Bu dünyaya kalp lazım...

Kamuoyu onu çevreci hareketin yargıdaki ayağı olarak tanıdı. Hem sivil itiatsizliğin hem de doğa katliamlarına karşı direnişin simge ismiydi Senih Özay. Kendi hukuk bürosunda doğayı koruma aşkıyla çalışırken bir anda karar verip kendini doğanın kucağına bıraktı ve Karaburun’da bir karavanda yaşamaya başladı.

Yayınlanma: 25.01.2015 - 14:26
Abone Ol google-news

 

Bu ani değişimi şu sözlerle açıklıyor: “Kendimi... Her bir konuyu bencillik saymışım, oysa ‘benci’lik başka şey, öncelik başka. Önceliği kendine vermeli insan; karısından, sevgilisinden, Atatürk’ten, Lenin’den çok... Onu gördüm. Keşke 44’ümde görseydim.”

Türkiye’nin çevre hareketi avukatlarının öncüleri arasında, Bergama’da siyanürle altın üreten şirkete karşı açtığı uluslararası davaların yanı sıra kamoyunda ilgiyle karşılanan hukuk süreçlerinde imzası var… Çevre ve sivil itaatsizlik alanlarında yoğun temponun ardından karavanda yaşamayı seçti. İnatçı, tartışmacı, farklı bir renk, ses ve muhalif. Bazı konularda karşı karşıya geldik ama arkadaşlığımız sürüyor, sohbeti hoş. 12 arkadaşıyla kendi hukuk bürosunda çalışıyordu ki... Bir durum değişikliği, ya da farklı bir derinlik... 60’a merdiven dayadığında bir dönüşüm yaşadı. İşleri kısmen askıya aldı. Ayın yarısı İzmir’de, diğeri Karaburun’da, Ata’nın yanında, karavanda...

- Senih nedir bu karavan muhabeti. Nereden çıktı?

- “Hukuk, mukuk... Yasama, yürütme, yargıyı birbirine geçirirsek, vidalarsak ne halt olur, diktatör mü çıkar?” onu soracaksın sandım bana. Ama yok. Böylesi harika, güzel, daha iyi bir giriş oldu.

- Hedefi tutturduk o zaman...

- 60 yaşıma kadar yeraltı örgütlerinin avukatlarıydım. Marksistim, Materyalisttim. Zırlayıp dururken, 60 yaşımdan sonra bir kız bana öğretmenlik etti, hocalık etti diye spritualizmi, meditasyonu, Budha’yı, anasının gözünü keşfettim. Okumadığım kitap kalmadı, bi ton. Sallamıyorum, 10 bin sayfa notlarım var, her an bir iki kitap çıkarabilirim.

- Çeyrek asırlık tanışıklık... severim seni, yer yer bağrışsak da... Sendeki değişim mi desek, dönüşüm mü desek, nasıl bir şey, inatçı Çerkez?

- Şimdi burdan güzel bir hayat öyküsü fışkıracak... Bir hikâye anlatayım. İki Çerkez delikanlısı arkadaş olur, akraba olur, atın üzerinde bir uçurumun önüne geldiklerinde biri “Var mısın atlamaya” dediğinde o iş biter, atlarlar. Ben de öyleyim... Bunların hepsi atlamaktır. Devlete bile… Hatta en son 11 ay 20 gün hapis cezası yediğimde, kızım mesaj çekti. ‘Baba 40 yıldır devletle uğraşıyorsun, devlet seni bir türlü kıstıramıyordu. Şimdi oldu. Bunda bir gerçeklik duygusu bulman gerekir’ diye...


Senih Özay, Serdar Kızık’la birlikte karavanının önünde poz verdi

- Aktrist kızın Gupse mi dedi, ceza neden?

- Evet... Ulan dedim, kızın zekâsına bak, bayıldım... Altıncı firma Koza’yı sermaye piyasasında, borsada falan küçük düşürmek, basın açıklaması yapmak, yargıyı etkilemek... Halbuki ben yargıyı etkilemeye bayılırım, işim bu... Kravatımın rengine bile rol biçerim; O zaman şimdiki AKP-Fethullah Gülen çatışması olsaydı yırtardık belki ha ha … Yargıtay, kesinleştirdi mahkûmiyetimi. Neyse İnsan Hakları Mahkemesi’ne gittim, 197 sayfa dilekçe yazdım...

- Karavana sonra geleceğiz anlaşılan, ne de olsa hukuk damarı... Seni orada tanırlar
nasılsa!..

- Yoo, bunu on sayfaya indir dediler. Ne yaptım biliyor musun? İlk 10 sayfayı burdum,
büktüm, sonuç yazdım. İmzamı attım . 187 sayfa da ekindedir, dedim.

- Şaşırmadım... Gazetecilere yazdığın notlar, bilgilendirmeler de öyleydi. Dekoder lazım. Bu yöntemin de Çerkezlikle ilgisi var mı?

- Yok... Oğlak burcu meselesi. Ben bir hedefe kitlenirsem, para kazanabilirim, meşhur olabilirim, âşık da olabilirim, o kadını alırım.

- İddialı ve inatçı..

- Dayavı kaybedeceksem de orayı şişmanlatırım, çuval yaparım, klasörler yaparım, Ergenekon, Balyoz’da yaptıkları gibi. Son iki yıla kadar hırsım yüksekti. Şimdi onu yavaş yavaş azalttığımı, törpülediğimi düşünüyorum, aldığım derslerden ötürü. Öğretmenin egomun çok yüksek olduğunu söyleyerek beni kovaladı önce.

Demokrasiyle yetinemeyiz

- Ya sonra? Yumuşadın mı peki?

- 1987 yılında -ben de kurucularından biriydim- Yeşiller Partisi’nde doğrudan demokrasi kavramı telaffuz edilirdi. Ancak şimdi görebiliyorum ki, Marksist dünya görüşünün yanına, böyle doğrudan demokrasi gibi kavramlara yönelmememiz ve merkezde insan kavramı ile yetinmemiz pek de doğru değil. Çernobiller oluyor, başka santrallar patlıyor. Öyleyse bu, merkeze insanın yanına doğayı da almak gerektiğini göstermiyor mu? Bu nedenle, zaten kötülüklerin anası dediğim devleti hizaya getirmede, sivil itaatsizlik girişimlerini, insanla doğanın yan yana ele alındığı bir yeşil siyasetin uzantısı olarak görüyor, böyle anlaşılmasını arzuluyorum. Ayrıca uzun bir süreçte bir kere solcu oluşumdaki krizi de çözdüm bu yolla. Eskiden solculuğumun merkezine insanı koyuyordum, insancıl olmayı, Fransız Şair Anatole France gibi... “İnsanım, insancıl olmaktan uzak kalamam.” Marks da zaten bu şiir üstüne inşaasını anlatır. Kapitali yazar, Manifesto’yu yazar mesela... Sonradan yeşil hareket, Yeşiller Partisi kurucusu, çevrecilik, ABD, Avrupa , Rusya dolaşırken; insanı merkeze koymak yetmez, bunun yanında doğayı da koy demişim. İnsan artı doğa atbaşı giderken 60 yaşıma geldiğimde “ulan amma burada da ıskalamışım” dedim bu kez.

- Neydi ıskaladığını fark ettiğin?

- Kendimi... Her bir konuyu bencillik saymışım, oysa “benci”lik başka şey, öncelik başka. Önceliği kendine vermeli insan; karısından, sevgilisinden, Atatürk’ten, Lenin’den çok... Onu gördüm. Keşke 44’ümde görseydim.

- Yıllar sonra görmek, öğrenmek...

- Olabiliyor... Daha çok hızlı tükenir bir adam olmaya gelmiştim. Sıkıldım. Kalp krizi geçirebilirim, falan. Psikiyatrlara gittim. Büyük avukat olmaktan, meşhur olmaktan, gazetelere çıkmaktan bıktım dedim, artık sevmiyorum. Ben niye böyleyim dedim, ilaç verin bana dedim. Arkadaşlara, insanlara ben eyvallah yazıları yazdım. Bıraktım... Bu süreçler öğretmene gelmeme yol açtı...

- La Haye’ de avukatlığını yaptığın hayvanlar yalnız kaldı desene...

- O ilginçti bak. Bremen mızıkacıları gibi... Dava açtım, hayvanlar adına. Horozlar, yılanlar, Babil bahçeleri beni avukat tuTtular diye... Dedim ki, Jan Jack Rousseau’nun sözleşmesine dayanıyorsunuz ama sizin kütüğünüzde bir doğa sözleşmesi eksikliği var. Irak’ta savaşta birçok insan yanında hayvanlar da ölüyor. Onlar da savaş istemiyor diye yola çıktım.

Burası ruhumun adaleti

- Ya ortaya çıkan sonuçlar? Yargının bir  yanında iktidar, diğerinde cemaat.

- Mesela bak... Kenan Evren’in darbe yargılanmasına ilişkin aptalca maptalca, lüzumsuz müzumsuz, gereksiz mereksiz dediler. Anayasa geçici 15. maddeyi kaldırdıklarında Türkiye’de savcının birinin Evren’le, Şahinkaya’yı çağıracağını biliyor muydum, evet biliyordum. Bir ağır ceza mahkemesinin önüne atarlar mıydı bu iki herifi. Evet atarlardı.

- Olmadı ama... Bak karavanla başladık, daha oraya gelemedik...

- Tamam işte. Ben bir yumurta bile pişiremeyen, hayatında hiçbir zaman yemek bile yapmamış bir adam olarak, avukatlık yapmaktan başka bir yeteneği olmayan bir adam olarak, ne elektrik, su tesisatı yapmayı biliyorum, ne marangozluk, böyle bir herif olarak buraya gelemeyeceğimi iddia etti hocam.

- Yani yalnız bu gerekçeyle mi geldin?

- Düşündüm, haklı dedim, haklı. Ben hayatımda hiçbir iş yapmadım; pijamalarımı bile toplamadım. Annem, karım yaptı. Bunların bir rezalet olduğunu gördüm ve Ata’ya dedim ki, senin otelinde çok yer kaplıyorum, buraya 20 yıldır geliyorum, işgal etmeyeyim... Bir formül bulduk, Kocaeli’nden karavan aldık. Bir yılı aştı, kalıyorum kıyıda.

- Kaçış mıydı bu?

- Çok değiştirdi, çok... Burası ruhumun adaleti. Yaşadığım dünyayı değiştirip başka bir düzene geçmek. Kurgumla burada yaşıyorum. Buna karım, oğlum ve kızımın direniş yapmadıklarını gördüm isabetle. Ve bayıldım.. Keşfe kalkıştığım için ona ilişkin epey nane okumam gerekiyordu. Yani ben spritualizm, farkındalık kavramı, HİÇ’lik, meditasyon, regresyon kitapları okumaya başladım; bunlar ne diyorlar filan diye. Marksizmin içinde ya da tarihi materyalizm içinde yüzerken ıskaladığım nice taşlar olduğunu gösterdi. Düşündüm. Mesela biz nerede ayrılıyoruz sağcılıkla? Tamam onlar geride kalıyo, biz öndeyiz. Onlar “yaradan diyor, başka türlü bir ahenk olmaz” diyorlar. Biz “olur olur bal gibi olur; bi yaradana ihtiyaç yok, kendiliğinden oldu bu” diyoruz. En tepedeki kaynağa gidip, çok didişmenin hiç önemi yok; ister yaradan yapmış olsun onu, ister kendi kendini yapmış olsun... Mesele bir umutlanma hakkı var, onu öldürme. Umutlan sen, boş ver umutlan...

- Hayat algın değişti yani?..

- Değişti, ama şimdi seninle konuşurken mecburen zihnimi kullanıyorum. Çünkü sen röportajda kullandırtıyorsun. Aslında bu yeni farkındalık dünyasının kuralında, zihin çok kullanılmaz. Elimden geldiği kadar sözcükler üzerinden bakmıyorum artık. Oysa sen bana, durmadan sözcük savurtuyorsun. Bir kadın bana “Senin bu kıskançlığın salaklık yahu, sen delisin.” diyebilir. Benim için bu önemli değildir. Ben onun söylemesine rağmen, kalbinden, “kıskanmana bayıldım” dediğini bulabilirim.

- Peki, senin kalbin ne diyor, o sözcükleri, söylenenleri önemsemeden? Bu dünyaya
kalp lazım diye noktalasak ne dersin?

- Harika olur derim; Bu dünyaya kalp lazım, tuttum...





Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon