Tampon bölgeler hukuk ihlali

Türkiye Suriye sınırında bir askeri müdahaleye hazırlanıyor. Koalisyon görüşmeleri ordunun harekatı hakkında belirleyici olacak. Ancak uluslararası hukuk böyle bir müdahalenin yasal zeminde değerlendirilemeyeceğini söylüyor.

Yayınlanma: 04.07.2015 - 06:56
Abone Ol google-news

Son MGK toplantısında Suriye’nin kuzeyindeki çatışmalarla ilgili Türkiye’nin kırmızı çizgileri belirlendi. İki kırmızı çizgiden biri PYD, ötekisi de hükümet güçlerine karşı. IŞİD’e kırmızı çizgi yok. Ona yeşil çizgi var.

Kırmızı çizgiler aşılırsa Türkiye askeri müdahaleye hazırlanıyor. Hele bir de AKP-MHP koalisyonu kurulursa, böyle bir müdahale olasılığı daha yüksek olacak. Suriye’ye asker sokulması, sonra da bir “güvenli bölge” kurulmasının düşünüldüğü basında çıkan haberlerden anlaşılıyor. Sınırdaki hareketlilik de bunu doğruluyor. Sorunun hukuksal ve siyasal yönleri var. Ancak bu iki yönün arasında sıkı bir bağ bulunmakta. Hukuksal zemini olmayan siyasal kararlar, uluslararası alanda hukuken geçerli olmaz.

Devletlerin toprak bütünlüğüne, egemenliğine saygı gösterilmesi, hiçbir şekilde müdahale edilmemesi uluslararası hukukun en temel kurallarından. Bütün devletler bakımından bağlayıcı bir teamüli hukuk kuralı. Uluslararası Adalet Divanı’nın Nikaragua-ABD davasında (1986) belirttiği gibi, bir devlet içindeki muhalif grupları desteklemek amacıyla müdahale uluslararası hukuk tarafından tanınan bir hak değildir. Devletlerin egemenlik ve toprak bütünlüğüne silahlı kuvvetler aracılığı ile yapılan müdahaleler aynı zamanda Birleşmiş Milletler Yasası’nın 4’üncü maddesinin 2’nci fıkrasındaki kuvvet kullanma ya da kuvvet kullanma tehdidinde bulunma yasağına da aykırı. Toprak bütünlüğüne ve egemenliğe saygı ilkesi ile kuvvet kullanma yasağı birbiriyle yakından ilişkili.

1970’te BM Genel Kurulu’nda kabul edilen Devletler Arasında Dostane İlişkiler Bildirisi de devletlerin bağımsızlığı ve toprak bütünlüğüne karşı kuvvet kullanmaktan kaçınılmasının uluslararası hukuktan doğan bir yükümlülük olduğunu belirttikten sonra bir devletin başka bir devletin ülkesine silahlı kuvvetleriyle girerek toprak bütünlüğüne tecavüz etmesini barışa karşı işlenmiş bir suç olarak kabul etmekte ve devletin sorumluluğuna yol açacağını ifade etmekte.

Kuvvet kullanma

Uluslararası Hukuk Komisyonu’nun Devletlerin Sorumluluğuna İlişkin Madde Tasarıları’nda, uluslararası toplumun temel çıkarlarının korunması açısından büyük bir önem taşıyan uluslararası yükümlülüklerin ihlalinin, bütün uluslararası topluma karşı işlenmiş bir suç oluşturduğu kabul ediliyor.

Kuvvet kullanma yasağının istisnaları var: Bunlardan biri BM Yasası’nın 51’inci maddesinde yer alan meşru savunma hakkı. Ancak meşru savunma hakkının doğması için silahlı bir saldırıya uğrama koşulu aranıyor. Silahlı saldırıya uğrayan bir devletin kendini korumak için silah kullanmasına uluslararası hukuk izin veriyor. Ancak bunun da saldırıyla orantılı ve saldırıyı durdurmak için gerekli olması öngörülüyor.

Bir saldırı meydana gelmeden, saldırı olasılığına karşı kuvvet kullanmasının hukuka uygunluğu tartışmalı. Saldırı olmadan, çok önceden kuvvete başvurulmasının bir saldırı oluşturması riski var. Baskın görüşe göre, bu durumlarda kuvvet kullanmanın 51’inci maddeye uygun olması için saldırının hemen, çok yakın bir zamanda meydana geleceğini gösteren belirtilerin olması gerekli.

Kuvvet kullanma yasağının bir başka istisnası BM Güvenlik Konseyi’nin, BM Yasası’nın 7’nci bölümü çerçevesinde barışa karşı bir tehdidin bulunduğuna karar vermesi. Nasıl ki 1991’de Kuzey Irak’ta Saddam rejiminin kıyımından Kürtleri korumak için Türkiye ve müttefikleri Güvenlik Konseyi’nden karar çıkartmıştı ve bu karara dayanarak Kuzey Irak’a 20 bin kişilik bir silahlı kuvvet konuşlandırılmıştı.

Kuvvet kullanma yasağının üçüncü istisnası, “zaruret hali” (state of necessity). Bundan anlaşılması gereken, devletin çok önemli bir çıkarını ciddi ve çok yakın bir tehlikeye karşı korumak için kuvvet kullanmaktan başka bir çaresi olmaması. Ancak bunun da koşulu şu: Böyle bir durumda kuvvete başvurmanın başka bir devletin çok önemli bir çıkarına zarar vermemesi.

Türkiye’nin Suriye’ye asker göndererek bir “tampon” ya da “güvenli” bölge kurması, yukarıdaki üç istisnaya da girmiyor. Ne bir saldırı var ne Güvenlik Konseyi kararı ne de “zaruret hali”nin koşulları gerçekleşmiş. Bu durumda Türkiye’nin Suriye’ye silahlı kuvvetlerini göndererek bir güvenli bölge kurması uluslararası hukukun açık bir ihlali olacak.

Güvenli bölge

Bunun yanında, güvenli bölge kurulmasının Türkiye’nin başına öreceği başka çoraplar var. Tampon bölgenin kurulması kadar korunması da önemli. Bu bölgenin sadece insancıl amaçlara hizmet etmeyeceği, aynı zamanda rejim muhalifi güçlerin de bu bölgeyi üs olarak kullanacağı, buradan rejim muhalifi güçlere lojistik destek verileceği açık. Suriye rejimi bunu önlemeye kalkar ve tampon bölgeye karşı silahlı kuvvet kullanırsa, Türkiye buna karşı ne yapacak? Suriye ile savaşa mı girecek?

Tampon bölge PYD ya da IŞİD’in denetimi altındaki bölgelerde kurulursa, bu kez, Türkiye’nin PYD ya da IŞİD güçleriyle çatışmaya girmesi olasılığı doğacak. Tampon bölge salt insancıl amaçlarla kurulsa bile, Türkiye’de yaşayan Suriyelilerin bu bölgeye gitmek isteyip istemeyecekleri belli değil. Türkiye’nin taraf olduğu 1951 Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Cenevre Sözleşmesi’nin 33. maddesine göre, mülteciler sınır dışı edilemez, can güvenlikleri olmayan başka bir ülkeye gönderilemez. Bu aynı zamanda mülteciler hukukunun en temel ilkelerinden biri.

Böylesine hukuksal ve siyasal riskleri görmezlikten gelerek Suriye’ye asker gönderilmesi ve bir tampon bölge kurulmasının hangi amaca hizmet edeceği, kime karşı olduğu belirsizliklerle dolu. Ne yarar sağlayacağı öngörülmeyen, ancak ne gibi riskler taşıdığı açık olan böyle bir kararın Türkiye’nin çıkarlarına uygun olduğunu söylemek güç. Böyle bir karar olsa olsa dar iç politika çıkarlarına hizmet eder.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler