2017 kader yılı

09 Şubat 2017 Perşembe

Sağlık nedeniyle yazılara ara verdiğim günlerde gazetecilikte çok uzun bir yolculuk yapmış olduğumu düşündüm.
Mesleğe ilk adım attığımda dünya durdukça değişmeyeceğini düşündüğümüz çift kutuplu bir soğuk savaş vardı. “Berlin Duvarı” yıkıldı, kendimizi tarihi bir dönüşümde bulduk.
“İnsan hakları”, “özgürlükler” güya dünyaya yayılacak, “demokrasiler”, Avrupa’nın faşizmlerinin hakkından geldiği gibi totaliter komünist rejimlerinin de üstesinden gelecek; evren adeta “Kopenhag Kriterleri”yle yönetilecek ve onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine hesabına “tarihin sonuna gelinecek”ti!
“Post-duvar” evrede sonra “küreselleşme” çıktı. Bu kez de “ulus devletin sonuna gelindiği” ilan edildi. Dünya gene başka eşiğe girmişti.
Derken 2007 yılındaki büyük kriz patlak verdi.
“Küreselleşmenin” de tartışılmaz olduğu varsayılan doğruları çöküşe geçti. Varsayıldığı gibi küreselleşmeden herkesin yararlanmadığı görüldü.
Bu dev altüst oluş sürecinde de her zamanki gibi alttakiler ezilirken, üsttekiler üstünlüklerini pekiştirmişlerdi.
Gazetecilik yaşamımda “35 yılımı doldurduğum” sürede bu demek oluyor ki dünyada “üç büyük kırılma” izlemişim: Soğuk savaşın sonu, küreselleşmenin çıkışı ve küresel sistemin -“kalıcı/ geçici” olduğu henüz bilinmeyen- krizi...

Fransa seçimleri kaosu
Bunları niye yazdım?
İlk ayını arkada bıraktığımız 2017 yılı, işte bu “üç büyük kırılmanın” hesaplaşmalarının tekrardan ortalığa saçıldığı ve kartların karıldığı bir yıl olacak.
Yıla malum Trump’ın “America first/Önce Amerika!” sloganıyla fitillediği başkanlık söyleviyle girdik.
Başkan, “Amerika’nın çıkarları için önüme geleni tepelerim” manasında anlaşılan bu ürkütücü skandal söyleviyle kalmadı. Beyaz Saray’a ilk adım attığı andan itibaren imzaladığı rekor kararnamelerle dünyayı birbirine kattı. Meksika Duvarı inadı, “Müslüman yasağı” kararnamesi ve “Beyaz Saray’ın Rasputin’i” diye bilinen karanlık danışmanı Steve Bannon’un projeleriyle dün bir bugün iki.. dünyayı gerdi ve karıştırdı.
Ancak 2017’yi dönüm yılı yapan tek gelişme Trump’ın başkanlığından ibaret değil.
Bu yıl aynı zamanda Fransa başkanlık seçimleri ve Alman genel seçimlerinin yılı. Güz başındaki Alman seçimlerine daha çok var ama ilk turu nisan, ikinci turu mayısta yapılacak Fransa’daki Cumhurbaşkanlığı seçimlerine bir şey kalmadı. Kimse Hollande’dan sonraki cumhurbaşkanının kim olacağına dair öngörüde bulunamıyor...
Müstakbel başkanın” kim olacağını kestirmeyi bırakın, yarışı kimin sonuna kadar götüreceğini kestirmek dahi zor.
Bilinen tek şey “Trump’ın başkanlığa seçilmesi” ile arkasına büyük ivme alan aşırı sağ populist lider Marine Le Pen’in ilk turda başı çekeceği.
Sağ ve sol “cumhuriyetçileri” arkasına alarak Le Pen’i 2. turda alt etmesi beklenen muhafazakâr aday François Fillon’un zaferi buna karşın artık çantada keklik değil. Son on günde beklenmedik bir nepotizm ve yolsuzluk skandalının ortasına düşen Fillon’un itibarı serbest düşüşte.

Fransa AB’den çıkarsa
Fillon’un yerine Le Pen’in karşısına çıkabilecek olan 39 yaşında yıldızı yükselen genç bağımsız aday Emmanuel Macron’un adı da yeni bir skandala karışmış durumda.
Macron’u etkileyen skandal, Fillon-vari bir yolsuzluk skandalını değil, çalkantılı özel yaşamı nedeniyle Elysee’yi kaybeden Dominique Strauss Kahn skandalını anımsatıyor.
Hollande’ın eski ekonomi bakanı Macron, kendisinden 24 yaş büyük lise hocasıyla evlenerek zaten magazine malzeme sağlayan bir tip. Bu “postmodern aday” şimdi bir de adının etrafında dolaşan “evlilik dışı eşcinsel ilişkileri” nedeniyle polemik konusu oluyor.
Sonuçta meydan Le Pen’e kalıyor. Hafta sonu büyük bir mitingle yarıştaki iddiasını ortaya koyan Marine Le Pen, Trump’ı örnek alacağını söylüyor ve ülkeyi küfür gibi gördüğü “küreselciler”le “vatanseverler” arasında karpuz gibi bölüyor.
Göç, küreselleşme, İslamcılığı ve AB’yi baş düşman ilan ediyor. Fransa’yı “Brexit” usulü bir referandumla AB’den ve NATO’dan çıkartmayı vaat ediyor.
Le Pen’in başkan olması durumunda demek ki ben meslek yaşamımdaki “büyük 4. kırılma”yı izleyeceğim...
Zira Fransa’nın AB’den çıkması demek, İngiltere’nin AB’den çıkmasına benzemeyecek. Fransa gibi AB’nin ana direğini oluşturan bir ülkenin Birlik’ten çıkmasının gündeme gelmesiyle AB’de taş taş üstüne kalmayacak. 60. yılını kutlamaya hazırlanan Avrupa’nın tüm mimarisi dağılacak.
Bir hayata bu kadar büyük dört değişim fazla değil mi?      



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Boş koltuk 5 Mayıs 2024
Yurttaşlara mektup 28 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları