AB ile Ortadoğu'ya Dönmek

02 Temmuz 2013 Salı

“Gelişmeler Türkiye’nin AB’ye üyeliğini sağlayacak şekilde sonuçlansaydı ne olacaktı” diye soruyor AB’ye dün üye olan Hırvatistan’la paralel başlayan müzakereler ve AB serüvenimizi karşılaştıran son yazım için Londra’dan yazan Genç Köylü ve ekliyor:

\n

“AB üyesi TC, TBMM aracılığı ile kullandığı egemenliğini büyük ölçüde Brüksel’e aktarmış olacaktı. Brüksel’de alınacak kararlar, çıkacak yasalar TBMM’nin çıkaracağı yasaların önüne geçecekti.Türkiye’ nin yasalarını işine geldiği gibi uygulayan/uygulamayan; uygulamaya kalkan bürokrasi ve yargıyı elinin tersiyle iten Türk siyasetçileri bu ayrıcalıklarından gönüllü olarak vazgeçmiş olacaklardı. Türkiye’yi yönetenlerin elindeki en büyük güç, devletin ülke ekonomisindeki varlığı iken, AB’nin temel kriterinin ‘ekonominin özel girişim eliyle’ yürütülmesi başka bir yaman çelişki oluşturuyor. Siyasetçiler, devletin ekonomik olanaklarını tekrar seçilmek, hep başta kalmak, sadece kendisi için kullanmak isterken bu olanaktan da gönüllü olarak vazgeçeceklerdi.
Türk siyasetçilerinin ellerindeki bu olanaklarını Türkiye’yi AB’ye sokarak gönüllü olarak terk edebileceklerini düşünmek hayal kurmak değil midir?
Ötesi… Türk ulusu bu alanlarda karar verme, uygulama ve kontrol yetkisini sınır dışındakilere sunmaya gerçekten razı mıdır?
Türkiye-AB ilişkilerinde gelinen nokta, siyasetçilerimiz açısından başarılı(!) manevralarının hak edilmiş meyvesidir. Geniş halk kitlelerinin ise ne kendisini kandırılmış hissettiğini ne de hayal kırıklığı yaşadığını sanıyorum. Bu ruh halini yaşayan mürekkep yalamış kesime karşı da hiç sempatim yok. Kiminle nereye gidebileceklerini bilmemelerinin doğal sonucunu yaşıyorlar. Bu durumda AB’yi nereye koyacağız sorusunun da yanıtı açıktır. Türkiye’yi almayacaklarını baştan zaten söylemişlerdi.
Peki hepsi de mi? Hayır, örneğin İngiltere Türkiye’yi AB’ye istiyor, ama kendisi çıkmak istiyor! Saygılarımla.”
Benzer görüşlerde başka okurlarımızın da olabileceği düşüncesiyle yanıtımı, bu köşeden iletmek istiyorum…

\n

Kaçırılan kritik kavşaklar

\n

Ortaklık anlaşmasıyla başlayan AB serüveni üzerinden 50 yıl geçti. Yarım asra damga basan bir dönemi “o üzümler zaten koruktu!” diyerek kapatıp geçmek, fazla her şeyi hafife almak olmaz mı?
Türkiye AB trenini iki kritik kavşakta kaçırmıştır; ilki, ’70’li yıllarda Yunanistan’la birlikte tam üyelik müracaatı yapmayarak; ikincisi, 1999’da Helsinki’de birlikte
“aday” ilan edildiği Doğu Avrupa ülkeleri ile birlikte “müzakere tarihi” almayarak/alamayarak!
Türkiye’nin üyeliği böylelikle ciddiyetini, yola koyulduğu bu ülkelerle kritik kavşaklarda güzergâhını ayırmakla yitirdi. Her yol ayrımı,
“Türkiye vakası”nı, daha “izole ve müzakere edilebilir” ve “özel” hale getirdi. Bu, bizi bir “araf”a mahkûm etti.
Bu uzun tecrübenin üzerine en yapılmaması gereken şey, 2005’te Hırvatistan’la beraber müzakereye otururken Ankara’nın yol haritasının Zagreb’inkinden ayrılmasına razı olmaktı...
Okurumuz
“halkın bir hayal kırıklığı yaşamadığını, kendisini kandırılmış hissetmediğini” yazıyor.
Doğrudur.
Aksi geçerli olsaydı;
“Avrupa fatihi” başbakandan; “Fethettiğiniz Avrupa hani nerede” diye soran birileri çıkardı. Vatandaşın kafasındaki son düşüncenin artık “Avrupa” olduğunu biliyoruz. Tereyağından kıl çeker gibi Ankara’nın rafa kaldırdığı AB konusu, halkı sonunda o kadar bezdirdi ki, yüzde 70’lerdeki destek yüzde 30’a düştü ve konu “çürümeye” bırakıldı.
Her şeyi halk bilmeyebilir, balık hafızalı olabilir ama bizler de konuyu bunca kolay ve rahatlıkla
“çürümeye” mi bırakmalıyız?
Londra’dan yazan okurumuz, Türk siyasetçilerin ayrıcalıklarını hiçbir zaman AB uğruna bırakmak istemediklerini söylüyor…
Püf noktası burada.
Siyasi sınıfın bu ayrıcalıklardan arındırılması, Türkiye’nin AB yolunda bir
“hukuk devletine olmasını” öngörüyordu. Vaktiyle AB’yi tam da bu nedenle desteklemiştik. Türkiye’nin bir gün hukuk devletine dönüşebileceğini, düşlemiş ve evet bunun hayalini kurmuştuk. Bunca alicengiz oyunuyla bu hayalin tuz buz edileceğini, evet gereğince hesap edememişiz…
İşbaşına gelen tüm hükümetler AB kartını iç politikaya oynadı ve bu davanın ısrarlı takipçisi olmadı. Konuyu salt iç politikaya tahvil eden hükümetler önünde, AB ortakları da Türkiye’yi diledikleri gibi yönlendirdi.

\n

‘İslam demokrasisine’ geçişin yolu oldu

\n

Son on yılın farkı; “manipülatif” kullanılan “AB adaylığı” sayesinde, “laik cumhuriyetin” temellerinin ciddi biçimde mayınlanması oldu.
“Demokratikleşme” adına AKP, yalnız orduyu devre dışı bırakmakla yetindi. Ve “İslam demokrasisi” projesi böylelikle, Brüksel üzerinden yükselmiş oldu.
AB sayesinde AKP; TC tarihinin böylece kilit paradigma değişikliğini yaptı ve tüm
“yalanların anası” haline gelen AB; hukuk devletinden tam 180 derece ters yöne sapan bir “sivil vesayetin” kurulması için vesile oldu.
Bundan artık hayal kırıklığı duyulmasın da daha neden duyulsun?
Halk bunların ayırdına varmayabilir ama yarım asır,
“uygarlık projesi” olarak algılanan AB’ye mesai harcayan aydınların, bu ağır bilançoyla hesaplaşmaması için bir engel teşkil etmez. Arkamızda kalan yıllar önemli bir tarih kesiti. Hiçbir şey olmamış gibi mi yapalım? Buradan devam.

\n


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yurttaşlara mektup 28 Nisan 2024
Kılıçdaroğlu vakası 14 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları