Hayat ağaçları ölüyor

“Gezegende çok korkunç bir bitkinin tohumları sarmış ortalığı. Baobab tohumlarıymış bunlar. Toprağın içi bunlarla doluymuş. Fark etmekte biraz geciktiniz mi, iş işten geçer, bir daha onlardan kurtuluş olmazmış. Bütün gezegeni sararlar, kökleriyle de içten içe sıkıca kavrarlarmış. Eğer bir de gezegen küçücük, baobab tohumları da çok sayıdaysa işte o zaman parçalanıverirmiş gezegencik...”

Yayınlanma: 11.09.2022 - 05:00
Hayat ağaçları ölüyor
Abone Ol google-news

Bir çoğumuz baobap ağacının varlığından Antoine de Saint-Exupéry’in “Küçük Prens” adlı kitabı sayesinde haberdar olduk. Küçük Prens’teki baobab metaforununda küçük kahramanımız “iyi” tohumlara bakıp sularken “kötü” tohumları ise gezegeninden koparıp atardı. Kötü tohumlar baobab tohumlarıydı. Gül çalı tohumları iyi olan tohumlardı. Baobab sadece bir korku tohumu değil, aynı zamanda kötülük tohumu da olabilirdi. Eğer kalbimizde baobab ağacı tohumuna rastlarsak onu henüz dal budak vermeden kökünden sökmeliydik. Çünkü bu ağaç tohumlarından korku, güvensizlik, hile ve öfke yeşerirdi. Kimi edebiyat eleştirmenlerine göre baobabların başka bir karanlık anlamı daha olabilirdi. Saint-Exupéry’nin İkinci Dünya Savaşı’nda Nazilere karşı savaştığını ve Küçük Prens’i yazdığı sıralarda, Nazizmin Kıta Avrupası’nda tohumlarının yeşermeye başladığı zamana denk geldiğini düşünürsek bunun doğru bir tespit olduğunu var sayabiliriz.

BAOBAB EFSANELERİ

Güney Afrika, Zimbabve, Zambiya ve Madagaskar gibi ülkelerde yetişen Afrika baobabı, 40 metreye kadar ulaşan devasa boyutu, 12 tona kadar su depolayabilen kalın gövdesi, 3 bin yıla varan yaşam süresi, gövdesine oranla küçük dal ve yaprakları ile tuhaf görünüme sahip olduklarından Sahraaltı Afrika yerlilerince “lanetli ağaç” olarak tanımlanırdı. Afrika mitolojisinde de önemli bir yere sahipti baobap ağaçları... Zambezi nehri kıyısında yaşayan yerliler genç baobab ağaçlarının kibirlerinin tanrıları kızdırdığını, bunun üzerine tanrıların da ceza olarak ağaçları kökleri havada asılı kalacak şekilde baş aşağı döndürdüklerini düşünmüş. Her kim ki kötü ruhların koruduğu baobap ağaçlarının beyaz çiçeklerini koparırsa aslanlara yem olurmuş. Baobab ağacının tohumlarının bekletildiği suyu içen bebelere timsahlar musallat olmazmış. Beyaz adam kıtaya ayak basmadan önce ise yerlilerin tapındığı piton yılanı, devasa baobap ağacını gövdesini mesken tutmuş. Piton; yerlilerin yağmur dualarına, ekin bereketine, verimli av için yapılan tüm dualarına iyilikle karşılık verirmiş. Piton ile karşılaşan ilk beyaz adam, korkuya kapılmış ve tetiği çekmiş. Yerlilerin koruyucusu yılanın öldürülmesi asırlar sürecek felaketlerin fitilini ateşlemiş. Yerliler, ıssız savana gecelerinde devasa baobap ağacından hâlâ tıslama sesleri geldiğini rivayet edermiş. Güney Afrika buşmanları ise (bushman) Tanrı Tora’nın bahçesinde yetişen baobab ağacını sevmediğini ve kökünden söküp cennetin duvarından dünyaya attığını, dünyaya baş aşağıya düşen ağacın büyümeye devam ettiğine inanırmış. Tepetaklak olmasının nedenini bir başka Afrika miti şöyle açıklıyor: Afrika yaratılış mitine göre Tanrı, her hayvana bir ağaç vermiş. En sona kalan sırtlana ise baobab ağacı düşmüş. Bu karara içerleyen sırtlan, onu kökünden fırlatıp atınca da ağaç, tepetaklak yere düşmüş. Jerzy Kosinski, Şeytan Ağacı kitabında ise baobabla ilgili bir başka Afrika mitinden söz eder: Baobab bin yaşında demek, Afrika yerlileri, ağacın hayatın kökü olduğuna, ilk insanın doğuşuna tanık olduğuna inanır. Yerliler lanetli ağaç yerine “şeytan ağacı” der baobaba. Rivayete göre; Şeytan, bu ağacın dallarına takılır, sonra cezalandırmak için onu baş aşağı eder. Şimdi dallar olan kısım aslında köklerdir. Bir daha baobab yetişmesin diye Şeytan, tüm genç fideleri imha etmiştir. Yerliler bu yüzden dünyada yalnızca yetişkin baobab ağaçlarının kaldığını söyler.

ÇEVRESİNE CAN SUYU

Afrika mitolojisine ve Küçük Prens’e bakılırsa; baobab ağaçları pek de makbul sayılmayan ağaçlar. Ancak bir kere baobab ağacı görseniz, muhteşemliği karşısında donup kalabilirsiniz. Baobablar evrimsel süreçte aşırı kuraklık ve zor çevresel şartlara sıra dışı adaptasyon yeteneği geliştirdiklerinden en zor günlerde çevredeki canlılara gövdesi ile can suyu olmuş, C vitamin zengini meyveleri ile açlıklarına çare bulmuştur. Yapılan araştırmalara göre baobab ağaçlarına yakın yerlerde yaşayan kadınların doğum oranlarının, yaşamayanlara oranla daha fazla olduğu kanıtlanmış. Bu bölgede yaşayan kadınların hamilelik dönemlerinde bolca baobab meyvesi yediğini ve ağacın yapraklarını kaynatıp içtikleri gözlemlenmiş. Baobab ağaçları kendi ekosistemlerini yaratır. Kuşlar dallarına yuva yapar, babunlar meyvelerini yer, bushbabyler, ağaç yarasaları nektarlarını içer ve filler dallarını yer. Zordur baobab ağacını öldürmek. Ta ki içten çürümüş bir baobab incecik rüzgâr esintisi ile kimseciklere hissettirmeden birden bire yerle bir olana kadar. Yerlilere göre ansızın ortadan kaybolup, sırra kadem basarlar. Afrika yerli kültüründe, baobapların çoğunun kendi adı da vardır ve öldüklerinde cenaze töreni düzenlenir. Bu yüzden lanetli ağaç olarak anılması yerine “hayat ağacı” olarak denilmesi çok daha doğru olur.

Ne yazık ki dünyanın en bilge ve belki de en hakkı yenmiş ağacı olan baobablar, Antroposen çağda birer birer gezegenimizin yüzeyinden silinmeye başladı. Afrika’nın hayat ağaçları; küresel ısınma, arazi açma çalışmaları, kuraklık veya tohumlarının yayılmasını sağlayan kimi hayvanların soyunun tükenmiş olması nedeniyle maalesef birer birer ölüyor. Neredeyse hiç sera gazı üretmeyen Afrika kıtası ise dünyanın geri kalanının neden olduğu küresel iklim değişikliği etkilerinden dolayı, en köklü sakinlerinin bedel ödemesine çaresizce tanıklık etmek zorunda kalıyor.

[email protected]


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler