Çok ilginç bir kitaplık

01 Kasım 2022 Salı

Erol Manisalı öldü. Bilinen, beklenen bir ölümdü birkaç yıldır kanserle boğuşuyordu.

Bu illetle boğuşmanın ne demek olduğunu yakından izlemiş biri olarak onu uzaktan izliyor, kilo kaybını görüyor, teslim olmamasına, direnmesine saygıyla tanıklık ediyordum.

Üniversite öğretim üyelerinin kariyerleri iki yönlüdür. Onlar hem araştırmacı bilim adamlarıdırlar hem de öğretmen. Bazen bilimadamlığından nasibini hiç almamış öğretim üyeleriyle karşılaşmak mümkün, bazen de bilimadamı olarak dört dörtlük olan ama öğretmen yanı gelişmemiş olan profesörler çıkar karşınıza, profesörler arasında da öğretmen yanı çok gelişmiş kimselere rastlayabilirsiniz.

Erol Manisalı da Rona Aybay gibi bunlar arasındaydı. Bu tür hocaların özellikle asistanlık yıllarına rast gelirseniz, eşsiz hocalar ve arkadaşlar edinmek imkânı da bulursunuz.

Bunlar, aynı zamanda, hiçbir konuya “Bana ne” demeyip her şeyden kendilerini sorumlu gören toplumcu aydınlar olduklarından, meslek basamaklarını şöyle tırmanırlar: asistan, doktor, doçent, profesör, ord. (ordinaryüs), mah. (mahpusta).

***

Son zamanlarda ord. unvanı artık kalktı, şimdilerde mah. prof. daha çok geçerli.

Mah. prof.luğa, eskiden daha ziyade asistanlık, döneminde rastlanırken günümüzde akademik kariyerin her kademesinde yayılmış, profesörlük basamağının ileri yaşlarında da karşlaşılır bir uygulama oldu.

Erol Manisalı mah. prof.luk dönemini (konusu Ergenekon) ileri yaşlarda Cüppeli Vesayet Rejimini’nin Silivri Yerleşkesi’nde tamamladığından ve günümüz generalleri ve mah. amiralleri gibi o aşamayı daha da mihnetli geçirdi.

Aydın kişilerin toplumdan kopuk olmamasında hapishanelerin çok önemli bir payı vardır.

Ülke gerçeğinin bu yönünü bilen biri olarak, cumhurbaşkanının son Diyarbakır turnesinde, dile getirdiği kentin ünlü hapishanesinin müze olması (bence yalnız müze değil hem de kültür merkezi olmalı) düşüncesini çok olumlu buldum. Kültür sanat yaşamında hapishanenin büyük yer tuttuğu bir ülkeye böylesi uygulama çok yakışır.

***

12 Eylül döneminde, benim de düşün ve sanat yaşamımızda çok katkısı bulunan hapishanelerimizde ve bir de ancak bilimkurgu kitaplarında görülen çok kendine özgü eşsiz bir kitaplığım vardı.

Böyle bir kitaplığa ilk kez Amerikalı bilim kurgu yazarı Ray Bradbury’nin filme de alınmış Fahrenheit 451 adlı yapıtında rastladım. Gelecek zamanda bilinmeyen bir ülkede geçen, kitap okumanın yasak olduğu ve yakalanan kitapların sahipleri hapse atılırken eserlerin de devletin itfaiyecileri tarafından yakıldığı eserin en sonunda kendisi de kitap okurları safına geçen Guy’ı bir ormana götürürler. Ormanda birtakım adamlar birilerine bir şeyler anlatmakta onlar bunu kendi kendilerine tekrarlamaktadırlar. Ne olduğunu anlamayan Guy’a durumu açıklarlar. Kitapların yanarak yok edilmesini önlemek için yapıtlar insanlara ezberletilmekte böylece bir insan bir kitap ya da bir kitap bir insan olarak unutulmaktan kurtulmaktadır. Çevreden geçenleri de takdim ederler: Dante’nin Cehennem’i, Makyavelli’nin Prens’i...

***

1985 yılında Sağmalcılar’dan Samim Lütfü takma adıyla Cumhuriyet’e haftanın üç günü yazmaya başladım.

Zorlanıyordum. Çünkü içeride ne ansiklopedi var ne de bilgisayar kullanmamıza izin veriyorlar. Ben de Bradbury’ninki gibi her biri kendi dalında uzman olan arkadaşlarımdan kütüphanemi kuruyor ve sorunu onlarla çözüyorum.

Doğrusu ya sohbetlerimiz sırasında Erol Manisalı’ya içerideki başvuru kaynaklarının kimler olduğunu sormak gelmedi.

Ölüm acı, ölüm hüzünlü...

Erol Hoca’yı yolcu ederken fark ettiyseniz acı da hüzün de yok.

Ölümü yenmemiz mümkün değil, bari yasımızı gömelim.

Güle oynaya yaşayan, güle oynaya direnen Erol Manisalı’ya da yas yakışmazdı zaten.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İyi insan 19 Mart 2024
Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları