'Aziz Nesin halka borç ödüyordu'

Türkiye’nin gülmece ustası Aziz Nesin’i, 100. yaşına bir kala, oğlu Ali Nesin anlattı.

Yayınlanma: 20.12.2014 - 05:00
Abone Ol google-news

Aziz Nesin bugün 99 yaşında. 100’e bir kaldı. 2015 boyunca, edebiyatımızın gülmece ustasının 100. doğum yılı kutlanacak, pek çok etkinlik düzenlenecek. Yalnızca edebiyatımızın değil, siyaset ve düşünce yaşamımızın da her dem muhalif, sözünü esirgemeyen kişiliğini, oğlu, matematikçi Ali Nesin’le konuştuk.

- Ali Nesin, Aziz Nesin’i birkaç cümleyle nasıl anlatır?

Yetenekli, çalışkan, sabırlı, içten, cesur, zeki ve iyi bir insandı. Bu güçlü bir alaşım. Ama bu alaşımın sonucu illa sıra dışı bir insan çıkmayabilirdi. Aziz Nesin’in kanımca çok önemli bir özelliği daha vardı: İyi bir eğitim almamıştı. O koşullarda ve o maddi olanaklarla iyi bir eğitim alması da mümkün değildi. Bu yüzden -ya da bu sayede- karşısına çıkan tüm problemleri temelinden, en kökünden ele almak zorunda kalmış, problemi belli bir kalıba ya da ideolojiye oturtmamış ve böylece problemin kimsenin göremediği yönlerini görebilmiştir

Aziz Nesin’in bence asıl değeri budur.

Solcu diye bilinir ve solcuydu da ama solcu olmaktan öte halkçıydı, ezilenden ve yoksuldan yanaydı.

- Türkiye’nin, hatta dünyanın en önemli gülmece yazarlarından biri olan Aziz Nesin günlük yaşamında nasıl bir insandı? Çok ciddi? Esprili? Neşeli? Somurtkan?..

Yerine ve zamanına göre. Nerede ciddi olunması gerektiğini bilen biriydi. Çalışırken suratlıydı ki, insan yanına yaklaşmaya korkardı. Ama sofrada, dost toplantılarında ağzından bal akardı. Çok komikti. Tiyatro ve taklit yeteneği de vardı. Tüm şiveleri çok iyi taklit ederdi. Halk ağzını iyi bilirdi. Zaten hep halkın içindeydi. Taksiye binmez, belediye otobüsünü kullanırdı örneğin.

- Aziz Nesin, kuşkusuz, gülmece yazarlığının da ötesinde bir yazardı. Özellikle Türkiye’yi, Türk insanını yorumlayan yazıları ve sözleri gündem yaratıyor ve insanları sarsıyordu. Aziz Nesin’in bizde az rastlanır biçimde bu denli gözüpek, sakınmasız, dobra olmasını nasıl açıklıyorsunuz?

“Ben de herkes gibi korkuyorum ama uygar bir insan olarak korkuma engel oluyorum” derdi. Ama ben korktuğuna inanmıyorum. Belki gençken korktuğu olmuştur, ama olgunluk ve yaşlılık dönemlerinde korkusuzdu. Galiba kötü olasılıkları aklına bile getirmezdi de ondan korkmazdı. Bir de içtenliği dışında kaybedecek hiçbir şeyi yoktu. Bu da tabii büyük bir avantaj. Bir fabrika yok edilebilir ama yazılmış eserler yok edilemez

 

‘Karşıt fikirdekiler de saygılıydı’

- 1949’da İngiltere Prensesi Elizabeth, İran Şahı Rıza Pehlevi ve Mısır Kralı I. Faruk, Türkiye Dışişleri Bakanlığı’na başvurarak Nesin’in bir yazısında kendilerini aşağıladığı gerekçesiyle dava açmışlar, Nesin 6 ay hapis cezası almıştı. Bugün hayatta ve yazıyor olsa Nesin hakkında çok dava açılır mıydı?

Son yıllarında bir dokunulmazlığı vardı. Uluslararası bir üne kavuşmuştu. Eskisinden daha çok seveni vardı. Çok nefret edeni vardı ama 1950 ve 1960’lara göre seveni çok artmıştı. Karşıt fikirde olanlarda bile saygı uyandırmıştı. Kolay kolay dava açılmıyordu. Ve açılan davalardan da hep beraat ediyordu. Bakın mesela Yaşar Kemal’e de çok dava açılmıyor.

1972’de Nesin Vakfı’nı kuran Aziz Nesin’in kimsesiz ve yoksul çocukların bakım ve eğitimini üstlenmesi, kitaplarının tüm gelirini bu vakfa bırakması, sizce nasıl yorumlanmalı?

Biz 1960’lı yılların sonlarına kadar hep para sıkıntısı çektik. 1968’de filan durumumuz düzeldi. Babam da istediği eserleri yazamamaktan hep şikâyet ederdi. Mizah öyküleri tutmuştu ve para getiriyordu. Oysa o mizahta yapması gereken devrimi yapmıştı, bundan sonra ancak kendini tekrar edebilirdi.

O, oyun yazmak istiyordu ve bu konuda da (bence haklı olarak) çok iddialıydı. Tiyatroyu iyi bilirdi. Ama gel gör ki çok para kazanması onu rahatsız etti. Hemen bir vakıf kurdu. Böylece kendini topluma borçlandırdı. Gene çalışması, gene para kazanması gerekiyordu.

İlginç bir kişilikti. Çok yoksul bir aileden gelmiş olması ve devlet imkânlarıyla okumuş olması, kendisini halka borçlu hissetmesine neden oluyordu. Halkın parasıyla okumuştu. Halka karşı borçluydu ve bu borcu geri ödemesi gerekiyordu. Ama bu, kendi deyimiyle, ödenemez bir borçtu.

 

Katliamın ardındaki güçler

- 1993’te Sivas katliamından sağ kurtulduktan sonra bir araya geldiğinizde ne diyordu, hatırlıyor musunuz?

Hiç kendi başına gelenlerden söz etmedi. Bunun arkasındaki güçlerin bulunması gerektiğini söylerdi. Oteli ateşe vermiş birkaç zavallı kişinin ceza alması değildi derdi. Bunu basına da söylemiştir. “Savcı benden kimden şikâyetçi olduğumu sordu. İstiyor ki ben Ahmet’ten, Mehmet’ten şikâyetçi olayım. Hayır, ben, bu olayın ardındaki güçlerden şikâyetçiyim” derdi.

- 1995’te hayata veda ettiğinde, vasiyeti gereği, bir tören yapılmaksızın ve yeri belli olmayacak biçimde Çatalca’daki Nesin Vakfı’nın bahçesinde toprağa verildi. Sizce, bu, hayata, ölüme, insana, kendisine nasıl bir yaklaşımın yansımasıydı?

Kendi söylediğine göre mezarının talan edilmesinden, mermerinin kırılmasından, yatarken
hakarete uğramaktan çekiniyordu. Ruhi Su’nun mezarına ya da bazı ünlü kişilerin heykellerine yaptıkları gibi. Ama bence gerçek neden bu değildi. Vakfa gömülmek istiyordu.

Ama 14 dönümlük vakıf arazisinden toprak kaybolsun istemiyordu. Altında yattığı toprağın üstünden de yararlanılmalıydı, çocuklar oynayabilmeliydi örneğin. Ama orada olduğunu bilirlerse
olmaz, orada oynayamazlar, Aziz Dedelerinin toprağını çiğneyemezler. Had safhada bir tutumluluk, birçok işlevcilik takıntısı diyelim. Bence gerçek neden buydu.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler