Don Kişot ‘fatihler!’

17 Temmuz 2020 Cuma

Öyle bir sorun ki neresinden tutsan elinde kalıyor, öyle bir yanlışlıklar komedyası ki neresinden baksan bön bön sırıtıyor.

Ayasofya’nın müze olmaktan çıkarılıp tekrar cami olmasından söz ediyorum. Bilindiği üzere, Ayasofya’nın bir bölümü zaten ibadete açıktı ve orada namaz kılınıyordu.

Bu görkemli ve kutsal yapının müze olmaktan çıkarılması Danıştay 10. Dairesi’nin kararıyla oldu.

Doğrusu bu noktaya nasıl gelindiğini anlamak zordur.

Çünkü Danıştay 10. Dairesi’nin daha önce Ayasofya’nın ne şekilde kullanılacağının, yürütmenin yetkisinde olduğunu belirterek camiye çevrilmesi talebini reddeden bir kararı vardı.

Aradan geçen zamanda ne olmuştur da “Gidin, sorununuzu yürütme ile çözün!” diyen 10. Daire, caminin müzeye dönüştürülmesi hakkındaki T.C. Bakanlar Kurulu’nun 24 Kasım 1934 tarihli kararını, dava açma süresinin bitiminin üstünden 85 yıl geçtikten sonra iptal ederek camiye dönüş kararını vererek T.C’de Cumhuriyet hukukunun değil, Osmanlı hukukunun geçerli olduğunu ilan edebilmiştir?

Herkesin bildiği husus, bu konuda Tayyip Erdoğan’ın camiye dönüş arzusunu dile getirdiği açıklamasıyla talimat vermiş olduğudur.

***

Talimat olayından 15 ay önce, Ayasofya’da namaz kılınması (zaten kılınıyordu da maksat tümüyle camiye çevirtmekti) taleplerini, “Önce cuma namazları dışında Sultanahmet’i doldurun da...” yanıtını verip “oyuna gelmeyeceğini” açıklayan Tayyip Bey, böyle bir dönüşe neden ihtiyaç duymuştu?

İktidarın her alandaki yanlış politikalarıyla Türkiye’yi bugün içinde bulunduğu çıkmaza saplandırdığı için karşı karşıya bulunduğu oy kaybı trendini aşmak amacıyla Erdoğan’ın umarsızlıkla, bir de Ayasofya kartını oynamaya karar vermiş olması, kamuoyunun büyük çoğunluğunun paylaştığı olasılıktır.

Kısacası Ayasofya olayının hukuk açısından açıklanması imkânsızdır. Olayın özü politik açıdan sıkışmış olan Erdoğan’ın din kartını oynaması ve bu hususta kendisine bağlı olan yargıya verdiği talimatla, Danıştay’ın kendi kararlarını, yasaları, hukukun gereklerini hiçe saymasıdır.

Olayın politik yanını irdelerken AKP’nin ve siyasal İslamın Atatürk ile hesaplaşma tutkusunu da unutmamak gerek. Bu hesaplaşmada Atatürk’ü ihanet ile suçlayabilecek kadar ileri giden şaşkın iktidarın bu davranışı karşısında CHP’nin yeteri sertlikte bir tepki koyamaması endişe vericidir. Erdoğan’ın kutsal kalkanı arkasına sığınarak yaptığı saldırılar karşısında “aman bizi dinsiz sanmasınlar” diyen çekingen tutum, bugüne kadar CHP’ye bir şey kazandırmadı. Bundan sonra da kazandıracağı yok. Atatürk’e bu büyük saldırıya CHP’nin dinsel bir konuda Millet İttifakı’nın diğer üyesi ve potansiyel ortaklarla sorun çıkmasın diye, yeterli sertlikte tepki vermemesi aleyhine olur.

***

Bu hengâme içinde olup bitene sağlıklı yaklaşabilmek, ancak olaylara kendi zamanının gözlükleriyle bakmakla mümkündür.

Fatih, 1453 yılında, kilise olan Ayasofya’yı cami yaptı. Zamanın anlayışı, fatihin kılıç hakkı olarak ona bu yetkiyi veriyordu. Onu kullandı.

Ayasofya’yı cami yapmayıp da yıksaydı daha mı iyiydi?

Atatürk, 1934 yılında Ayasofya’yı müze haline getirip insanlığın ortak eseri olarak ilan ederek, kendi zamanının kılıç hakkını çoktan geride bırakmış olan o günkü değerlerinin, düşünceye, inançlara saygılı, laik dünya görüşünün en gelişmiş davranışlarından birinin örneğini sunuyordu.

Fatih, 1453 yılında Ayasofya’yı cami yaparken “fatihin kılıç hakkını” kullanıyordu.

2020’de Ayasofya, cami ilan edilirken artık fatihin kılıç hakkı tarihe karışmıştı.

Fetihler dönemi tarihe karıştıktan çok sonra kendilerini hâlâ fatih sayan 21. yüzyıl Don Kişot’larının bu gerçeği görememeleri hem komiktir hem de hazin. 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İyi insan 19 Mart 2024
Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları