Avrupa'ya Uzun Veda

25 Haziran 2013 Salı

“Brüksel’de, (2004) 17 Aralık zirvesini birlikte izlediğim Avrupalı gazetecilerden biri aradı dün” diye başlamışım müzakerelerin başladığı 2005’in baharında yazdığım bir yazıya:
O tarihte daha “AB’ye Veda mı?” başlığını attığım yazıda söz ettiğim gazeteci, “müzakere tarihi alınan” 2004 zirvesi ile; “müzakerelerin başladığı” 2005 arasındaki balayı aylarında daha, “Bu iş bitti mi” diye bana sormuş ve şunları söylemiş:
“(Milat olan 2004 zirvesinden bu yana) yalnızca dört ay geçti. Bambaşka bir ülke var karşımızda. 17 Aralık öncesinde Türkiye’de Kopenhag kriterleri ve reformlardan başka şey konuşulmuyordu. Erdoğan, Gül, sanayiciler, aydınlar, basın yek vücut ‘Avrupa’dan tarih almaya’ kilitlenmişti. Kamuoyu, koro halinde bu projeyi destekliyordu. Yapılan tüm kamuoyu yoklamaları yüzde 70 ağırlıkla Türkiye’yi Avrupa’nın en AB’ci ülkesi gösteriyordu. Bu kadar kısa sürede her şey nasıl değişti? Avrupa nasıl buzdolabına kaldırıldı ve unutuluverdi? Türkiye Avrupa’dan uzaklaşmak için elinden gelen her şeyi yapıyor şimdi!”
AB ile ilişkilerin iflas noktasına sürüklendiği günümüzden geriye bakıp bir dönüm noktası aradığımda; dönemecin, ilişkilerin aslında zirve yaptığı yerde olmuş olduğunu görüyorum.
Tarih almaya kilitlenilen 2004 zirvesi ardından işin ucu bırakılmış.
Ankara’da
“zirve dönüşünde”; “havai fişekler” ve “Avrupa fatihi” tezahüratları ile karşılanan Başkakan ile partisi için maksat hasıl olmuş.
AKP;
“AB ile müzakereleri açan parti!” sıfatını kazanıp, bunu iç politikaya tahvil ettikten sonra “zınk” diye durmuş.
Avrupa’da şaşkınlık, tepki yaratan gelişmeleri;
“AB’ye Veda mı?” başlıklı o yazıda daha sonra şöyle sıralamışım:
“Hükümet başmüzakereci konusunda ipe un sermekle işe başladı. Ankara’daki ilk troyka toplantısı, kadınların meydan dayağından geçirilmesiyle karşılandı. Dayağın yarattığı şok, en yüksek mercilerin ağızlarından Türkiye’ye iletilirken, bu kez de piyasaya gazeteciler için ağır hapis cezaları öngören bir TCK çıktı. Karikatüristler dahil önüne gelen gazeteciye dava açan Erdoğan; mesleklerini icra eden basın mensuplarına ‘Avrupa’ya servis yapıyorsunuz, ülkeyi ispiyonluyorsunuz’ diye gözdağı vermeye başladı. Hükümeti sorumluluğa davet eden TÜSİAD’ı ‘işinize bakın’ diye payladı… Ne yapmak istiyor Ankara?.. Mesele Brüksel’in 17 Aralık’ta verdiği ‘ucu açık’ yanıtsa eğer, tepki böyle gösterilmez” diye ardından devam etmişim aynı yazıya:
“Perspektifin muğlaklığı, Ankara’yı tatmin etmediyse yapılacak şey, ‘şartların kabul edilmez olduğunu’ Brüksel’e iletmekti. 17 Aralık’ta müzakere tarihi alınamazdı belki ama AKP hükümetinin içeride, dışarıda saygınlığı ve inandırıcılığı artardı. AB çevreleri er geç, daha makul bir öneriyle gelmek zorunda kalırdı...
Boşa alınmış araba…
AKP bunun tam tersini yaptı. Brüksel’in ‘bon pour l’orient’ (Şark için yeter) şartlarını; olabilecek en alaturka tutumla yan cebine attı. AB projesi sahipsiz kaldı. AB yolundaki Türkiye şimdi boş vitese takılmış bir araba gibi son sürat duvara doğru gidiyor.
‘Taktiklere’
dayanan AB yolculuğu, işte bu kadar oluyor. AKP’nin ‘projesi’ kısa soluklu ‘taktikle’ sınırlıymış; generalleri devre dışı bırakmak, dine yer açmak ve oy avcılığından ibaret bir ‘taktik’ miş meğer. 17 Aralık’tan bu yana geçen dört ay, bu açıdan çok öğretici oldu. (Sağnak, 16.4.2005)
Bu satırların en çarpıcı yanı üzerlerindeki tarih…
2004 sonunda AB’den tarih alır almaz, AKP iktidarı Brüksel sürecine veda etmiş zaten!

Hedef: AB yerine Osmanlı bayrağı
Dostlar alışverişte görsün diye 3 Ekim 2005’te “şeklen açılan” müzakereler fiilen ölü doğmuş diğer deyişle.
“Aralıkta ‘407’ oyla ‘müzakerelere’ yeşil ışık yakan Avrupa parlamenterlerinin ‘evet’ oyları; dokuz ayda gerileyerek ‘356’ya indi” diye yazmışım 2005 Ekimi’nde de ve devam etmişim:
“Dokuz ay gibi kısacık bir sürede; Türkiye AP’de ‘51’ destekçisini yitirdi. Niye? ‘Uygarlık projemiz’ güven telkin etmiyor. AB kafasını öte yana çevirdiği anda, Ankara’nın tüm eski refleksleri hortluyor. Ne dava açılan karikatürcüler kalıyor, ne 8 Mart’ta ‘meydan dayağından’ geçirilen kadınlar! Bunlar, Türkiye’nin ‘17 Aralık’ eşiğini atlattıktan sonra yaptığı stratejik hatalardı. ‘3 Ekim’in ardından aynı hatalar tekrarlanıyor. ‘Hata’ sözcüğü de yanlış. Ankara’nın AB ile ilişkileri anlayış biçimi bu aslında: ‘Kritik virajları’ alıp bildiğini okumak!” (Sağnak, 29.10.2005)
Merkel ve Sarkozy… evet tabii doğru Türkiye’nin AB perspektifini hepten kararttı.
Ama süreci asıl mayınlayan AKP Türkiyesi oldu.
İşin trajik yanı, AB’yi yalnız
“reklam”, “dolgu malzemesi” ve “görsel efekt” olarak kullanan “AKP Türkiyesi”; Türkiye’nin sayılı aydınları tarafından “reformculuk” ve “AB’cilik” adına şevkle kucaklanıp baştacı yapıldı.
Gel de,
“Türkiye doğuya giden bir gemidir. Güvertede batıya koşanlar, geminin batıya gittiğini zanneder!” diyen Sakallı Celal’i anma…
“Avrupa fatihi” diye karşılanmış olan Erdoğan; balkonlara 12 yıldızlı Avrupa bayrağı yerine şimdi üç hilalli Osmanlı bayrağı astırmanın peşinde!

\n


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yurttaşlara mektup 28 Nisan 2024
Kılıçdaroğlu vakası 14 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları