Yeni sergi açan Mehmet Aksoy son projelerini ilk kez Cumhuriyet’e anlattı
Uzun bir yolculuğun ardından, iki heykelin bizi karşıladığı bir kapıdan içeri doğru ilerliyoruz. Büyük heykellerin olduğu bahçenin yanından yuvarlak ama kendi tabiriyle “bokböceği” şeklindeki eve giriyoruz. Buluştuğumuz kişi heykeltıraş Mehmet Aksoy. Yaptığı heykellerle adından söz ettiren Aksoy’un evi bir müze gibi. Nereye baksanız kendisinin yaptığı eserlerle karşılaşıyorsunuz. Buluşmamızın amacı yeni sergisi üzerine bir sohbet.
Aksoy’un yakın zamanda “Şamanlar ve Mitler” sergisi, sanat yazarı İbrahim Karaoğlu’nun küratörlüğünde, Kuşadası Ada Modern Sanat Galerisi’nde açıldı. Sergide yaklaşık 20 yapıt yer alıyor. Serginin bir sonraki adresi yeni eserler eklenerek Ankara ve İstanbul olacak. Sergiyi, Şamanları ve Türkiye’yi konuştuğumuz Aksoy, aklı ve vicdanıyla bugünün cesur, aydınlık yüzlerinden biri.
TOPRAK ANA
Sergi yeni, konular eski. Siz uzun yıllardır mitler, mitoslar ve mitolojik hikâyeler üzerine çalışıyorsunuz? Bu serginin oluşum süreci nasıl gelişti?
Evet ben 90’lı yıllardan beri bu konular üzerine çalışıyorum. Onların insani yanlarını bulup günümüze aktarmaya çalışıyorum. Eski bir figürü bulup, günümüze nasıl aktarırım onun peşindeyim hep. İnsan doğa ilişkisi bugün, günümüzün, asrımızın en büyük çelişkisi olduğu için buna nasıl bir çare bulur, ne yapılabilir sanatsal ve sanatçı olarak!
Hangi figürü buldunuz?
Bu eski arkaik figürlerden Kibele’yi bulduk. Kibele’nin bizdeki Türkçe karşılığı “Toprak Ana” olarak aktarıldı.
O, doğanın koruyucusu, bereket, her şey onda var. Şehirlerin koruyucusu, Ay Tanrıçası aynı zamanda, çok önemli bir tanrıça! Bu öneminden dolayı aslında, bu arkaik toplumda ilkel, anaerkil toplumdan Zeus’a geçilince, erkek egemen toplumun geçişi Zeus ile başlıyor çünkü. Ve bu tür tanrıçalar hep ikinci sıraya atılmak isteniyor, ikinci sınıf gibi oluyor. Fakat bununla bir türlü baş edilemiyor. Çünkü Kibele’nin çok büyük bir etkinliği var halk arasında! Adı değişiyor, gene var oluyor, hep var. Anadolu’da Frigler bunu geliştiriyorlar. Frigya Vadisi’ne gittiğinizde bunu görebiliyorsunuz. Anadolu’da çok örnekleri var, çok heykeller çıktı. Milattan önceden bugünlere devamlı bir heykel serisi var. Böyle bir tanrıçayı ve arkaik figürü günümüze çekmek yani günümüzdeki insanın doğaya karşı düşman tavrını engellemek, biraz farkındalık yaratmak için böyle bir figürü kullandım.
Peki Şamanlar...
Şamanlar aslında bu işin tam felsefesini de yapıyorlar. Yani bir yaşam tarzına sokmuşlar. Şamanlarda, bir birey olarak değil, bir bütün olarak yaşamak önemlidir. Her şeyin ruhu var, ona göre saygı duymak gerekir. Havanın da ruhu olduğuna inanıyorlar ağacın, kuşun, solucanın da! Durup dururken bunları yok edemezsin, öldüremezsin. Böyle bir doğayla barışık iç içe, birlikte, bu “ile felsefesinin” ilk başlangıcını Şamanlarda görüyorum ben.
TANRI ÜLGEN...
Sizin böyle bir hayaliniz var. Daha devam edecek bu heykeller o zaman.
Onu gökyüzüne, Tanrı Ülgen’e doğru götürüyor. Evet bu konuda bir sürü heykellerim var, Tanrı Ülgen’e doğru diye! Şamanların bir de sağaltma yanı var. O topladığı enerjiyle insanlara dokunarak nerede, ne hastalığı var bilebiliyor. Çok büyük Şamanlar hastalığı düzeltebiliyorlar, bir ağrıyı dışarı çıkarabiliyorlar. Günümüzde de tam tersi! Teknoloji, insanlık endüstriyel bir ilerleme kat ediyor, Ay’a gidiyoruz, cep telefonuyla konuşuyoruz, yani inanılmaz bir şey, doğadaki enerjiyi kullanabiliyoruz.
İnsan kibirlenmeye başladı gibi geliyor bana, her şeyi yaparız, uçuyoruz, her yere gidiyoruz. Dağları deviririz, dağları yok ederiz. Şimdi bu kibir, düşmanlığa başladı ve bunun dibinde de para var tabii.
KİBRİN DÜŞÜŞÜ
Kibrin nereden başladığı önemli!
Yukarıdakiler artık para hırsından dolayı o kadar kibirli ki İkarus gibi! Ben uçuyorum, güneşe de uçarım hikâyesi! Kanatların erir, düşersin aşağı tepetaklak olursun. İşte İkarus mesela bir figür, kibrin düşüşü gibi! Bugün mesela AKP’nin, Erdoğan’ın kibrine bak! Bir yerden bir yere 200-300 arabayla gidiliyor. Kibrin düşüşü olacak, kibir çekecek aşağı. Bu böyle bir şeydir, bunun önüne geçilmez. Ne kadar aşağı durursan o kadar yükselirsin ve bakın tanınmış insanlara, hiç kibirli değiller. Hep aşağıdan konuşuyorlar ve hiç kibir yok ve onları biz yükseltiyoruz. Biz yükseltiriz, kendi kendini yükseltemezsin. Sen, “Ben yukarıdayım bana bakın be hey küçük insanlar” falan böyle yapamazsın. İnsanların bu kibrinden dolayı, doğa intikam alır.
IŞIĞI YONTUYORUZ...
Bir heykelde en önemli olan nedir?
Işıktır. Her türlü malzemeyi kullanabiliyorsunuz ama ışık bizim baş tacımız. Form dediğimiz şey, ışık hamalları, ışığın hamalı! O formların üstünde dolaşan, “nasıl ışık dolaşsın”ı için form oluyor. Tersini düşünürüz, aslında biz kütleyi yontuyoruz gibi düşünürdük. Kütleyi değil ışığı yontuyoruz, benim kendi kendime bulduğum, geldiğim yer “ışığı yontuyoruz” oldu. Çünkü bir ışık organizasyonu her şey! Düşünün, bir heykeli koyuyorsunuz güneşe, sabahtan akşama kadar, onun üstünde değişen ışık senfonisini düşünün. Ve size oradan aktarılan bir duyguyu düşünün. Orada gerçekten ışığın geliş açısına göre değişen formlar oluyor ve siz bunu idare etmek zorundasınız. Heykeltıraşın zorluğu bu! Üç boyutlu, etrafını dolaşabiliyorsun ve ışık her tarafından geliyor ve değişik açılarda gelebiliyor. Bu açılara göre ışığı yönetmek, iş o zaman ne oldu, ışık oldu. O zaman şunu diyebiliyorsun: “Ben kütleyi değil ışığı yontuyorum.”
EVİMİ MÜZE YAPACAĞIM!
Evinizi müze yapmayı düşünüyor musunuz?
Aslında şu an beni meşgul eden en önemli iki konudan biri buranın müze olması. Çalışmalara başladım. Burayı müze yapıp buradan çıkacağım. Buraya gelip, yani yaşamım boyunca burada çalışacağım ama kalmayacağım.
HATAY’DA MEZAR TAŞI HEYKELİ!
Beni meşgul eden iki konu dediniz, diğer konu nedir?
Antakya Deprem Anıtı... Anıt için eskizler yaptım. İnisiyatifler kuruluyor, insanlarla görüşüyorum Antakya’da!
Bu çok heyecan verici. Bu heykel bize ne anlatacak!
O heykel bir kere adlı, adsız tüm ölenlerin, bir mezar taşı olacak. Orada on binlerce kişi adsız, isimsiz gitti. Toplu mezar, kepçelerle gömüldüler. Bu çok acı bir şey! Çocuklar kayıp! “Yok, kayıp değil” deniyor. Bu kadar laubalilik olabilir mi ya! İnsanlar soruyor benim çocuğum nerede? Antakya’ya bir gitseniz, bir ölü şehir nasıl olur, doğa nasıl duman eder, gücünü görüyorsunuz. Doğa buraya ev yapma diyor sana! Yapma, yapılıyor. Bizim konumuz aynı konu doğa, insan ve şu laf çok doğru bir laf: Deprem öldürmez, bina öldürür, yaptığın şey öldürür. Kâr amacıyla şu anda yine başlamışlar. TOKİ başlamış. Bir plan olsun, bir şehircilerle oturun, dünyadan insanlar çağırın. Fırsatınız var yanlış bir şey yapılmış, büyük bedel ödendi, bu kadar insan öldü. İyi bir şey yapın. Bu konuda kafa yorulsun, yarışmalar açılsın. Gizli saklı çat çat binalar yapılmaya başlandı. Bu çok kötü bir tavır, insana yakışmayan bir tavır, insani değil. İnsanlar evlerine giremediler, yıkılmış evlerine giremediler, yasak kondu.
En Çok Okunan Haberler
- Suriyeliler memleketine gidiyor
- Marmaray'da seferler durduruldu!
- İlber Ortaylı canlı yayını terk etti!
- Yaş sınırlaması Meclis’te
- ATM'lerde 20 gün sonra yeni dönem başlıyor
- Erdoğan'dan flaş 'Suriyeliler' açıklaması
- Lütfü Savaş CHP'den ihraç edildi
- İBB, Bilal Erdoğan dönemindeki taşınmazları geri aldı
- Suriye’de şeriatın sesleri!
- 'Onun ne olduğunu iyi biliyoruz'