Barış Atay: Pir Sultan Abdal gibi özgürüz!

TBB Başkanı Metin Feyzioğlu ile sanatçıların bir araya geldiği buluşmada sinema ve dizi oyuncusu Barış Atay, iktidara sert sözlerle yüklendi.

Yayınlanma: 21.01.2014 - 15:24
Abone Ol google-news

Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı Metin Feyzioğlu, dün aralarında gazetemiz yazarları Ataol Behramoğlu ve Bedri Baykam, tiyatro sanatçıları Ragıp Yavuz, Tamer Levent, Levent Üzümcü, Orhan Alkaya, Mehmet Ege, Haluk Işık, Orhan Aydın, Kemal Kocatürk, Levent Özdilek, Orhan Kurtuldu, Mehmet Esatoğlu, Zafer Gecegörür, müzisyen Atilla Özdemiroğlu ve Timur Selçuk’un da bulunduğu pek çok sanatçıyla “işbirliği protokolü” kapsamında bir araya geldi.

Buluşmada sinema ve dizi oyuncusu Barış Atay’ın hükümete sert sözlerle yüklendiği konuşması salonda dakikalarca ayakta alkışlandı. İşte oyuncu Barış Atay’ın yaptığı o konuşma:

‘Engellere rağmen doğruları söyleyeceğiz’

Sanata ve özellikle tiyatroya olan aşkımın en büyük sebeplerinden biri hayal gücünün sınırsızlığına olan hayranlığımdır. Hayal gücünü geliştiren etkenlerden biri de kuşkusuz çocukluğumda dinlediğim, duyduğum masallardır. Bir çocukken ağzımız açık dinlediğimiz masallar için bunca yıl sonra söyleyebileceğim en öncelikli şey her masalın sonunda iyilerin bütün zorluklara rağmen kazandığıdır. Bir masal kahramanı değiliz elbette ama bu zor günlerde, biliyorum ki, cesur ve iyi bir masal kahramanı gibi karşımızdaki bütün kötülüklerin üstesinden geleceğiz ve karşımıza çıkan bütün engellere, engellemelere rağmen korkusuzca doğruları söylemeye devam edeceğiz. İşte bu sebeplerden dolayı sanat, özü itibarıyla muhaliftir. Sanatçı, ideolojisi ne olursa olsun, hiçbir durumda, iktidarın ya da egemen güçlerin güdümünde olmaz, olamaz. Gördüğü her yanlışı, yarattığı, icra ettiği sanat eseri dahil, fırsat bulduğu her ortamda söyler ve farkındalık yaratır. O yüzden de faşist, dikta rejimlerinin en çok saldırdığı alanlardan biri sanattır ve her defasında yanlışlarını yüzlerine vuran sanatçıları zapturapt altına almaya çalışır.

‘12 yıllık rejimin en sert zamanları...’

Bunun örneklerini Türkiye’de daha önce görmediğimizi söyleyemeyiz ne yazık ki... Nâzım Hikmet, Sabahattin Ali, Ahmet Kaya, Yılmaz Güney gibi daha birçoklarını sayabileceğimiz nice edebiyatçı ve sanatçı yaşadıkları dönemlerin egemenlerine karşı, cesurca mücadele ettikleri için baskılara maruz kalmış ve bedeller ödemiştir. AKP’nin 12 yıllık baskıcı rejiminin en sert zamanlarını yaşadığımız günümüzde de durum pek farklı değil. Devlet Tiyatroları ve Şehir Tiyatroları’nı kendi ideolojilerine göre dizayn etmeye çabalayan hükümet, muhalif özel tiyatrolara yardımı keserek, gözdağı vermeye çalışmaktadır. Hatta adına “muhafazakâr sanat” dediği bir sözüm ona durum yaratmaya çalışarak, tiyatro başta olmak üzere, sanatın her alanına müdahale etmektedir. “Ucube” diyerek heykelleri yıktırmakta, içine tükürmekte, resim sergilerini engellemekte, şarkı sözlerini, TV dizilerini sansürlemekte, sinema filmlerinin ne kadar ahlâklı ve aile yapısına uygun olup olmadığını tartışmakta, balerinlerin eteğini uzatmayı, sunucuların dekoltelerini kapatmayı kendine görev edinmekte; arkeolojik kazılara “çanak çömlek” diye yutturamayacağı kadar büyük olanları barajlarla sular altında bırakmaktadır. Bir nevi ortaçağ karanlığı özlemiyle yanıp tutuşanlar, bu ülkenin özgür geleceği için mücadele eden düşünce, edibiyat, sanat ve bilim insanlarının davalarını halkından ve ülkesinden uzaklaştırmak için ellerinden geleni yapmaktadır.

‘Omurgasızlar sanatçı ilan ediliyor’

Kendi alanlarında çok değerli sanatçılar, Mehmet Ali Alabora’ya yapıldığı gibi, meydanlarda yuhalatılmakta, Fazıl Say gibi hapse atılmakla tehdit edilmekte ve iktidar yanlısı gazetelerden iğrenç manşetlerle hedef gösterilmektedir. Fakat kendilerine sorgusuz sualsiz itaat eden, omurgasız, hiçbir düşünceye ve kendine ait bir fikre sahip olmayan - sözüm ona - sanatçıları, halka “İşte sizin sanatınız ve sanatçınız” diye yutturmaya çalışmaktadır. Özellikle Gezi Direnişi’nden bu yana muhalif, karşı sesi bastırmak için insan üstü bir çaba sarf eden iktidar güçleri, sesini kesemediği her kesimle bir şekilde işsiz bırakımayı denemektedir. Gazetecisinden sanatçısına herkes, iktidara 12 yıl boyunca sonsuz destek veren TV kanalları ve gazetelerin sahiplerinin de çanak tutmasıyla bu operasyonlardan nasibini almaktadır. İşsiz bırakılarak susturamadığı insanları karalamaktan çekinmeyen iktidar, 50 kilogram uyuşturucuyla yakalanan ve “içici” olduğunu iddia eden “Başbakan yeğenlerini” görmezden gelmekte, ama oyuncuları sabah operasyonları ile evlerinden alıp, uyuşturucu satan ve durmadan içen müptelalar gibi göstererek, itibarsızlaştırmaya çalışmaktadır.

‘Şaşırmıyorum’

Bütün bunları tabii ki şaşırdığım için söylüyor değilim. Zaten kendileri milyar dolarları ayakkabı kutularında götürürken, baklava çalan çocukları hapseden, başkasının yerine akbil basan ve devleti 4 lira zarara uğratan güvenlik görevlisine 7 yıl isteyen, cezaevinde çocuklara tecavüz edilmesine sessiz kalan, onlarca yaratığın tecavczüne uğrayan küçücük kızları “Rızası vardı” diyerek suçlu çıkarmaya çalışan, gencecik, cesur ve yiğit çocuklarını sokak ortalarında, meydanlarda öldürülmesinin emrini verdiğini söyleyip, polisi kahraman ilan eden ama operasyonlar kendilerine ve oğullarına ulaşınca kahraman polislerin binlercesini “ülkesinin güzide yerlerini görsünler” diye oradan oraya gezdiren, daha düne kadar el ele, kol kola ülkeyi beraber mahvettikeri, hatta “Ne istediler de vermedik” dedikleri yol arkadaşlarını, çıkarları çatışınca “inde yaşayan çete, paralel devlet” olmakla suçlayan, sabah aynaya bakıp, kendi yüzlerini beğenmeseler, hemen suçunu dış mikralara atan, milyonlarca ağacı kesip, ormanları, sahilleri rant uğruna peşkeş çekip, yeşil sevdalısı olduklarında canlarını kurtarmaya çalışan gençlerini şiddetli polis saldırısı sürerken “camide içki içtiklerini”, üzeri çıplak onlarca erkeğin, başörtülü olduğu için bir kadına saldırdıkları fantazisini yaratan, hatta bu fantaziyi içeren görüntüleri 30 cumadır hâlâ izleteceğini iddia eden, taşı silah sayıp, sapanga atan teyzeyi “terörist” diye yargılayan ama MİT eşliğinde satırlarla kafa kesen El-Nusra üyelerine “insani silah yardımı”nda bulunan, kendi emirleriyle Roboski’de, Gezi’de, kötü ve güdümlü dış politikaları yüzünden Reyhanlı’da katledilenlere ağzını açmayıp, Mısır’da, Suriye’de olanları dezenformatif haberlerle besleyip dillerinden düşürmeyen, “dindarız” diye övünüp, Başbakan’ın Allah’ın bütün vasıflarını taşıdığına inanan, dokunmanın ibadet, doğduğu yerin kutsal olduğunu düşünen, oğulları gözaltına alındığında acı çeken bakanlarla empati kurup, öldürülen çocukların babaları yokmuş gibi davranan, ülkede nerdeyse tutuklanmayan, yolsuzlukları ortaya çıkınca bundan “masumiyet karinesini” hatırlayan ama hâlâ her şeye rağmen sadece yol yapmakla ve TOKİ binaları açmakla övünebilen, inşaat dışında hiçbir yetkinliği olmayan bir zihniyetin; 50 kilogram uyuşturucuyla yakalanan yeğeninin içici olduğuna inanmaması normaldir. Çünkü bu fantazi dünyasına başka türlü ulaşılmaz.

‘Erdal gibi özgürüz’

Ülkemin savcısının hayal gücünü zorlayan sizlere bu ülkenin bir genci olarak şunu söylemek zorunluluğumdur. Biz sizden özgürlük talep etmiyoruz. Bizler, sizerin hayal dahi edemeyeceği kadar özgürüz. Şeyh Bedrettin gibi özgürüz. İşkence karşısında tek bir geri adım atmayan Hallacı Mansur, “Dönen dönsün, ben dönmezem yolumdan” diyen Pir Sultan Abdal gibi özgürüz. Zulmün karşısında eğilmeyen Deniz gibi, Mahir gibi, üzerinizden nemalanmaya çalıştığınız Erdal gibi özgürüz. Cesaretlerinden, güzel gülüşlerinden korktuğunuz Ali İsmail Korkmaz, Ethem, Abdullah, Ahmet, Medeni, Mehmet, Hasan Ferit ve Berkin Elvan gibi özgürüz ve sizler asla özgürlüğümüzü elimizden alamayacaksınız.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler