Düşündürücü kopuş

Türkiye’yi Avrupa’ya yakınlaştıracak bir sahne olarak kurulan İstanbul Bienali’ni 30. yılında nasıl okumalıyız?

Yayınlanma: 18.09.2017 - 23:06
Abone Ol google-news

Türkiye’nin içinden geçtiği tüm siyasi ve trajik gündem, aslına bakarsanız, bugüne kadar yapılan bienaller tarafından ya ele alındı ya da ele alınacak beklentisini doğurdu.

Bienal, başından itibaren, daha o çözülemeyen Latince kökeniyle modernleşme heveslerimizden biri olurken sanatta en son, en genç, en politik, en yeni, en muhalif olanı gösterecek veyahut göstermesi gereken yerdi. Buna biz profesyonel ve sıradan izleyici kadar seçilmiş küratörler de inandı.

Bienal, başından itibaren, daha o çözülemeyen Latince kökeniyle modernleşme heveslerimizden biri olurken sanatta en son, en genç, en politik, en yeni, en muhalif olanı gösterecek veyahut göstermesi gereken yerdi. Buna biz profesyonel ve sıradan izleyici kadar seçilmiş küratörler de inandı.

En light bienal

Bu pekâlâ 1930’ların reformist dönemini hatırlatır. O dönem bir yıllığına İstanbul’da çalışmak isteyen, Nazi’lerden kaçan Einstein’ı, İsmet İnönü reddetse de, pek çok “yabancı”, değerli entelektüel Almanya’dan Türkiye’ye gelerek Türkiye’yi Batı’ya entegre edecek hümanizmanın kurulmasında öncülük etti.

Rahatlıkla modern ulusal özne oluşturma geleneğinin devamının, İstanbul Bienali’nde yaşatıldığını en azından böyle bir arzunun olduğunu söyleyebiliriz.

Peki bunun ışığında 15. İstanbul Bienali’ni yani 30 yılın sonuncusunu nasıl değerlendirebiliriz?

The Guardian’ın yazarı gibi apolitik, Türkiye’de hiçbir şey olmuyormuş gibi yapan, siyasi ve toplumsal sorumluluktan kaçan bir bienal olarak mı?

Türkiye’ye getirmesi gereken nice modern sanatçı varken tanınmamış, ünlü galerilerle çalışmayan, neredeyse kimsenin ismini duymadığı Gürcü, Çinli, Afrikalı sanatçıyı bir araya getiren bir bienal olarak mı?

15. İstanbul Bienali, bugüne kadar yapılmış sadece en light bienal değil, aynı zamanda kendini en az “modernleştirici özne” olarak kurgulayan da.

Doğu ile Batı, merkez ile taşra, siyasi gündem ile toplumsal gündem arasında kendisini ilişki kurmak zorunda hissetmediği gibi güncel sanatın tarihini, ikonlarını umursamayan, güncel sanat tarihine saygıda bulunmak zorunda hissetmeyen bir bienal. Teorik anlamda Bakargiev’in bizi okumak öğrenmek çalışmak zorunda bıraktığı 19. yüzyıl mistisizmi veyahut pedagojisi gibi entelektüel katmanlara sahip değil.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler