İki kız ada sahiline yanaşınca...

Merakla beklenen ‘Robinson ve Cuma’ gösterime giriyor.

Yayınlanma: 04.09.2015 - 09:24
Abone Ol google-news

Batan bir gemiden kurtularak düştüğü, cennetten farksız, ıssız bir adada, papağan, köpek, maymunla keçilerden oluşan hayvanlarıyla yıllardır beraber yaşayan Robinson Crusoe’yla (Serhat Kılıç) vaktiyle yamyamların elinden kurtardığı siyahi kankası, küfürbaz Cuma’nın (John Nyambi), yapayalnız kadınsız tekdüze dünyaları bütünüyle değişir, bir sabah sahile yanaşmış, Hz. Nuh’un gemisini andıran, yelkensiz dümensiz kocaman bir tekneyi gördüklerinde.

Çünkü tekneden karaya çıkan fil, gergedan, zürafa, vb. gibi çeşitli hayvanların yansıra 2 güzel genç kız (Damla Debre, Ebru Yücel) da ayak basmıştır adalarına. Ancak 2 kızın kızıl saçlı sakallı, kaptan babası Bay Viktor (Beyti Engin) üstlerine titrediği kızlarını hiç yalnız bırakmamaktadır..

Uzun süredir yazıp çizdiği, mizah dergilerinde bantlar halinde yayımlanan, 8 albümü de çıkmış ‘Robinson Crusoe ve Cuma’ serisinden bizzat çizeri Gürcan Yurt tarafından sinemaya uyarlanan “Robinson ve Cuma”, Daniel Defoe’nun klasik romanından yola çıkılıp çeşitli temalar, güncel espriler, göndermeler ve mizahi buluşlarla sarıp sarmalanarak yorumlanmış, yeni bir kurmaca güldürü denemesi.

Örneğin Katolik Robinson’un Protestan Bay Viktor’dan kızını resmen istediği sahne, malum Sünni-Alevi ayrılığını çağrıştıran, ince bir gönderme.

20 yılı aşkın çizerliğinin yanı sıra 2008’de “Destere” adlı, gişede çakılıp, çokca da eleştirilen talihsiz bir ilk filmle yönetmenlik kariyerini başlatan Gürcan Yurt’un yazıp yönettiği ikinci filmi “Robinson ve Cuma”, kameraman Jean Paul Seresin’in renkli görüntüleri ve Küba taraflarında keşfedilmiş, egzotik dekormekânlarıyla görsellik bakımından oldukça göz doldursa da, kimi dramatizasyon zorlamaları içeren senaryodan kaynaklanan sorunları, müsameremsi geriye dönüş sahneleri nedeniyle başarı çıtasını pek yükseltemeyen ancak yine de seyircisini yüzlerine yerleşmiş tebessümlerle salondan uğurlayan, çizgiroman uyarlaması, sevimli bir komediden öteye geçemiyor son tahlilde.

 

Vasat bir eğlencelik

Ama ne gam, amaç eğlendirmekse filmin bunu yer yer başardığı söylenebilir.

Cuma’nın Robinson’un uyduruk şişme kadınını patlattığı ya da köpekbalığıyla yılanın Robinson’u poposundan ısırdığı gibi, kahkaha salvolarına yol açmasa da zoraki gülümseten sahnelerden, çoğu bel altı vuran sövgü ve kaba esprilerden medet uman film, Defoe’nun ünlü klasiğinin mizahi versiyonu niteliğindeki, vasat bir eğlencelik özetle.

Genelde çizgiroman düzeyinde seyreden filmi baştan sona, ırkçı, maço ve bencil Robinson rolündeki Serhat Kılıç sürüklüyor. Zaten televizyondaki kimi işlerinden, parlak bir imam kompozisyonu çizdiği “Kış Uykusu” gibi önemli filmlerinden mimlediğimiz Serhat Kılıç’ın önderliğindeki kadro çekimlerde çok eğlenmişler besbelli.

Özetle barışı, huzuru unuttuğumuz, mutsuz, çatışmalı bir topluma dönüştüğümüz şu karanlık dönemde 1,5 saatlik neşeli bir kaçış vaad ettiği söylenebilir bu matrak “Robinson ve Cuma”nın.

 

'Minyonlar' neşeli ve hareketli

Haftanın öteki filmlerinin bizce başında gelen “Minions-Minyonlar”, Pierre Coffin-Kyle Balda yönetmen ikilisinin imzasını taşıyan, küçükler kadar yetişkin seyirciye de 90 dakikalık, cıvıl cıvıl, neşeli ve hareketli bir uygarlık tarihi antolojisi sunan, sıradışı bir animasyon.

Önceleri kötü bir efendiye hizmet etmek isteyerek T-Rex dinozorundan firavunlara ve Drakula’ya kadar tarihin tüm kötü, popüler figürlerinin papucunu dama atan, İngiltere Kraliçesi Elizabeth’in de tacını çalmayı amaçlayan, (Sandra Bullock’un seslendirdiği) en süper kötü kadın karakter Scarlett Overkill’in yanında yer alan, sonrasındaysa Scarlett’e karşı mücadele eden, minyon kahramanlarımız Bob, Stuart, Kevin üçlüsünün modern, çağdaş bir yaklaşımla anlatılmış serüvenlerini perdeye taşıyor “Minyonlar”, son derece hızlı, hareketli, kıvrak bir anlatım ve sarsıcı bir görsellikle.

Donovan’dan Beatles’a kadar 1960-70’lerden kimi unutulmaz şarkıları barındıran, parlak soundtrack’iyle de dikkati çeken “Minyonlar”, kanımca haftanın ilginç filmlerinden, başarılı ve görülesi bir animasyon.

 

Aksiyon ve gerilim bir arada

2002’de başlayıp 3 devam filmiyle seriye dönüşen, Jason Statham’ın oynadığı eski ajan Frank Martin efsanesinin yeni filmi “The Transporter Refueled-Taşıyıcı: Son Hız” bir kez daha aksiyon meraklılarının iştahını kabartacak yeni bir macera filmi.

Alman yapımı “Who Am I: Kein System ist Sicher-Ben Kimim?”, İsviçreli Baranbo Odar’ın yönettiği, son dönemde gittikçe çoğalan, siber korsanlık temalı, hacker’lı aksiyongerilim filmlerinin yeni bir örneği. “BackmaskŞeytanın Gecesi” de, yönetmen koltuğunda Marcus Nispel’in oturduğu, türün beylik standartlarını yinelemekten öteye geçemeyen bir korku filmi.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler