinde bir çocukluk süreci yaşamanın şiirine de katkısı oldu mu?
Yerelden ulusala, evrensele, toplumcu yapılanmaya yönelik şiirlerle de okura iletilerin vardır diye düşünüyorum.
- 55 yıllık birikim, deneyim, olgunluk, emek… Bugün nasıl bir yerdedir Hidayet Karakuş?
Gerçekte ilk şiirimi on üç yaşındayken yazmıştım. O günden sonra aralıksız yazdım. Dergilerde çıkan ilk şiirimi ölçü alarak bu elli beş şiiri seçtim. Bu elli beş şiir olgunluk ürünü mü bilemem ama ben her yeni şiirin başında kendimi acemi duyumsarım. Şiirlerimi başından bu yana değerlendiren olursa olgunluğuma karar verebilir. Bugün nerede olduğumu da yine okur değerlendirebilir. Ben şiirde şuraya geldim, romanda şu noktadayım gibi bir değerlendirmeyi doğru bulmam.
Kırsaldan gelmekle kentten yetişmek arasında elbette duyarlılık, izlekler, dahası sözcük seçiminde bile ayrım olacaktır. Çünkü her ozan, yazar iyi bildiğini yazar. Kendini besleyen yaşanmışlıklardan beslenir.
- Roman, öykü, radyo oyunları, çocuk öykü ve romanları yazdın, yayımladın. Bunca çeşitlilik içinde Hidayet Karakuş şair yönüyle anılır, dikkat çeker. Bu kadar çeşitlilikte yazmanın şiirine olumlu ya da olumsuz etkileri oldu mu?
Ben bu türlerin birbirlerini beslediğini düşündüm hep. Olumsuz yanı belki daha az şiir yazdım roman düşünürken. Çocuk kitabı yazarken şiire daha az yöneldim ancak hiç durmadan yazan bir kalemin sözcüklerle dostluğu bitmediğinden şiirde de büyük bir kolaylık sağladı bana.
Fotoğraf: OSMAN AKBAŞAK
- Arı-duru Türkçenin tüm olanaklarını şiirlerinde, yazılarında bilinçle kullanan bir şair-yazar usa getirir Hidayet Karakuş adı. Son yıllarda şiir, öykü, düzyazı, roman tüm yazınsal üretimlerinde “ve” bağlacını kullanmadığını da biliyorum.
Sanal ortamda, televizyonlarda, gazetelerde dil kirliliğinin yaşandığını da üzülerek izliyoruz.
Oysa birçok genç şairin, yazarın bu konuda duyarlı davranmadıklarını da görüyoruz. Bu bağlamda bugün neler yapılmalı, nasıl bir yöntem geliştirmeli şairler, yazarlar?
Genç şairleri, yazarları suçlamayı düşünmüyorum. Onlar TDK’nın 1932-1983 arasındaki verimlerinden habersiz büyüdüler. Bu bakımdan bağışlanabilirler ancak ellerindeki en önemli gereç Türkçe olduğuna göre bu dilin olanaklarını, varlığını sürdürmede yapılması gerekeni düşünebilirler.
Bence en büyük yanlışları diledikleri sözcüğü kullanmayı özgürlük sanmaları. Dili yozlaştırmanın özgürlükle ilgisi yoktur. Kullandıkları her sözcüğün Türkçesi var mıdır diye aramak bir bilinç işidir.
Ayrıca gelişen, değişen yaşam içinde doğan yeni düşüncelere, yeni buluşlara ad bulmak da öncelikle yazarın, ozanın, bilimcinin işi olmalıdır. Hazırı kullanarak yazıyorlar. Ne sözcük olarak ne kavram olarak yeni bir şey kattıklarını görmüyorum Türkçeye genç yazarların.
Dahası yeni sözcüklerle yazanları eskide kalan insanlar olarak görüyorlar. Çoğunun yazdıklarını okuyamıyorum artık. Hele tatsız tuzsuz şiirler geldiğinde önüme hiç heyecan duyamıyorum. Oysa iyi şiir, yeni şiir heyecanlandırmalıdır okuyanı.
Ve bağlacının Türkçede gereksiz olduğunu ilk söyleyen ben değilim. Nurullah Ataç daha 1951’de yazdığı Okuruma Mektuplar’da (1), Günce’de (2) söylüyor. Okuruma Mektuplar’da 2 Şubat 1951’de yazdığı Daldan Dala başlıklı yazısında on yıldır ve’yi kullanmadığını, günlük konuşmalarda da kullanmadığımızı söylüyor.
Burada hemen şunu belirteyim, kimi arkadaşlar ve’yi yabancı sözcük olduğu için kullanmadığımı sanıyorlar. Hayır, Türkçede gereksiz olduğu için kullanmıyorum.
Dilimizde artık bizim olan o denli çok yabancı sözcük var ki… Bu apayrı bir konu. Arı duru bir Türkçeyi yazarlar, ozanlar gelecek kuşaklara yazdıklarıyla taşıyacaklardır. Bu bakımdan genç arkadaşların da sorumluluğu vardır, büyüktür.
- Duygular, kavramlar, nesneler, tanıklıklar… Aslında yaşamda olan biten her şey Karakuş’un şiir yazmasına gerekçe olabiliyor. Barışın, sevginin, aşkın yüce değerlerinin varlığını izleksel olarak da duyumsuyoruz. Bunu “şaire esin veren kaynakların varsıllığı” olarak da anlayabilir miyiz?
Bana çoğunlukla nereden esinleniyorsunuz, diye soruyorlar. Yaşamdan diye yanıtlıyorum. Yaşam o denli zengin ki… Yalnız çok okuyan o esini yakalayabilir. Düşünmek, düş kurmak sözcüklerle, kavramlarla olabilir. Dağarında yüz-yüz elli sözcük olanın düşü de düşüncesi de o kadardır.
- Sokakların Dili’ni de yazıyorsun. Düşünce suçlularını, Mardinli Çocuğu, Başına çuval geçirilen askerlerimizi, Felluceli Çocuğu da…Elbette ateşi, yangını, Sivas Madımak’ı yaşayan bir şairsin. Ateş Mektupları’ndan da Şeytanminareleri’yle de sesleniyorsun okura.
Bellek şiirine başlarken dediğin gibi “ne zaman başımı yastığa koysam / şiirin ayak sesleri başlıyor”.
Şair duyarlılığı, sorumluluğu, işlevselliği bunu gerektiriyor olmalı. Bugün de söyleyeceklerin var, için dolu. Sözlerin yekinsin…
İnsan beyni okudukça, öğrendikçe sürekli çalışıyor. Ozanlar da hem yaşadıklarından, hem kendilerine yaşatılanlardan, hem başkalarının başından geçenlerden etkilenirler.
Dünyanın neresinde olursa olsun her insanın acısı, insanlığın esenliği, kıvancı ozanın yüreğine vurur. Üstelik istemeden vurur. Melih Cevdet’in Anı şiirinde söylediği gibi “Çaresiz geliyor aklıma.”
“‘TARİH BİZİZ’, GEZİ’NİN ŞİİRİDİR!”
- Umudun, sevginin, barışın, aşkın duru, yalın söyleminin yanında verili olana, baskıya, dayattırılana, ötekileştirilene karşı tepkini, kalkışmanı da duymamak olanaksız. Şair bu bağlamda nerede olmalı, nerede durmalı, nereye kadar gitmeli?
Önce yurdunun, ulusunun, insanlığın yanında, gerçeğin yanında durmalı. Şiirinde de romanında da duracağı yer toplumun, acı çeken, türlü sorunlarla kendi gibi boğuşan insanın yanıdır ozanın, yazarın, sanatçının yeri. Kısaca gerçeğin yanı…
- “Çakıl Taşı” kitabından seçtiğin “Tarih Biziz” şiirinde bilginin, bilimin aydınlığında tüm kötücül davranışlara karşı söz eylemini, direnişini duyumsatıyorsun bize. Bu bir öfke midir, kızgınlık mıdır? Yoksa “yalın, ince, derin” bir şairin toplumsal olaylar karşısındaki sesi, eylemi midir?
Elbette yanlışa, haksızlığa direnmenin, direnen insanın sesidir o şiir. Tarih Biziz, Çakıl Taşı’nda değil, sonradan yazıldığı için Kül Kahvesi’ne eklediğim bir şiirdir. Bu arada Çakıl Taşı, önümüzdeki aylarda Özel Coğrafya Dersleri adıyla Bilgi Yayınevi’nce yeni eklerle yayımlanacağını belirteyim.
- Kitabın giriş yazısında “şiirde nereye vardığımdan çok nereye varamadığımı bilmek isterim” diyerek okur eleştirilerini, önerilerini beklediğini yazıyorsun. Eleştiri ve öz eleştiri konusunda ne düşünüyorsun?
Şiire başladığım günden beri eleştiriyi önemsedim. Eleştiri de öz eleştiri de sanatın gelişmesinde, kendini yenilemesinde, yanlışa düşmemesinde çok önemlidir.
Bu konuyu anısı güzel Dursun Akçam’ın sözüyle daha güzel açıklayabilirim: Eleştiri bir dostluk işidir. Dostlar birbirlerini eleştirerek yardım edebilirler birbirlerine. Okurların eleştirileri de bu bakımdan son derece önemlidir. Hele onlarınki ön yargısız olacağından daha çok gereklidir.
En Çok Okunan Haberler
- Korgeneral Pekin'den çarpıcı yorum
- Köfteci Yusuf'tan gıda skandalı sonrası yeni hamle
- Colani’nin arabası
- Suriye'yi nasıl terk ettiğinin ayrıntıları ortaya çıktı!
- Petlas Yönetim Kurulu Üyesi Özcan, uçakta olay çıkardı
- Komutanları olumsuz görüş vermedi, görevlerinden oldu
- 148 bin metrekarelik alan daha!
- Petlas'tan o yönetici hakkında açıklama
- '100 yılda bir görülebilecek akımın başlangıcındayız'
- Milletvekilleri Genel Kurulu terk etti!