İnancı yargılarken...

15 Ağustos 2016 Pazartesi

Bir toplumun beslenmesini çöplerinden,
Bir toplumun kültürünü küfürlerinden,
Bir toplumun uygarlığını adaletinden
öğrenebilirsiniz.

***

İzmit’te bir dershane toplantısıydı. Üniversite giriş sınavları ile ilgili bir söyleşi programında konuşmacıydım.
Konuşmanın bitiminde sorulara geçilmişti.
Bir kız öğrenci söz aldı ve tek sorusunu sordu:
- Allah’a inanıyor musunuz?
Soru toplantının konusu dışındaydı.
Bunu söyleyebilirdim. Ama bu tutum sorudan kaçmak olurdu.
Hiç duraksamadan mikrofonu aldım:
- Bu soruyu kimseye sormayınız. Size de sorulursa cevap vermeyiniz, dedim. Laiklik işte budur.
Salonda büyük bir alkış koptu. Genç öğrenci kendince tuzak bir soru sorarak konuşmacıyı güç duruma sokmayı amaçlamıştı. Eğer konuşmacı “evet” derse imanını ikrar etmiş olacak, “hayır” derse dinsiz olduğu ortaya çıkacaktı.
Genç öğrenci laiklik konusunda ne anladı bilmiyorum, ama salonda bu diyaloğun anlamını anlayan çok kişi olmuştur.

***

İnanç sorgulaması ortaçağın en belirgin özelliğidir.
Dinsel inanç (kilise tarafından temsil edilen Hıristiyanlık) her davranışın temel ölçütüdür. Kişiler, gruplar, konuşmalar, yazılanlar hep kutsal kitap olan İncil’e uygun olup olmadığına göre değerlendirilmiştir. Astronomi, tıp, hukuk hep bu eksende değerlendirilmiş, yüzyıllar boyunca din ile bilim çatışmıştır.
Din savaşlarını, mezhep katliamlarını (Katolik - Protestan) tarih kitaplarında, tiyatro oyunlarında, sinema filmlerinde okumuş görmüşüzdür.
Sonra, adalet kavramı, üstün bir değer olarak insanlığın evrensel ortak değeri oldu. Adalet, insan vicdanının en üst basamağında yer alır.
Adaleti temsil eden de hukuktur.
Bu nedenle, “hukukun üstünlüğü”, “suçların yasalarca tanımlanması”, suçun kabul edilmesi için de,
“Bağımsız yargı ve yargıç, açık, anlaşılır yasa, dürüst tanık, kabul edilebilir kanıt” bulunması temel koşullar olmuştur.
Bu koşullar olmadan kişinin suçlu bulunması ve cezalandırılması adalete uygun değildir ve zulüm sayılır.
Şimdi neden bunu yazmak gerekiyor?
Gülen cemaati, kendine bağlı savcılarıyla, yargıçlarıyla, polis örgütüyle “zihniyet ve niyet yargıladı”.
Ergenekon, Balyoz davaları böyle “zihniyet ve niyet” yargılayan davalardır. Yasalara uymaya zorlanmış, sahte kanıtlar uydurulmuş, gizli tanıklar kullanılmıştır.
AKP’nin lider kadrosunun bunları bildiği halde bu konularda ortak olması bağışlanamaz. Gülen cemaatinin suçlarına ortak olmuşlardır.
Şimdi, Gülen cemaati tarafından kalkışılan darbe girişimi sonrasında bu cemaate bağlı olduğu varsayılan kişilere, kurumlara, şirketlere karşı bir suçlamacezalandırma hareketi başlamıştır.
Ama burada da “suçun tanımı, suç sayılan eylemlerin tanımı, suçlanan kişilerin, kurumların, şirketlerin hangi suça nasıl katıldığının dürüst tanıklarla, açık kanıtlarla ispatlanması” zorunludur.
Eğer bunların yerini ihbarlar, iftiralar, rekabet kaynaklı suçlamalar alırsa, bütün bunlar adil yargılamanın yerini alırsa, bundan bütün toplum kaybeder.
Gülen cemaatine yönelik bütün suçlamalar bir anlamda yinelenmiş olur.
Siyasal iktidar asla bu olayın arkasına saklanıp muhaliflerini tasfiye etmeye kalkmamalıdır.
İşte, adalet için hukuk böyle zamanlarda gereklidir.
Gülen cemaati bugün, “Adil hukuk herkes için gereklidir” sözünün ne anlama geldiğini anlıyor olmalıdır.
Yarın da “Adil hukuk herkes için gerekli olacaktır” sözü gene evrensel doğru olarak herkes için önemini koruyacaktır.
Adaleti güce kurban etmek, ülkeye kalıcı zarar vermektir.
Uygarlık da demokrasi de adalettir.
Hepsi budur...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Çalınan gelecek!... 29 Nisan 2024
Istakozun intikamı! 22 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları