Demokrasi daralıyor süreç faşizme evriliyor

Liberal demokrasinin istikrarı, verimli işleyen bir “güçler ayrılığının”, “ikili yapı” (seçilmişler ve atamışlar) ve “bağımsız” bir medyanın gözetiminde, “çokluğun” iradesinin, hakların ve özgürlüklerin anayasada belirlenmiş sınırların içinde tutulmasına bağlıdır.

Yayınlanma: 14.09.2022 - 04:00
Demokrasi daralıyor süreç faşizme evriliyor
Abone Ol google-news

Dizimizin ilk bölümünde, liberal demokrasinin “liberal” yanının “demokratik” yanıyla, “serbestliklerin” (liberty) “demokrasiyle” uyuşmadığına, “demokrasinin serbestlikleri boğmaya başladığına” ilişkin bir korkuya işaret etmiş, demokrasinin geleceğine ilişkin kimi tartışmaları aktarmıştım.

KAVRAMIN İKİ BOYUTU

Kültür endüstrisi, liberal demokrasiyi, insanlığın siyasi toplumsal gelişmesinin son durağı (Fukuyama), bütün ülkelerin, bütün sınıfların, bireylerin arzulaması gereken rejim olarak sunuyor. Liberal demokrasi sık sık, ABD hegemonyasının, “düzenleyici ilkesi” konumuna da yükselebiliyor. Demokrasi üzerine konuşurken Atina gibi Yunan sitelerinin özgür ve eşit vatandaşlarının (köleler ve kadınlar dışında) doğrudan (temsili olmayan) seçimler yoluyla öz yönetimi olduğunu anımsayarak o ünlü “Kimin için” sorusunu sormak gerekiyor. Bugün eşitlik ve özgürlüğün, kapitalist üretim tarzında aldığı biçime göre şekillenmiş bir demokrasiden söz ediyoruz. Bu bağlamda demokrasi kavramı hem bir devlet biçimini betimliyor ve cumhuriyet kavramı ile var oluyor hem de kapitalist toplumda, bireysel özgürlüklerin ve hakların “konuşulabilir olanın” sınırlarının genişlemesine veya daralmasına ilişkin bir süreç olarak karşımıza çıkıyor. 

Birincisinde, bir devlet biçimi olarak demokrasiyi, kapitalizmi aşan bir komünist süreçte giderek devletle birlikte yok olmak bekliyor. İkincisinde, demokrasi, hakların ve özgürlüklerin, “konuşulabilir olanın” sınırlarının genişlemesi süreci olarak ilerledikçe, kapitalizmin koyduğu sınırları aşmaya, kapitalist sınıflar da o sınırları, “özgürlükler” karşısında “serbestliği” (liberty) korumak için davranmaya başlıyor.

Birinci boyut, 20. yüzyılın ilk yıllarındakinden farklı olarak, bugün yalnızca geleceğe ilişkin bir arzu olarak var, bu yazıdaki tartışmaların dışında kalıyor. 

İkinci boyut ise yaşamsal düzeyde güncel. Hakların, özgürlüklerin, “konuşulabilir olanın” sınırları, günümüzde, hemen her yerde, işçi sınıfının uzun mücadeleler içinde elde ettiği kazanımları, etnik-dini toplulukların, LGBTQ+ bireylerin “çoğunluğunkinden” farklı yaşam tarzlarını tehdit edecek düzeyde sert pazarlıkların konusudur. 

HAKLAR VE ÖZGÜRLÜKLER

Feodal düzen dağılırken doğan kapitalist sınıfın öz yönetim taleplerinin ürünü olarak şekillenen liberal demokrasinin dört kanaldan ilerlediğini söyleyebiliriz.

Birincisi, kralın/sultanın ve ruhban sınıfının devletinin, yeni sınıfın haklarına ve özgürlüklerine, arzularına karışma yollarını tıkamaya, giderek din ve devlet-hukuk işlerini birbirinden ayırmaya, “konuşulabilir olanın” sınırlarını yeniden çizmeye ilişkindi. Bu, sarayın, ruhban sınıfının haklarının ve özgürlüklerinin kısıtlanması, kapitalist sınıfın özgürlüklerinin genişlemesi, “konuşulabilir olanın” bilimsel ve seküler olanı kapsamaya, basının ve yayımcılığın, eleştirinin konularının devletten ve dini otoriteden bağımsızlaşarak özgürleşmeye başlaması demekti: Bunu laiklik olarak tanımlıyoruz.

İkincisi, kapitalist sınıf bireysel mülkiyeti “yüce”, dokunulmaz nesne konumuna yükseltirken yeni sınıfın bireylerinin, aile, cinsellik, eğitim gibi yaşam alanlarını yeniden düzenliyor, piyasa ilişkisi, kralın ve genel olarak devletin müdahalelerinden kurtarılıyordu. Bunu da “serbestlik” olarak tanımlıyoruz. 

Üçüncü kanal, siyasi ve dini otoritenin baskısından kurtularak “özgürleşmeye” başlayan bireylerin, emekçilerin ve kadınların oluşturacağı bir “çokluğun” iradesinin doğrudan ya da seçimler yoluyla yaratabileceği risklerden kaynaklanan bir “çoğunluk” korkusuyla ilgiliydi: Özel mülkiyet, serbest piyasa düzeni (serbestlik) “çokluğun” doğrudan ya da seçimlerde ifadesini bulan taleplerinden “korunmalıydı”. Liberal demokraside, haklara ve özgürlüklere, “konuşulabileceklerin sınırlarına” ilişkin pazarlıklar, kapitalist sınıfın gereksinimlerine endeksliydi; diğer sınıfların ve tabakaların, kadınların özgün hakları ve özgürlükleri, sesleri, bu pazarlık alanının dışında kalıyordu. Liberal demokrasi daha başından, “çokluğun” özgürlüklerini sınırlama kaygısıyla birlikte gelişti.

LİBERAL DEMOKRASİNİN İSTİKRARI

Bu amaçla, genel seçimlere katılım, daha mülk sahiplerini, erkekleri aşarak tüm vatandaşları kapsayacak biçimde genişlemeden, seçimlerin olası etkileri bir anayasa ile sınırlandı. Anayasa, düzenin kalıcı ilkelerini belirlerken “çokluğu” temsilen seçilecek olanların hareket alanını da sınırlıyordu. Temsilciler meclisi ve kurulacak hükümetlerin günlük yasama ve yürütme faaliyetleri, Platon’un “Cumhuriyet” kitabında betimlediği “koruyuculara” benzer, eğitilmiş bir sivil-askeri bürokrasi ve uzmanlardan oluşan bir yargı sistemi tarafından denetlenecekti. Bu devlet ve yargı bürokrasisi kapitalist bireylere, siyasi partilere eşit mesafede duracak, tarafsız” kalacak, elini “akçeli işlere” bulaştırmayacak, görevini ekonomik kazanç için kullanmayacak, popüler deyişle “yolsuzluk” yapmayacaktı. Yasama, yürütme, yargının birbirinden bağımsız olması durumuna da güçler ayrılığı diyoruz.

Kısacası, liberal demokrasinin istikrarı, verimli işleyen bir “güçler ayrılığının”, “ikili yapı” (seçilmişler ve atamışlar) ve “bağımsız” bir medyanın gözetiminde, “çokluğun” iradesinin, hakların ve özgürlüklerin anayasada belirlenmiş sınırların içinde tutulmasına bağlıdır. Bu sınırlar daralmaya başladığında süreç faşizme doğru, genişlemeye başladığında serbest piyasa ve kapitalist mülkiyet ilişkilerini tehdit etmeye doğru ilerler.

YARIN: Demokrasi-serbestlik çelişkisini yönetmek giderek zorlaşıyor


İlgili Haberler

Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler