Tunus kadar olamamak

17 Ekim 2015 Cumartesi

Bugün katliamın 1. haftası…
Bir haftada sanki yıllar geçti ve yaşlandık.
Ulusu kenetlemesi gereken vahşet karşısında, bu vahşeti daha da katlayan çok büyük ilkelliklere tanık olduk.
Sözde artık “Demokrasi Meydanı” olarak anılacak “Gar meydanındaki” badirenin kurbanlarına “terörist” imasında bulunan TRT spikerleri mi istersiniz; kurbanları anmayı reddeden iktidar partisi belediye başkanları mı; saygı duruşu yapan futbolcuları ıslık ve tekbirlerle sindirmeye çalışan stadyum kalabalıkları mı; katliam yerine, “yabancı bir konukla” ancak dört gün sonra intikal edebilen bir devlet başkanı mı…
Badirenin acısını ağırlaştıran, insanın yüreğine taş gibi oturan ve barış içinde yaşama umutlarını yok eden olaylar bunların hepsi.
Bir de yalnız 4 yıllık bir demokrasi deneyimi olan Tunus’a bakın...

İç savaşı STK’ler önledi
Tunus, Türkiye’nin çok partili demokrasiye adımını nicedir attığı 1956’da sömürge olmaktan henüz çıkıp bağımsızlığını ilan etmiş olan bir ülke…
2011’deki “Yasemin Devrimi”ne kadar, “demokrasi” tecrübesi hiç yok, olmamış.
Bugün Müslüman dünyasına “ışık tutan” ve “ufuk sunan bir yol” olarak gösteriliyor.
Türkiye’nin Ankara katliamı ile sarsıldığı sırada tam Tunus’un çiçeği burnunda “demokrasisinin sivil toplum uzlaşmasına” Nobel ödülü verildi.
Siyasal cinayetler…
Turizm merkezleri ve ekonominin kalbine nişan alan terör saldırıları…
Laik-İslamcı kutuplaşmalarına rağmen Tunus; iş dünyası, sendikalar, insan hakları dernekleri ve barolara dek uzanan örnek “sivil toplum dayanışması” sayesinde bu yakıcı sorunların üstesinden gelmeye aday bir ülke olarak, yüreklendiren ödüle layık görüldü.
Türkiye’de TÜSİAD ve sendikalar, insan hakları platformları, TBB’nin bir araya gelip teröre, kamplaşmalara, rejim krizine, siyasi istikrarsızlık ve “kaos”a dur dediğini; sade “dur” demekle kalmayıp, Cumhuriyetin bu en ağır bunalımından çıkış adına bir “yol haritası” sunduğunu düşünün…
O yol haritasıyla kamplaşma tansiyonlarının düşürüldüğünü; sivil toplumda yakalanan “konsensüs” sayesinde AKP hükümetinin -7 Haziran’ı izleyen aylarda misalyapıştığı iktidar koltuğundan ayrılmayı kabul ettiğini, bir sonraki seçimlere kadar ülkeyi geçici dönemde teknokrat bir hükümetin yönettiğini, bu gelişmeler sonrasında yapılan seçimlerin de “normalleşen” bir ortamda cereyan ettiğini düşünün…
Bu yaşadıklarımız yaşanır mıydı?
Bir miting alanını dahi korumaktan aciz kalan bir yönetim boşluğu olur muydu?

Güç gaspını engellediler
Bugün düşlemekte dahi zorluk çektiğimiz bu projeyi genç Tunus demokrasisi gerçekleştirdi.
Geniş spektrumlu “sivil toplum” seferberliğiyle; Bin Ali’nin devrilmesiyle elde edilen görece özgürlüklerini koruyabildi.
2013’te bir iç savaş eşiğinde iki laik sol muhalefet liderini -Şükrü Beleyid ile Muhammet Brahmi’yi- teröre kurban veren Tunus’u, uçurumun kenarından bu sıra dışı sivil toplum diyaloğu ve işbirliği aldı.
AKP’nin Tunus versiyonu “Ennahda” ülkenin tek sahibi gibi davranmaktan böylece vazgeçmek zorunda kaldı ve görevi, ülkeyi yeni bir genel seçim ile cumhurbaşkanlığına götürecek teknokrat hükümete devretti.
Geçen yılın ekim ayındaki genel seçimler ile 2014 sonundaki cumhurbaşkanlığı seçimlerini, İslamcı Ennahda ve laik Nida Tunus’un birlikte yazdığı anayasanın onayı izledi.
Ennahda, “iktidar gaspı” yapan AKP’nin aksine, Nida Tunus partisiyle koalisyon hükümetinde bir araya geldi.
Sürecin köşe taşlarını, şimdi işte Nobel’e layık görülen ve “Ulusal Diyalog Dörtlüsü” diye bilinen, Tunus’un TÜSİAD’ı, DİSK’i, insan hakları dernekleri ile barolar birliği döşedi.
Tunus örneğinden alınacak ders çok.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yurttaşlara mektup 28 Nisan 2024
Kılıçdaroğlu vakası 14 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları