Erdener Yurtcan

Balbay Kararının Hatırlattıkları…

12 Aralık 2013 Perşembe

Tutuklama kavramı ne kadar öne çıktı ülkemizde ve rahatsızlıklar doğurdu. Başta “Silivri davaları” olmak üzere, öteki önemli davalarda tutukluluk süreleri, tutuklamadan doğan haksızlıklar, tutuklamada makul süre, tutuklama nedenleri gündemi meşgul etti. Daha uzun süre bu kavramlarla Türk hukukçusu uğraşacak, öyle anlaşılıyor.
2010 anayasa değişikliğinde Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) bireysel başvuru hakkı düzenlendiğinde, bu konunun nasıl ele alınacağı, AYM’deki mekanizmanın nasıl işleyeceği konularında tereddütler vardı. Bunları elbette sakin biçimde karşılamak ve çıkabilecek sorunların üstesinden gelmek gerekiyordu. Konu o denli hassastı ki, bir yanda savcılıklar ve mahkemeler, buralarda görülen davalar, öte yanda bu organların uyguladıkları süreçte temel noktayı oluşturan hak ve özgürlüklerin ihlal edilip edilmediği hususunun çok ince bir terazide tartılması.
Gerekli yasal düzenleme de yapıldıktan sonra AYM’ye başvurular başladı. Yüksek Mahkeme’nin bu konularda vereceği kararlarla yakacağı ışıklar ülkenin hak ve özgürlükler platformundaki yerini belirleyecekti. Bu konuda çarpıcı örnek Balbay kararı oldu.AYM iki noktada çok sağlam hukuki tespitler yaptı. Tutukluluk makul süreyi aşmamalıdır. Ayrıca tutukluluk bir milletvekilinin bu görevini yapmasını engellememelidir. Karar Silivri’de ele alındı ve sonuç açıklandı: Balbay’a özgürlük. Hani Alman köylüsü, Berlin’de mahkemeler var, demiş ya geçmişte... Bu karar da bizde bunun Ankara versiyonu oldu ve pek de güzel oldu. AYM kararından sonra bu kararla ilgili olarak bazı tartışmalar yaratıldı. Fakat bunların hiçbir hukuki temeli yoktu.
AYM kararını hangi mahkeme değerlendirecek ekseninde kafa karıştırmaya ne gerek vardı ki. Silivri Mahkemesi Ergenekon davasında hüküm vermişti, Balbay’ı mahkûm etmişti. Fakat dosya henüz bu mahkemedeydi, çünkü gerekçeli karar yazılmamıştı. Elbette yetki bu mahkemedeydi. Ülkemizde konu hukuk olunca, hukukçuların konuşmaları ve yol göstermeleri gerekmez mi? Gerekir elbet. Ama bizde öyle değil. Hele ceza yargılaması ülkenin en önemli kavramı olduktan sonra, herkes hukukçu kesildi ve akıl vermeye kalktı. Bu temel bir yanlıştır.
Söz konusu olayda, açıp Türk ceza yargılaması sisteminin temel yasası olan CMK’nin (Ceza Muhakemesi Kanunu) 104/son maddesi okunsa, orada ancak dosya Yargıtay’a geldikten sonra Yüksek Mahkeme’nin tutuklama konusunda yetkili olduğu görülür.
Balbay kararı ile iş tabii ki bitmedi. Sırada bekleyen başka milletvekilleri var. Bunların bir kısmı tutuklu. Bir de kesin hüküm giymiş bir milletvekili var. Tutuklular için Balbay kararı emsal olmalıdır; hukukun gereği budur. Bu konuda AYM’ye başvuruya bile gerek yoktur. Kesin hükümlü milletvekilinin de anayasa gereği TBMM’de görev yapması, bu kesin hükmün dönem sonuna kadar askıya alınması gerekir.
Tutuklama konusuyla bağlantılı bir başka konu daha var ülke gündemine taşınması gereken. Konu şudur: AYM oldukça yakın bir tarihte tutuklulukta süre sorununu ele aldığı kararında, tavan süreyi beş yıl olarak belirledi. Fakat kararın son bölümünde, bu süreyi on yıl olarak öngören hükmü kaldırmasına rağmen, bu kararın uygulanmasını bir yıl geriye bıraktı. Bu hukuken hatalı oldu, çünkü AYM verdiği kararla istisnayı kaldırmıştı, kural duruyordu. Bu durumda yeni bir düzenlemeye gerek yoktu. Ama mahkemeler bu ertelemeye dayanarak tahliye kararları vermediler.
Bu sonuç ne yazık ki bugüne kadar, terim yerindeyse, rafta bekliyor. Bu konuda başta AKP olmak üzere siyasal partiler tavır alırlarsa bu sorun da çözülür. “Tutuklama vadisi”nde özgürlük rüzgârları eser. Konu o kadar basit ki. Ortaya konulacak olan tavırla, tutuklama sürelerinde tavan sürenin beş yıl olacağı açıklanacak, güneş doğacaktır.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İçimden Geldiği Gibi... 19 Aralık 2013

Günün Köşe Yazıları