O Bir Dakika

11 Kasım 2014 Salı

Taksim’de güneşli bir 10 Kasım sabahı; gökyüzü masmavi; hafif bir rüzgâr esiyor ve bir yerlerden bir çocuk kahkahası geliyor.
Sanki kimse ölmemiş; sanki hiçbir şey bitmemiş; sanki her şey hâlâ çok güzelmiş...
Anıtın etrafında fazla kalabalık olmayan bir insan çemberi.
İçte askerler, polisler, belediye görevlileri, resmi erkân; zaruri bir tören için bir araya gelmiş, canı sıkkın bir avuç üniformalı.
Aslında yere ya da gökyüzüne bakmak istiyorlar ama mecburiyetten gözlerini kısarak anıta dikiyorlar.
Akıllarında ne cumhuriyet, ne laiklik, ne adalet, ne bağımsızlık... Tören bir an önce bitsin onlar da makamlarına geri dönsün istiyorlar.
Çemberin dışında üzgün ve endişeli küçük bir kalabalık. Onlar da tören bir an önce başlasın; ama bittiğinde her şey eskisi, ilk zamanlardaki gibi olsun istiyorlar.
Sirenler çalmaya başlıyor; kuşların hepsi birden havalanıyor.
Bir dakika boyunca kimse kıpırdamıyor; sadece kuşlar kalabalığın üzerinde pike yaparak kanat çırpıyor ve bir yerlerden hâlâ küçük bir çocuk kahkahası duyuluyor.
Kalabalığın içinde saçları rasta bir oğlan. Vücudunda dövmeler, piercing’ler, üzerinde Uzakdoğu mallı giysiler. Dudaklarını ısırıyor ve avuçlarını sıkıyor.
O bir dakika aklından ne sevdiği müzikler; ne çıkacağı yolculuklar ne sevişeceği zamanlar; o bir dakikada aklından bu ülkede bundan sonra olacaklar geçiyor.
Hemen yanında yaşıtı bir polis. Gözlerinde kontrol edemediği hüzünlü bir bakış. Dimdik duruyor ve aslında uzaklara, buradan çok uzaklara gitmek istiyor.
O bir dakika aklından ne ailesi, ne amirleri, ne de yarın nereye tayin edileceği; o bir dakikada aklından bu ülkede bundan sonra olacaklar geçiyor.
Yaşlı ve yorgun iki kadın, evlerinden zar zor çıkmışlar; birbirlerine tutuna tutuna yokuşlar tırmanmışlar. Üzerlerinde solgun temiz siyah elbiseler, ellerinde bembeyaz mendiller. Daha önce belli çok ağlamışlar; artık ağlamıyorlar.
O bir dakika akıllarından ne eski günler, ne kaybettikleri sevgililer, ne ölüm korkusu;
o bir dakika akıllarından bu ülkede bundan sonra olacaklar geçiyor.
Az ötelerinde sırtında yağ içinde bir gömlek, altında parça parça bir pantolon, elleri kapkara ve nasırlı, saçları darmadağınık olan ve hazırolda dimdik duran küçük bir oğlan. Düne kadar okula gitmiş ama artık işe girmiş.
O bir dakika aklından ne tamirhanesi, ne ustası ne de yevmiyesi; o bir dakikada aklından bu ülkede bundan sonra olacaklar geçiyor.
Bir kenarda cüppeli genç bir avukat; yanında minik bir kız çocuğu. Kurduğu hayallerin, sahip olduğu ideallerin her geçen gün daha da ulaşılmaz hale geldiğini seziyor ve çocuğunun elini daha sıkı tutuyor.
O bir dakika aklından ne adliyenin yolu, ne de çocuğunun okulu; o bir dakikada aklından bu ülkede bundan sonra olacaklar geçiyor.
Sonra...
Sonra sirenler susuyor.
Bir Kore gazisi bastonuna dayanmış, canı
sıkkın etrafa bakıyor:
“Ne kadar az insan var; bari son bir vedaya gelselerdi” diye söylenirken, bacaklarına sürtünerek geçen ve kahkahalarla gülen Suriyeli küçük bir çocuğun kirli saçlarını okşuyor.
Çocuk, ayakları çıplak, bacak aralarında koşturarak ve kahkahalar atarak anıtın etrafında güvercin kovalıyor.
O an herkesin aklından aynı şey geçiyor.
Sanki kimse ölmemiş; sanki hiçbir şey bitmemiş; sanki her şey hâlâ çok güzelmiş.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yanık saraylar 4 Ağustos 2021
Patron çıldırdı 30 Temmuz 2021

Günün Köşe Yazıları