Kâmil Erdem: ‘Yolcu olmazsa yol da olmaz!’

Kâmil Erdem, 77 yapıtın değerlendirildiği ve Seçici Kurulu Hikmet Altınkaynak, Sezer Ateş Ayvaz, Seval Şahin, Mehmet Zaman Saçlıoğlu ve Murat Yalçın’dan oluşan 77’inci Yunus Nadi Öykü Ödülü’nü kazandığı Yok Yolcu (Sel Yayıncılık) adlı kitabında, yürüyen, yürürken tökezleyen ama yine devam eden insanların yaşamından izler sunuyor.

Yayınlanma: 03.11.2022 - 00:02
Abone Ol google-news

 

- Diğer iki kitabınızla birlikte üçüncü kitabınız Yok Yolcu, size altı yılda dördüncü ödülünüzü kazandırdı. Ne düşünüyorsunuz?

Ödüller kuşkusuz özendirici oluyor. Geçici olarak duygulanım yaşıyorum. Bulutlar daha renkli görünüyor. Ama ondan sonra bir yük sırtlanmış gibi oluyorum. Arkamı kollamaya başlıyorum. Şu sözcük o köşebaşında oturup kalmalı mıydı? Şu cümle ödülü lekeler mi gibi verimsiz bir dönem geçiriyorum.

Neyse ki çağın hızı imdada yetişiyor, hızla unutup ödülü filan, günlük olağan eytişime geçiyorum sözcüklerle ve yerli yerine oturuyor her şey.

- Yok Yolcu iki bölümden oluşuyor. Kitabı ortadan ikiye ayıran “Ayapera” bölümüyle ilk bölüm arasında biçemce değişikliklere rastlıyoruz. Bu izleği tercih etmenizin nedeni nedir?

Aslında her öykü biraz kendi biçeminini yaratıyor. Dolayısıyla biçemi ben değil, öykülerin kendileri tercih ediyorlar. Pera öyküleri daha çok orada yaşanmışlığın izlerini taşıyor. O öykülerdeki kahramanlar, tanışım, komşum, yoldaşım. Öyle olunca dümdüz kendilerini anlatmanın yollarını arıyorlar.

Pera denilen, kimilerince ucu cehenneme açılan bir dipsiz kuyudan sesleniyorlar. İlk bölümdeki öykülerde de biçem farkı, dediğim gibi öykünün direnmesiyle ortaya çıktı. Yani sanki başka türlü anlatılamazlardı.

- Ayapera’ya Ece Ayhan ile başlıyor ve birçok yazara sıkça göndermenizi görüyoruz.

Ece Ayhan sevdiğim bir şair. Pera tanımlaması da O’ndan mülhem. Aya Pera, İstanbul’un ötekisinin başkenti olarak da nitelenebilir. O yüzden pek çok yazar, şair Pera’dan geçmiştir. Pera’da dolaşırken de onları kimi göndermelerle anmamak mümkün değil.

- Yok Yolcu, yürüyen, yürürken tökezleyen ama yine devam eden, farklı koşullarda bu eylemi devam ettiren insanların anlatıldığı öyküler toplamı. Ve genellikle “devrimci”lerin anlatıldığı öyküler. Yürümek, ne olursa olsun yürümek devrimci bir eylem midir Yok Yolcu’da?

İlkokul öğretmenimiz atasözü diye bize belletmişti: Dağ ne kadar yüce olsa, yol dağın üstünden aşar. Lisedeyken patikalardan Palandöken’e tırmanırdık. Aklımda o söz. Sonraları, yolcu olmazsa, yolun da olmayacağını düşünmüştüm. Öyle ya, biz olmasak bu yollardan kim geçecek, bu dağları kim aşacak. Daha sonraları ise bu yol ve yolcu işi gitgide karmaşıklaştı.

Evet, yol almak (yürümek) devrimci bir eylem ama, sonunda yürüyenin ortadan kaybolması ya da hiçbir yere gidememesi (yok yolcu) söz konusu olabiliyor. O yüzden öyle savlardan uzak durmayı, her öykünün ayrı ayrı birçok katmana yönelmesini yeğlerim.

- Beni en çok etkileyen “Törensiz Bir Cenaze” öykünüz oldu Yaşamını yitiren bir ozan ve sessiz, mütevazı bir cenaze töreni. Bir ozan yalnızlığının gözler önüne serili hâli adeta. Tanıdık bir ozanın hikâyesi midir?

Evet, o ozan artık bir sır değil. En son Banu Yıldıran Genç, Geri Döndüğüm Yerler adlı kitabına da aldığı yazısında sözünü etmişti İzzet Yasar’ın. Ben 80’li yıllarda tanımıştım O’nu. Şiirlerini seviyordum. Sonra hiç görüşmedik. Uzaktan izliyordum. Enis Batur ve Ahmet Güntan’la yarattıkları Reşit İmrahor hoşluklarını falan biliyordum.

Sonra ne olduysa, başka safa geçtiğini duyurmuş. O saf ona hep kuşkulu davranmış, ayrıldığı saftakiler de üzüntülü ve yine kuşkulu. Kuşku girince insanın bir yerine, cam yüzeyler çatlıyor ve insanlar hem kendi içindeki, hem birlikte karşı karşıya durmak zorunda olduğu zemindeki bu çatlaklara yuvarlanıyor. Yalnız kalmak hüzünlüdür. Hayatta ve ölümde.

- Yoğun bir şekilde İstanbul’u hissediyor ve görüyoruz kitabınızda. Sokakları, mekânları… İstanbul, Yok Yolcu’nun neden bu kadar tam da göbeğinde?

İstanbul bir bakıma, akıldan çıkmayı reddeden bir askerlik arkadaşı gibidir bende. Eskiler askerlik arkadaşlarını, artık onlar çok uzakta da olsa, hatta hayatta olmasalar ya da hırt bir ucubeye dönüşmüş olsalar bile anlatıp dururlar ya, eh ben de “eskiler”den sayılırım.

Şaka bir yana içinde onca yıl yaşadığım “orta yeri sinema” olan, “kör bir kayıkçının cinayeti gördüğü” o “aziz İstanbul”a, biraz borçlu da hissediyorum kendimi.

- “Belirsizliğin” hâkim olduğu bir kitap Yok Yolcu. Bu belirsizliklerle okura ne mesaj veriyorsunuz?

“Belirsizlik”in olsa olsa üstünde durmuşumdur. Şu çağdaş dünyada sabit bir şey var mı? Her kavram, her önerme, her “bilimsel” sonuç ha bire yer değiştirip duruyor. Öyle hız kazandı ki bu yer değiştirmeler, iç boşalmaları, yeni anlam yüklemeler, yeni yan yana gelişler. Neyi raptetmek istesek, bir rüzgâr ile havalanıyor kısa süre sonra. Sabit kalmaya eğilimli insanı, yeni patikalar bulmaya çalışan bilmediğimiz yolcular sarsıyor. Belirsizlik değişime gider, iyidir.

KÂMİL ERDEM:

Kamil Erdem, 1945'te Erzurum'da doğdu, Erzurum Lisesi'ni bitirdi. Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nin Edebiyat ve Rus Dili ve Edebiyatı bölümlerinde okudu. 1980 sonrasında Tan Seçki'sinde ve Morköpük dergisinde öyküleri yayımlanan Erdem’in üç kitabı bulunuyor: Şu Yağmur Bir Yağsa (Sel Yayıncılık / 2016), Bir Kırık Segâh (Sel Yayıncılık / 2018 ), Yok Yolcu (Sel Yayıncılık / 2021).


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler